Ünsal DİNÇER

Ünsal DİNÇER

dincersal40@gmail.com

Neşet Ertaş’ın ve ozanlarımızın dilinden: AŞK VE KADINLARIMIZ

 “Şu dünyada yardan tatlı var mı ola” diyerek başlayalım söze. Gerçi Neşet Usta, "İki büyük nimetim var, biri anam, biri yârim.” demişti. Elbette sevgili de, analar (kadınlar) da bir nimettir; hem analar da, sevilen-sevgili değil midir?

“Gönlüm ataşlara yandı.” diyor yârinden ayrı düşen ozanımız.

” Her an gözümde perdesin / nereye baksam, sen ordasın” diyor. Sevmeyi, sevgiliye bağlanmayı ne de güzel ifade ediyor.

Bir başka aşığımız daha da yüceltiyor sevmeyi-sevileni:

”Hep gönüller muradıdır âşığın

 Nöbetin bekler alır keşiğin

 Beklemeli bir sultanın eşiğin

 Günde yüz bin kere yüzler sürmeli”

 

Aşkı- sevmeyi kim sorgulayabilir, kim seveni-sevileni hesaba çekebilir, kim yargılayıp ayıplayabilir sevgilisi için Mecnun (deli) olanı, perişan olanı?

Hem kime ne, seven iki insanın arasında olup bitenden:

 ”Nesimi’ye sordular ki

 Yârin ile hoş musun?

Hoş olayım olmayayım

 O yâr benim kime ne?”

Hem sevgi-aşk, seven bir kalpten başka bir kalbe akmakta değil miydi ?

”Kalpten kalbe yol vardır görünmez

 Gönülden gönüle yol gizli gizli “

 

Hem derdimizdir sevgili, hem dermanımız; hem yaramızdır hem çaremiz, tabibimiz. Hem “rezil eden”dir sevgili (kadınımız), hem “vezir eden”dir.

Dillere düşmemiş bir aşk, acı vermemiş-yakmamış bir sevda olur mu?

”Sevda gitmiyor serde de amanın leylâ Leylâ

Düşürdün beni derde de söyle yârim söyle

Senin için yanarım da amanın leylâ Leylâ

Kerem misâli nâra da böyle yârim böyle”

Türküler, ozanlar, saz ve söz ustaları böyle diyor ama ne yazık ki, sevmeyi bilmeyen, sevgiden anlamayan aşkın değerini bilmeyip güzelliklerini göremeyen, güzellikleri çoğaltamayanlar da var.

Ozanlarımızın tellerine, dillerine kattıkları sevgiyi duyumsayabiliyor, özümseyebiliyor muyuz; özellikle, kadınlarımızın bizlere ve hayata kattıkları inceliklerini, duyarlılıklarını, özverilerini, sevecenliklerini görebiliyor muyuz? Anlayabiliyor muyuz kadınlarımızı?

Maçoluklarımızla, erkek egemen anlayış(sız)larımızla bir çiçek kırılganlığındaki kadınlarımızı hoyratça eziyor, kırmıyor muyuz ?

Biz,“ağlarsak ağlayıp, gülersek gülen, kalbimizi bilerek, yüzümüze gülen” kadınlarımızı “sevgi”li kılıyor muyuz ? Kendimizi onların yerine koyabiliyor muyuz, (biz de) onların hallerinden anlayabiliyor muyuz?