Ünsal DİNÇER

Ünsal DİNÇER

dincersal40@gmail.com

Yaşanmışlıklardan hayattan ve unutulmayanlardan

Evimiz, okula üç kilometre kadar uzaklıktaydı. Aşıkpaşa İlkokulu’nda, dördüncü sınıf öğrencisiydim. Bir kış günü sabahıydı. Hava üşütecek kadar soğuktu ve karlıydı, ben, ilk ders saatine yetişememiştim ve bu yüzden okul binasından içeri giremiyor, okul çevresinde dolanıp duruyordum. Nasıl olduğunu hatırlayamadığım bir şekilde, okula komşu evlerden birine girmiştim, sanırım çağrılmıştım. İçeride soba yanıyordu, sobanın üzerindeki çaydanlıkta kaynayan suyun fıkırtısı ve içeride çaydanlığın ibriğinden çıkan buharlar… İçerisi içimi ısıtmıştı. Ve genç bir adam, ilk kez duyduğum ”Aynaya baktım saç beyaz olmuş.” şarkısını söyleyerek, ayna karşısında sakal tıraşı oluyordu. (Bu genç “amca”yla sonra hiç karşılaşmadık ama sanırım köylümüz, akrabamız ve ses sanatçısı olan İsmet Doğan’dı, belki de, İsmet Doğan’ın bir yakınıydı, çünkü, sonradan öğrenmiştim, az bir süreyle de olsa “konuk edildiğim” ev, onların eviymiş.) Orada bana gösterilen sıcaklığı, bana sahip çıkılmasını unutamamışım demek .

Başka bir gün, karlı fırtınalı bir havada okuldan çıkmıştık komşumuzun oğlu Bayram’la; küçüğüz ve fırtınaya karşı yürüyoruz ve üzerimizde kara önlük dışında, bir kazak var mıydı, çok hatırlayamıyorum ama gocuk, kaban gibi bir şey yoktu (o günlerin yoksunluklarını çoğunuz biliyorsunuzdur.) Eve yaklaşmıştık ama fırtınaya karşı yürümekten yorgun düşmüştük. İşte, tam o zaman, Bayram’ın babası tüm heybetiyle karşımızdaydı ve Hasan Amca’nın kocaman paltosu vardı; paltonun bir eteğine ben, bir eteğine Bayram sığınmıştık; artık karada ölüm yoktu bize. Hasan Amca’nın paltosu, palto değil de  sanki bizi sevgiyle, tüm sıcaklığıyla kucaklayan bir insandı.

Yine çocukluğumun kışlarından birinde, sinemaya gitmiştik, komşumuzun oğlu İbrahim’le. Sinemadan çıktığımızda, dışarının havası değişmişti. Saray Sineması’ndan eve kadar yürümek zorundaydık, beş kilometrelik yoldu ve bırakın şimdinin dolmuşlarını, sanki ,“koca Kırşehir” in çarşısında bile, bir tek araç yoktu. Yürüyorduk hızlı adımlarla, hava kapalıydı, akşam yaklaşıyordu. Eski hastanenin önüne geldiğimizde dulda bir yer bulmuş, oraya yatmayı düşünmüştük. Yoldan araç da insan da geçmiyordu. Yola devam ettik, Benzinlik’i geçip Deli Ali mahallesinden arkadaşım İbrahimlerin evine ulaşabildik zor bela. Komşumuz, annemin köylüsü ve arkadaşı Melahat Yenge üzerimizdeki ıslanan giysileri çıkartıp bizi havluyla kuruladı. Fırtınadan kurtulmuştuk ama 200 metre ilerideki evimize gidemiyordum. Annemin benden haberi yoktu, telefon yoktu, elektrik yoktu… O gece, Melahat Yengelerde kalmıştım. Melahat Yenge’nin evi miydi, tezekle ısınmış sobası mıydı o gün beni ısıtan, yoksa, ta küçüklükten beri bildiğimiz, annemiz gibi sevdiğimiz bir kadının şefkati miydi? (Belki, bütün gece gözüne bir damla uyku girmeyen annem, sabah, daha biz uyanmadan, nerede olacağımı tahmin ederek ve bana “karışlar vererek” gelmiş, beni evimize götürmüştü.)

Ortaokul dönemlerindeyim. Yazları kendimize harçlık çıkarmak için, arkadaşım Asım’la Kırşehir çarşısındaki kahvehaneleri , “Benzinlik”ten doldurttuğumuz şişelerle dolaşıyoruz. O zamanın benzinli çakmaklarına benzin dolduruyor, 5-10 kuruş kazanıyoruz. Kapıcı Cami’nin arkasından Yenice Mahallesi’ne çıkan dar bir yol ve o yolun üzerinde bir bahçeli bir kahvehane vardı. Sıcak yaz günleriydi. Ayran-limonata soğutan bir tezgahın yanında uzun boylu sarışın bir amca, belki, o zamana dek hiç içmediğim limonatadan ikram etti bana. Çocukluğumun resimlerinden biri de budur. Sonradan, amcamın bacanağı olduğunu öğrendiğim o yakışıklı amcanın ikram ettiği o bir bardak limonata, bana nostaljik bir fotoğraf tadı vermiştir hep. Yukarıdaki yaşantılar ya da benzeri yaşanmışlıklar, birçoğumuza doğal, sıradan gelebilir ancak, çocukluk yıllarımızın içinden bazı görüntüler kafamızdan hiç silinmez, bazı kokular burnumuzdadır halen, bazı sesler kulağımızda yankılanır durur hep. “Çocuk unutmaz” derler, özellikle, kendisine sevmeye, korumaya, desteklemeye, duygularına değer vermeye, ihtiyaçları, yetenekleri doğrultusunda yönlendirmeye dönük yaklaşımları çocuklar unutmuyor sanırım.

Bundan 45-50 yıl öncesinin, 60’lı,70’li yılların, çocukları olarak, yoksunluklarla, yoksulluklarla büyüdük. İmkanlarımız sınırlıydı, fırsatlarımız oldukça azdı. “Çocuk olma”nın masumiyetini ve masalımsı güzelliklerini yaşamış olsak da nasibimize çoğunlukla mağduriyetler, ezilmişlikler düşmüştü. Çoğumuz, beslenmede, giyimde kuşamda, oyunda, eğitim haklarında hak ettiğini yaşayamadı; evde, okulda dayakla “terbiye edildi.” Toplumun ve devletin yanlışlarının kurbanları oldu. Halen, aldıkları niteliksiz, eşitsiz ve antidemokratik eğitim yüzünden mağdur yüz binlerce, milyonlarca çocuğumuz var. Çocukların şiddetten uzak, sevgi ve saygı içinde, barışçıl bir ortamda (dünyada) yaşama hakları için, en çok, bilinçli, duyarlı, eğitimli insanlar mücadele vermelidir.