Sinan TUTAL

Sinan TUTAL

sinantutal@gmail.com

Bir Deli Dumrul projesİ ; Kanal İstanbul

Dünyadaki totaliter sistemlerde de örnekleri olduğu gibi, tek adamların geleceğe izlerini bırakma hastalığının bir yansıması olarak bir çok “Deli Dumrul proje” ülkemizde de hayata geçirilmek istenmektedir. Bu Osmanlı Dönemi’nden de tanıdık gelen, Sultanların genelde tutuldukları bir hastalıktır.
Dede Korkut hikayelerinde, Deli Dumrul’un susuz derenin üzerine kurduğu köprüden “geçenden beş akçe, geçmeyenden on akçe” alması Türk halk kültüründe bir deyim haline dönüştürülmüştür. Bazen bu ifade “geçenden otuz, geçmeyenden de döverek kırk akçe” şeklinde de kullanılır.
İşte bu “Deli Dumrul Projelerden” biri de “Kanal İstanbul Projesi”dir. İktidar böylesi bir projenin hayata geçirilme nedenlerini bile doğru dürüst anlatabilecek ve bir toplumsal rıza üretebilecek argümanlara sahip değildir.


Dile getirdikleri en önemli gerekçelerinden biri; İstanbul Boğazı’ndaki gemi trafiği ve onun yaratabileceği gemi kazalarıyla ilgili ortaya çıkacak güvenlik sorunudur. Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre 2006’dan beri Boğaz’dan geçen gemi sayısında kademeli olarak bir düşüş vardır ve 41 yıl önce yaşanmış Independenta tanker kazası dışında elle tutulur başka bir sebep de öne sürülememektedir. O kazadan sonra geçişlerle ilgili kılavuz kaptan kullanma zorunluluğu ve gece geçiş yasağı gibi kurallar getirilerek bu türden kazaların önüne geçilebilmiştir. Ayrıca Rusya ve Azerbaycan üzerinden çekilen petrol boru hatlarıyla, boğazlardaki tanker trafiği ciddi oranda azalmış ve gittikçe daha da azalacaktır.
Bir diğer gerekçe; gelir getirecek bir proje olduğu vurgusudur. Kanalın inşasıyla birlikte inşaat sektörü canlanacaktır. Kanal inşaatı ile beraber ortaya çıkacak milyonlarca metreküp hafriyat ve kazı malzemesinin büyük bir liman, yeni bir ada yapılacağı; maden ocaklarının bir kısmının bu malzeme ile kapatılarak, bir kısmının göle dönüştürüleceği, üzerine kurulacak köprüler sayesinde kara ve demiryolu ulaşımının kesintiye uğramayacağı söylenmektedir. Ayrıca kanalın çevresinde, kongre, festival, fuar merkezleri,

 spor tesisleri ve konutlarıyla yeni yaşam merkezlerinin kurulması ve bölgenin bir cazibe merkezi haline getirilmesi düşünülmektedir.
Bunlara ek olarak Kanal İstanbul’dan geçiş yapacak gemilerden ücret tahsil edilecektir. Elde edilen geçiş ücreti, ülke ekonomisini güçlendireceği şeklinde bir bakış açısı bulunmaktadır. Kanal’dan 150-200 geminin geçeceği tahmini bulunmaktadır. Anlaşılan o ki diğer Deli Dumrul Projelerde olduğu gibi burada da gemi geçiş garantili bir sistem düşünülmektedir.
Son olarak da Kanal çevresindeki araziler ve gayrimenkuller değerlenip, önemli bir rant geliri elde edilecektir.
Türkiye ekonomisinin son 12 yılda inşaat sektörüne bağlı büyüme modelinin olumsuz sonuçları ortadadır, boğazdan ücretsiz geçiş olanağı varken ve de yıllar içinde geçen gemi sayısı azalırken kanaldan geçeceklerden ücret isteneceği iddiası gerçek dışı bir varsayımdır. Bunlardan sadece Kanal çevresindeki değerlenmeden dolayı bir rant elde edileceği kalmaktadır ki, o da oradaki arazilerin ilk sahiplerinin elinden çıkıp yerli sermayenin ve Arap sermayesinin eline geçmesine yol açmaktan başka bir şeye neden olmamıştır.
Ciddi bir ekonomik kriz sürecinden geçtiğimiz ortadadır. İktidar bloğu başta Kanal İstanbul Projesi olmak üzere doğanın yağmalanması projelerini krizden kendi çıkarlarını ve yandaşlarını koruyarak çıkabilmenin bir yolu olarak görmektedir. Kanal İstanbul Projesi gibi geri dönülmez tahribatlar yaratacak rant projeleri yoluyla ekonomiye kaynak sağlamayı ve ekonomik krizi ötelemeyi hedeflemektedir.
Aynı zamanda iktidar bloğu her zaman yaptığı gibi bu konuyu bir gerilim ve kutuplaşma konusu haline getirerek yerel seçim sonrası azalan oylarını ve itibarını korumak ve güçlendirmek için bir araç haline getirmeyi hedeflemektedir.
Kanal İstanbul Projesi işte bu hesapların ürünüdür. İktidarın hem ekonomik krizden hem de siyasi tükenişten çıkmak için açmak istediği bir su yoludur. Oysa bu projeler sadece ekonomik krizin daha da derinleşmiş olarak karşımıza çıkması sonucunu yaratmayacak, bundan daha önemlisi tam bir ekolojik yıkıma yol açacaktır.
Bu proje, kanal çevresine yerleştirilecek yeni bir sekiz milyon nüfusla içinden çıkılamaz yeni sorunlara yol açacak. İstanbul’un tarım arazilerinin, temiz su

 kaynaklarının, göl ve sulak alanlarının, orman-bitki-canlı hayatının kurban edilmesinin önünü açacak, Marmara Denizi’nin kirliliği daha da artacak, yakından geçen fay hatları nedeniyle deprem riskini tetikleyecek, Montrö gibi anlaşmalarla bir barış boğazı haline getirilen İstanbul Boğazı’nı komşularımızla yeniden bir gerilim konusu haline getirecektir.
Getirisi sadece belli sermaye kesimlerine olan, götürüsü ise değişik alanlarda çok daha büyük olacak bir rant projesi ile karşı karşıyayız. ÇED raporunda bile en önemli gelirlerin “gayrimenkul gelirleri” olduğu belirtilmektedir.
Durgunluktan ve krizden çıkış stratejisi olarak uygulanmak istenen böylesi bir projeye karşı çıkmak bir yurttaşlık hakkıdır. Bu türden projeler bile tek adam rejiminin ömrünü uzatmasına yetmeyecektir. Bölgenin ekolojik dengesi ile habitatını, toplumsal dokusuyla birlikte tamamen değiştirecek türden “Deli Dumrul Projelere” karşı mücadele etmek, aynı zamanda insan ve doğa haklarına sahip çıkma mücadelesidir, yaşam hakkını savunma mücadelesidir.