Belgeseller, tarihin boşluklarını dolduruyor

Belgesel sinemaya gönül vermiş, yaptığı belgesel filmlerle azınlıkların, mağdurların, emekçi insanların sorunlarına ve mücadelelerine katkı veren, merkez medyada, dizilerde, haberlerde görünmeyenleri, yok sayılanları görünür kılmak ve toplumsal belleğe işlemek isteyen genç sinemacılardan Murat Yüksel’le belgesel film ve çalışmaları üzerine konuştuk.

Belgeseller, tarihin boşluklarını dolduruyor
RÖPORTAJ: Ünsal DİNÇER

Eğitim Sen çalışmaları sırasında iletişim kurduğum ve "Yetti Gari" belgeseli sürecinde daha yakın mesaide bulunduğum yönetmen Murat Yüksel'le belgeseller üzerine konuştuk.

Yakın tarihte yaşananların topluma etkilerini o olayı yaşayan insanların tanıklığıyla beyazperdeye aktaran Yüksel, sorularıma verdiği cevaplarla sinemasını ve gelecek planlarını  şöyle aktardı:

*Murat Yüksel, söyleşimizin en temel sorusuyla başlamak istiyorum. Neden belgesel film?

Öncelikle, belgesellerime vakit ayırıp izlediğiniz için size teşekkür ediyorum. Belgesel filmi tercih etmemdeki en büyük sebeplerden biri, yaşadığımız çağın bir şekilde görsel olarak kayıt altına alınması gerektiğini düşünmekteyim. İnsanlık tarihi, mağaralardan günümüze bir şeyler anlatmanın derdindeydi. Zaman ilerledikçe, mağaralardan çıkan insanlık; tablolara, tuvallere, gördüklerini resmederek bizlere aktardılar.

https://www.youtube.com/watch?app=desktop&v=YcEKztxmVqs

Tarih var olduğundan beri, insanlık yaşadıklarını bir şekilde anlatmak istedi ve “Ben buradayım!” dedi. Bu bağlamda, geçen yüzyıllar içerisinde, her ne kadar onlarca kayıt bırakmış olsa da geçen süre içerisinde tarihin boşlukları oluştu ve bu boşluklar, bir şekilde kötü odakların ya da otoritenin kendi istediği doğrultusunda doldurularak insanlığa servis edildi ya da ediliyor. Bu noktada belgesel sinema çok büyük rol oynuyor. Bu sebepten ötürü de belgesel sinema ile uğraşıyorum. Amacım, aralardaki boşlukları olabildiğince azaltmak ve ileriye taşımak.

*Belgesel film çekmek fikri sende ne zaman ve nasıl oluştu?

İlk etapta fotoğraf hobim bulunuyordu. Tabii, DSLR makineler, şimdiki gibi çok fonksiyonlu değildi. Bir dönem filmli makine kullandım ve çekmiş olduğum fotoğrafın nasıl olduğunu bilmeden o ilk baskı heyecanı ile fotoğraf çekerek bu sanatı icra etmeye başladım. Daha sonra, gelişen teknolojiye ayak uydurmak gerekiyordu. Dijital fotoğraf makinesiyle çekimlerimi sürdürdüm. 2012 yılında, İzmir’de yurtsuz.net oluşumuna katıldım. Yurtsuz.net sitesinde yurttaş haberciliği yaptım. (2012-2014) yurtsuz.net’te, foto-muhabirlik, videoaktivist içerikli haber videoları hazırladım ve  ilerleyen süreç bir şekilde yolumun belgesel sinema ile kesişmesine vesile oldu. Haberlerde ya da fotoğraflarda bazı eksikliler olduğunu düşünüyordum; bu benden de kaynaklı olabilirdi, bu eksikliği, boşluğu doldurmak için belgesel sinemaya yöneldim.

*İlk belgesel film çalışmanı bize kısaca anlatır mısın?

İlk belgesel çalışmamı: “Hatırlamak ve Anlatmak için Şehre BAK” projesi kapsamında, iki arkadaşımla birlikte (Onur Tekin ve Zehra Güzel), Çanakkale/Gökçeada’da, kameralarımızı Rum vatandaşlara çevirerek gerçekleştirdik.  Arkadaşlarımın da toplumsal bellek üzerine söylemek istedikleri vardı ve bunları kayıt altına alıp olabildiğince en geniş kitlelere ulaştırmamız gerektiğini düşündük. Neticesinde, “İmroz” adını verdiğimiz bir belgesel oluşturduk.

*Jeotermal üzerine çektiğiniz "Yetti Gari" belgeseli yarışmalarda yer alan başarılı bir çalışmanız oldu. "Yetti Gari" belgeseli hakkında okurlarımıza bilgi verir misin? Filmin çekimi, hazırlanışı, gösterimleri, başarısı hakkında neler söylemek istersin?

Aydın’da yaşamaya başladıktan sonra jeotermal elektrik santrallerinin ismini çok duymaya başladım ve İzmir-Aydın arası yolculuklarımda, çelik yığın boruların, yemyeşil ovaları nasıl örümcek ağı misali ördüğünü gördüm. Konuyla ilgili bazı araştırmalar içerisine girdim. Tabii gerek sosyal medyadan, gerekse haberlerden köylülerin mücadelesine şahit oluyordum. Konuyu araştırmacı Onur Yıldırım’la paylaştım. Sonrasında, jeotermal elektrik santrallerine ilişkin bir dizi araştırmalarımızla birlikte, santrallerin bulunduğu bölgeleri gözlemledik ve yerel halk ile sohbet etmeye başladık. Yakın gözlemler, saha araştırmaları ve bilimsel araştırmalar neticesinde belgesel çekme fikri ortaya çıktı. Onur, proje danışmanım olmuştu belgesel çalışmamda.

Başarı konusuna gelecek olursak; bana göre bir belgesel yönetmeni/yönetmen her çalışmasında, bir önceki çalışmasının başarısı ile yola devam eder ve sahada öğreneceği çok şey olur. Çünkü belgesel sinema, profesyonel sinema gibi değildir. Burada hiç ummadığınız ve beklenmedik olaylar sizi karşılayabilir. Sonuçta çekim yaptığımız konu bazı otoriter egemen kesimi hedef alıyor ve onların durumunu bir şekilde sarsabiliyor. Belgesel çalışmalarım bu doğrultuda olduğu için başarının bir kısmı bundan kaynaklı ve pek değinilmeyen ya da uzak kalınan konulara ulaştığımdan dolayı olabilir

Belgesel sinemada en çok aranan bir gerçeklik bulunmaktadır. Kamera karşısına geçen kişi kendisinin kayıt altına alındığını bilir. Peki bu algıyı nasıl kırmak gerekli? Bu sorudan yola çıkarak, belgeselini çekeceğim insanlar ile arkadaş olmayı, sonrasında ise güven ilişkisi sağlandıktan sonra çekimimi gerçekleştirerek, gerçeklikten uzaklaşmıyorum. Bu da belgesellerimde beni bir şekilde başarıya ulaştırıyor. Jeotermal yetti gari belgesel çalışmasında da aynı şeyi uygulayarak, hem insanların yaşamış olduğu mağduriyeti hem de doğa tahribatının bire bir şahidi olaraktan ilk anlatıcı konumundaydık ve yine gerçeklikten uzaklaşmayarak bunu belgesele aktararak başarıya ulaşmış olduk.

*Murat Yüksel, genelde ortak çalışma yapıyorsun, bu bir zorunluluktan mı kaynaklanıyor, bir tercih mi?

Her ikisi de diyebiliriz ama sinema kolektif bir ürünün parçasıdır, bunu unutmamak gerekli. 

Bir belgeselin oluşmasında, en basit anlatımıyla bir adet kameraman, bir adet sesçi ve bunun yanında yönetmene ihtiyaç bulunmakta ve çoğu zaman aslında belgesel sinemacı, bu saydıklarımın hepsini bazen tek başına yapabiliyor. Sesi kayda aldığı gibi, aynı zamanda kamerayı da kontrol etmek zorunda kalıyor. Bu noktada sinemanın aslında kolektif bir ürün olduğu ortaya çıkıyor. Aslına bakacak olursak, kolektif olmanın her daim insanı başarıya götüreceği kanaatindeyim.

*Belgeselini çekmeyi düşündüğünüz konu ve temaları hangi yaklaşımla belirliyorsunuz, çekmeyi düşündüğünüz yeni konular ya da hazırlığını yaptığınız projeler var mı gündeminizde?

Daha çok toplumsal bellek üzerine çalışmalara yoğunlaşmak istiyorum. Unutulan ve üzerine ideolojik nefret/kin serpilen konulara yoğunlaşmak ve bunları tozlu raflardan çıkartıp, olabildiğince yalın bir şekilde, aktarmak en temel hedeflerimden biri. Şu an, çekimleri devam eden bir belgesel çalışmam bulunuyor. Bu çalışmamda; silikozis hastalığına yakalanan işçileri konu edindiğim bir belgeselle, karşınıza en yakın zamanda çıkacağım.

*Sinema eğitimi aldınız mı? Sinemanın belgesel film dışında başka türlerini de çalışmayı düşünüyor musunuz?

Sinema eğitimi almadım. Belgesel sinema dışında, kısa film çalışmaları içerisinde yer almaya çalışıyorum. İlerleyen süreçte uzun metrajlı bir film çekmek gibi bir hayalim de bulunmakta.

*Belgesel film çekme tercihinizde, siyasal yönelimleriniz mi, sanatsal tutkunuz, eğilimleriniz, sanatsal yaklaşımlarınız mı ağır basıyor?

Her bir seçeneğin kendi içinde bir politik yaklaşımı bulunuyor. Konuları seçmem ve aktarmam başlı başına bir siyasal yönelimden ötürü gerçekleşiyor, sahaya indiğiniz vakit belgeselin son halini gözünüzde canlandırarak çekimlere başlıyor ve bu doğrultuda devam ediyorsunuz.

Sanatın varoluşsal sebebi zaten politik olduğu için, birçok dikta rejimi, öncelikle sanatsal çalışmaların durdurulması ya da sınırlandırılması noktasında, sanatı sınıflandırıyor ve kendine göre aktarmayı amaçlıyor. Bu noktada, sanatla uğraşmak başlı başına bir politik yaklaşım olmuş oluyor. Ezilenlerin, haklarını aramakta güçlük çeken insanların sesleri olmak gerekiyor. Benim, onların mücadelesine yapabileceğim en büyük katkı da bu oluyor. Olup biteni kayıt altına almak ve göstermek!

*“İmroz" ilk belgesel çalışmanız. Bu belgeselin ortaya çıkış, çekim aşamaları hakkında bilgi verir misiniz?  Filminiz ülkemizde, dünyada azınlık meselesine insani bir duyarlılıkla bakıyor. Bu filmin mesajı, temel fikirleri hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Evet, “İmroz” benim ilk belgesel çalışmam.  2015 senesinde, “Hatırlamak ve Anlatmak için Şehre BAK’ Projesi kapsamında arkadaşlarımla birlikte çekimlerini tamamladık. Proje kapsamında, diğer arkadaşlarımın da benim gibi bazı anlatmak istedikleri hikayeler bulunuyordu. Çanakkale katılımcısı arkadaşım Onur Tekin, Gökçeada’dan biraz bahsetmişti. Aslında o zamana kadar Ada’ya dair bazı bilgilerim bulunuyordu ama hikayenin içine girdikçe, burada bir belgesel çekilmesi fikri gelişti.

Bu belgesel çalışmasına başlamadan önce, yakın tarihe de bir göz atmamız gerekiyordu. Yüz yıllardır, hiçbir yere gitmeyen ve kadim topraklar üzerinde yaşam süren Rum halkı. 1900 yılların başlarına kadar Ada nüfusunda Müslüman nüfus bulunmuyordu. Osmanlı devletinin İmroz’a dair gerçekleştirdiği hazin politikaları 1940 yıllardan başlayan ve 1970’li yıllarda, İmroz adının, “Gökçeada”ya dönüştürülmesiyle sonuçlanan bazı acı olayların gelişmesine vesile olan Cumhuriyet tarihi de bulunuyor.

Bunları biraz incelersek; 1942 yılında uygulanan “Varlık Vergisi” ile birlikte gayrimüslim vatandaşların malına göz konulmuştu. Tabii, o dönem Türk burjuvazisinin cılız olduğuna girmeye gerek yok sanırım. İlerleyen zaman diliminde 6-7 Eylül olayları ve İmroz’a 1964 yılında O dönem Türkiye'nin en büyük köylerinden biri de olan; Dereköy’de bir hapishane yapılmıştı. Bu hapishaneye, anlatılana göre, Türkiye’de ne kadar ağır cezaya çarptırılan mahkum varsa, hepsi buraya gönderilmiş ve akşam cezaevinden çıkmanın serbest olduğu bir hapislik hayatı yaşanmışlardı, mahkumlar. Anlatılan hikayeler kimi zaman masum kimi zaman ise . . . aslında siz anladınız. Söylememe gerek yok sanırım. Bu demek oluyor ki İmroz'a reva görülen cezaevi aslında politikti ve adayı asimile ederek, kimliksizleştirmekten başka bir şey çıkmıyordu içinden. İmroz’u bir şekilde Rum nüfusundan arındırarak, Ada’dan Rumları kovmaktı. Neticesinde 70’li yılların başında Ada isminin değişmesi ve öncesinde yaşanılan birçok olay, nüfus değişimine sebep oldu.  Burada şunu bir kez daha öğrenmiş oluyoruz ki İmroz’a uygulanan her bir politikanın, milliyetçi görüş doğrultusunda gerçekleştiğidir.

*Sanırım profesyonel, ticari bir anlayışınız yok. Amatörce, siyasal, sanatsal yönelimlerle film çalışmaları yürütüyorsunuz. Bu çalışmalar öncesinde, sırasında ne gibi zorluklar yaşıyorsunuz?

Ekonomik anlamda; her belgesel filmci/sinemacı yeni çalışmasını ortaya koyduğu zaman zorlanır. Yapacağınız iş ya da işler bazı temel sorunları, az da olsa derinden sarsacağı için Kültür Bakanlığı’ndan ya da onların beslediği bazı mekanizmalardan ekonomik olarak destek almak imkansız hale gelir. Hasbelkader Bakanlıktan ya da Bakanlığın beslediği kanallardan bir şekilde destek alsanız dahi, yapımcı similasyonu devreye gidip, birçok işinize karışarak, sizi olumsuz yönde etkileyip, bağımsız bir çalışma yapmanızı engeller/ engellemeye çalışır. Bu sebepten ötürü, yaptığım ve yapacağım işleri hep bir kolektif bilinç doğrultusunda gerçekleştirdim ve bağımsız olmayı tercih ettim.

*Genç bir sinemacı olarak, gelecekte ulaşmak istediğiniz yer, hedeflediğiniz işler nelerdir? Daha büyük, daha uzun süreçler içinde yapılacak film çalışmaları  yapmayı düşünüyor musunuz?

İlerleyen süreç için şunları yapacağım demek çok güzel ama bir o kadar güzel sürprizleri olan coğrafya da yaşamaktayız. Ancak şunu söylemek isterim. İlerleyen süreçlerde uzun metraj film çekmek istiyorum.

*Sinema yeteneğinizi geliştirecek fotoğrafçılık, edebiyat alanlarına ilgi duyuyor musunuz? Bu alanlarda çalışmalarınız var mı?

Sinema birçok sanat dalını içinde barındırdığı için 7’inci sanat dalı olarak ifade edilir.  Bunun içine edebiyat da girmektedir. Geçmişe baktığımız zaman, çekilen her bir işte yani her bir belgeselde, belgesele aktarılan anı kadar, aktarılmayan onlarca bölüm vardır. Belki ilerleyen süreçte, belgesel çalışmalarıma aktarmadığım ya da aktaramadığım bölümleri bir kitap haline getirebilirim. 

*Teknolojinin hızla gelişmesi özellikle görsel sanatları sizce nasıl etkiliyor? Kitlelerin farkındalıklarını geliştirmede, dünyasal sorunları, evrensel temaları işlemede, yerel kültürleri, başka coğrafyalardan, kültürlerden insanlara ulaştırmada, en azından yerel, otantik kültürlerin yaşaması, kayda alınmasında belgesel sinema gibi görselliğin öne çıktığı bir sanat alanının işlevleri neler olmaktadır?

Teknolojinin gelişmesi sinema sanatı açısından birçok noktada olumlu etkisi olmuştur. Sinemanın var olduğu topraklarda Fransa’dan günümüze kadar geçen süreyi ele alırsak, ilk etapta ne yazık ki bu sanat dalı bazı zengin zümrelere hizmet ettiği görülmüştür. Burada ekipmanların fiyatları ve üretimlerini de göz önünde bulundurursak, dönemin anlatım tarzına da bir şekilde yansıdığını düşünmekteyim. (Krallar ve zengin aileler kendi istekleri doğrultusunda dönemin anlatımına da bir şekilde etken olmuştur.)

19’uncu yüzyıl sonlarına doğru; Auguste ve Louis Lumiere ya da bilinen diğer adıyla Lumiere kardeşler sinema diye bir şey bulduklarının belki de o dönem farkında değildi. Sinema kavramı ya da cisimlerin hareketliliği, sinemanın icadından önce; panayır alanlarında, kapalı bir kutu içerisinde, dönen hareketli cisimlerin gösterilmesiyle başladı. Buraya girersek aslında, içinden çıkamayız. Kısaca şunu anlatarak sorunuza yanıt vermek isterim. Teknolojik gelişmelerin birçok noktada olumlu olduğunu düşünüyorum.

Yine düne kadar sinema salonu içerisinde gösterilen filmler, taşıma ya da kopya alınmadan, dijital ortamda bir kıtadan, başka bir kıtaya kolaylıkla aktarılarak, yok olmakta olan kültürlerin tanıtımı ya da hafızanın silinmemesi adına, gelecek kuşaklara aktarılması konusunda sinemanın önemi günden güne artığı görülüyor ve teknolojik gelişmelerde bu işlerin artık nasıl kolay olduğunu gösteriyor.

*Ekoloji, çevre mağduriyetlerinde, mağduriyetleri durdurmak ve yaşanabilir bir doğa mücadelesinde  belgesel sinemanın önemi hakkında ne düşünüyorsun?

Kaynakların bilinçsiz ve dengesiz kullanımı sonucunda bugün insanlık küresel ısınma dediğimiz şeyle baş başa kalıyor. Bu bugün Aydın'da “jeotermal elektrik santralleri”yle karşımıza çıkarken, Karadeniz Bölgesinde “Hidroelektrik Santraller”le karşımıza çıkmakta. Bölgeden bölgeye değişen bu ekolojik yıkımı en iyi şekilde aktarmak yine belgesel sinemaya düşüyor ve bu noktada birçok insana kolaylıkla ulaşmanız konusunda yardımcı oluyor. O yüzden, belgesel sinema; toplumsal hafızanın gelişmesi hususunda olan önemini, doğanın tahribatını en yalın haliyle kayıt altına alarak, tarihe bir belge taşıyarak, ışık tutuyor.

*Gençlerin belgesellere ilgisi ne düzeyde, gençler daha çok hangi temalara ilgi duyuyor, ülke sorunlarına, siyasal, kültürel olgulara yönelik belgesel filmler, gençlerce izleniyor mu?

Bu durumu ölçebilecek bir mekanizma içerisinde olmadığım için net bir cevap vermem mümkün görünmüyor. Ancak, gelişen teknoloji her şeyi etkilediği gibi festivalleri de etkiliyor. Pandemi de bu noktada olumsuz etki gösteriyor. Dijital içerik kanalları/platformlarına olan ilginin günden güne artığı bir süreçten geçiyoruz. Aslında bu bir noktada iyi bir şey. Eskiden, kaçırdığımız birçok film ya da izlemeye fırsatı bulamadığımız bir film, artık o dijital platformlarda, abonesine hazır bir şekilde izlenmeyi bekliyor

*İşçi, emekçi, yoksul insanların yaşadıkları, sınıfsal mücadele süreçleri, toplumsal olaylar ilgi alanın içinde diye biliyorum. Bu konularda çalışmalar yapmayı  planlıyor musun?

Şu an çalışmaları devam eden ve silikozis hastalarını konu edindiğim bir çalışmam bulunuyor. Bu madenlerde çalışan emekçi insanların, haklarını arama konusunda yetersiz bilgiye sahip olması ve işsiz kalma korkusu neticesinde ,maden emekçileri mücadele içerisine adım atmakta zorlanıyor. (Ne yazık ki bu duruma şahit olduk.)

Yine şahit olduğumuz bir başka şey ise; madende çalışıp, hasta olan ve sonrasında madenden çıkarılan işçinin bu sefer ailesinden başka biri, o madene giriyor. Sistem kendini sürekli yoktan var ederken, yok olan o işçilerin kendileri oluyor ve bu duruma kimse dur demeye çalışmıyor. Bu noktada madenlerde çalışan işçilerin mücadelelerine nefes olmak amacıyla belgesel çalışmasını sürdürüyorum.

Sevgili Murat Yüksel, belgesel sinemanın toplumsal, siyasal mücadele açısından görevleri ,işlevleri üzerine oldukça bilgilendiğimizi düşünüyorum; bu anlamda, amatör bir sinemacı yaklaşımıyla sürdürdüğün çalışmaların taşıdığı önem ve değer konusunda da bizlerde farkındalık oluşturduğun için  teşekkürler. Sana sinema alanında yapacağın çalışmalarda başarılar diliyorum.