AKKUYU NÜKLEER GÜÇ SANTRALI İNŞAATI DURDURULSUN, SÖZLEŞMESİ FESHEDİLSİN
Türkiye’nin nükleer enerjiye sahip olma tutkusu 1950’lere, santral yapım projeleri 1970’lere kadar geri götürülebilir. Günümüzde ise mevcut iktidar, tamamen bu tutkunun esiri olarak ve daha Türkiye’nin nükleerden üretilecek elektrik enerjisine ihtiyacı olup olmadığını bile sorgulamadan, bir stratejik yol haritası yapmadan, nükleer enerji sektörünü düzenleyecek kurumsal yapıyı ve mevzuatı yeterince oluşturmadan Rusya Federasyonu ile Akkuyu nükleer enerji santrali projesine girişmiştir. Üstelik, ticari bir anlaşma olmasına karşın, nükleer enerji santrali sözleşmesi TBMM’de onaylatılmış, bu şekilde uluslararası bir sözleşme vasfı kazanarak, dokunulmazlık kazanmasına gayret edilmiştir.
AKP hükümeti tarafından nükleer enerji santrali kurulumuna başlarken yukarıda belirtilen politika uygulanmamış olsaydı bile Türkiye’nin ne bugün ne de ileride nükleer enerji santraline ihtiyacı yoktur. Aşağıda sıraladığımız gerekçeler nükleer enerji inadından bir an önce vaz geçmek için fazlasıyla yeterlidir:
- Türkiye’nin mevcut elektrik üretimi kurulu gücü ve devam eden proje stokları dikkate alındığında, en az 5 yıl boyunca yeni yatırıma ihtiyacı yoktur. Bundan sonrası için de rüzgâr ve güneş enerjisi yeterli olacaktır. Özellikle dağıtık kuruluma imkân sağlayan, enerji bağımsızlığını artıran ve bu yönüyle de demokratik enerji olarak adlandırılan güneş enerjisinde bugün, kapasitenin sadece %3’ü kullanılmaktadır.
- Akkuyu santralinin üreteceği elektrik enerjisi miktarının yarısına, 15 yıl boyunca bir devlet şirketi olan EÜAŞ tarafından 12,35 ABD cent/kwH gibi çok yüksek bir fiyatla alım garantisi verilmiştir. Bunun anlamı, hammadde maliyeti sıfır olan rüzgâr ve güneşten daha ucuza elektrik üretmek yerine, elektriği pahalıya mal etmek ve halkı enerji yoksulluğuna iten fahiş elektrik faturalarının daha da zamlanmasıdır.
- Stratejik açıdan Türkiye, enerji sektöründe doğalgaz, kömür ve petrol ithalatında Rusya’ya bağımlı hale gelmiştir. Nükleer enerjinin Rusya denetiminde üretilmesi, bu ülkeye bağımlılığı iyice artıracaktır. Zira santralin sahibi bir Rus devlet şirketi olan Rosatom, ana yapımcı da başka bir Rus şirketidir. İnşaat arazisi Rus şirkete bedelsiz verilmiş, vergi muafiyetleri sağlanmış, daha da vahimi atıklar, Rus şirketin sorumluluğundan çıkarılmış ve on binlerce yıl radyoaktivitesini koruyacak olan bu atıkların toprağa ve yeraltı sularına karışmadan nasıl bertaraf edileceği meselesi Türkiye’ye bırakılmıştır. Üstelik bugün halen nükleer enerji santrallerinin atıklarının tam olarak bertaraf edildiği bir yöntem mevcut değildir.
- Nükleer santrallerin ticari ömürlerini doldurduktan sonra söküm bedelleri de ilk tesis kurulum bedelleri kadar yüksektir ve bu bedel Akkuyu’da Türkiye’nin sırtına yüklenmiştir.
- Kurumsal yapı ve mevzuat doğru dürüst oluşturulmadan yapımına başlanan santralde denetimin layıkıyla yapılması yönünde endişeler oluşmaktadır ve bu durum, işletim sürecinde ciddi teknik sorunlara yol açabilir.
- Nükleer santral inşaatı bölgesi, sadece Ecemiş fayı nedeniyle değil, Kıbrıs Dalma Batma Kuşağı, Ölü Deniz Kırığı, Güney Ege Dalma Batma Kuşağı ve 4. Doğu Anadolu kırıkları nedeniyle de depreme yönelik endişeler doğurmaktadır. Akkuyu Nükleer santrali projesinin mühendislik ve inşaat çalışmalarında deprem riskinin gereken düzeyde değerlendirilmediği yolunda kaygılar bulunmaktadır.
- Nükleer santrallerde kaza riski her zaman mevcuttur ve geniş bir coğrafyada, bedelini tüm canlıların ödeyeceği, on yıllarca sürecek ağır yıkımlara yol açacaktır.
Halkın, Meslek Odaları’nın ve Ekoloji Örgütlerinin yıllardır öne sürdükleri gerekçeleri ve talepleri dikkate alınmadan inşaatına devam edilen Akkuyu Santrali, iktidarın siyasi bir şovu olarak 2023’te bir reaktörün açılışına yetiştirilmeye çalışılmaktadır. Bu yetiştirme telaşesinin de etkisiyle ve özensiz çalışmayla temel inşaatında çatlaklar meydana gelmiş, santralin inşasındaki iş güvenlik önlemlerinin göz ardı edilmesi nedeniyle işçi ölümleri meydana gelmiştir. Rus şirket, çözümü yerli inşaat şirketini devre dışı bırakmakta bulmuştur.
Nükleer lobileri ve işbirlikçileri olan bazı hükümetler, nükleer enerjiyi “yeşil enerji” olarak pazarlama gayretindeler. Bu tam anlamıyla bir “yeşil boyamadır”. İşletimi sırasında sera gazı salımı yapmaması, nükleeri temiz ve sürdürülebilir enerji olarak nitelendirmeye yetmez. Bunun için doğaya ve insanlara olan etkiler bütüncül bir bakışla ele alınmalı, kaza riski ve radyoaktif atıkların bertarafı mutlaka dikkate alınmalıdır. Çernobil kazası daha hafızalarımızdayken, buna Fukuşima felaketi eklendi ve nükleerde hiçbir riskin alınmaması gerektiği gerçeğini bir defa daha açıkça ortaya koydu.
Türkiye’nin ne bugün ne de ileride nükleer enerjiye ihtiyacı yoktur. Bu nedenle Akkuyu nükleer enerji santrali sözleşmesi derhal feshedilmeli ve inşaat durdurulmalıdır, Sinop ve İğneada’da yapılması düşünülen projeler iptal edilmelidir. Doğayla ve yaşamla barışık enerji politikasında ne nükleere ne de fosil yakıta yer vardır. İhtiyacımız olan, doğayla yitirdiğimiz bağı yeniden kurmak, doğal varlıkları acımasızca sömürmekten ve tüm gündelik yaşantımızı kaplayan tüketim çılgınlığından kurtulmaktır. Devamlı tekrar edilen “sürdürülebilirlik” kavramına gerçek anlamını vermek ve gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakmak istiyorsak, hemen şimdi radikal bir toplumsal değişime hazır olmalıyız.
Nükleere İnat Yaşasın Hayat!
İklim Adaleti Koalisyonu & Ekoloji Birliği