Almanya'dan Türkiye'ye uzanan bir başarı hikayesi

Yaşamının büyük bölümünü Almanya'da geçiren, Türkiye'ye dönüşünden sonra da kent sorunlarına yönelik duyarlılıkları ile yaşama değer katmayı görev bilen Fatma Vogel Klausmeyer ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

Almanya'dan Türkiye'ye uzanan bir başarı hikayesi
RÖPORTAJ: Zeynep İNAK

Gerçek bir başarı öyküsü, umut olmaya devam ediyor. Almanya'dan Türkiye'ye uzanana başarı öyküsünü keyifle okumanızı dileriz.

Almanya’da uzun yıllar yaşamış ve 4 sene önce Kuşadas’ına yerleşmiş Türkiyeli olarak bize kısaca özgeçmişinizi anlatır mısınız?

Fatma Vogel Klausmeyer ben, 63 yaşındayım, evliyim, üç çocuğum ve iki torunum var.

1958 yılında Seben-Bolu doğumluyum. Bolu merkezde 1968’e kadar yaşadım. Annem ve babam 1965‘te Almanya’ya isçi olarak 5 senelik gittiler. Fakat çocuk hasreti dayanılmaz hale geldiğinden, 1968‘te kardeşimi (5 yaşında), yengemi, yeğenimi (1 yaşında) ve beni (10 yaşında) yaşadıkları Königslutter kasabasına, yanlarına aldılar. Babam okula kaydımızı, kardeşime ve bana Almancayı öğrettikten sonra yaptırdı. Böylelikle fazla dil sorunu yaşamadık. O dönem Almanya, yurt dışından işçilere gerek duyduğundan, "her türlü misafirperverliği” gösteren bir ülke idi. Anne ve babamın Almanyalı iş arkadaşları ile boş vakit değerlendirmeleri, mesela ormanda mantar arama, mangal ve ev yemek davetleri gibi birlikte vakit geçirmemiz, Türkiye’deki hayatı fazla aratmadı.

Bu güzel başlangıç, 1969, 1970‘lerde, iç siyasi tartışmalarla, akabinde işçi almama kararı, medya kanalları aracılığıyla Almanya’ya o güne kadar göç edenlere de yansıdı. “Bu kadar yabancılar yeter, daha fazla kaldıramayız, bilhassa İslam dininden olanlar bizim Hristiyanlık değerlerimize karşı” vb… argümanlarla "Alman“ kökenlileri kışkırtmaya ve göç sonrası Almanya’ya gelen/getirilen bizlere, günlük hayatımızda ırkçı davranışlar, her türlü görünümüyle, yansımaya başladı.

İlk geldiğim günlerde benim içimde bir hayal oluştu, bağımsız bir karar alma durumumda Türkiye’ye dönmek ve orada yaşamaktı.

Kendi geçimimi sağlamaya başladım, çocuklarım dünyaya geldi, siyasi hayatım başladı, sene 1980‘ler idi.

Türkiye’de askeri darbe, Almanya’da savaş gelecek tehdidi ile gerekçelendirilip, silahlanma, kadına yönelik şiddet ve eşitsizlik, ırkçılık, çevre kirliliği ve kapitalist sistemin sömürü politikası derken, kendimi siyasete verdim.

Siyası tartışmalar, güncel sorunlara değinse de, hayat mücadelesi verenler için fazla değişiklik getirmediğinden, mücadele arkadaşlarımla birlikte bir dernek kurduk. Eşitsizlik ve ırkçılık sistemsel olduğundan, derneğimizi iki ayak üstüne kurduk: Birincisi farkındalık ve eğitim; ikincisi de göçmenlere öz psiko sosyal danışma.

Heinrich-Böll vakfının kadın eşitliği çalışma grubunda gönüllü olarak çalıştım, 1995‘te Pekin/Çin’de, Birleşik Milletler tarafından düzenlenen Dünya Kadınlar Konferansı'na katıldım.

Almanyalı bir kadın olarak sadece kadın değildim, emekçiydim, dışlanandım, anneydim, tüm canlılar gibi çevre kirliliğin tesirindeydim. Bu nedenle yaşadığımız ortamı bir bütün olarak görmek ve değişimini şekillendirmek, katkıda bulunmak amacıyla uğraş vermeye devam ediyorum.

4 senedir Kuşadası'nda, eşim Uwe Günter Klausmeyer ile birlikte yaşıyorum.

Almanya’da yaşamak ile Türkiye’de yaşamak arasındaki farklar neler?

Aslında kurallar açısından pek bir fark yok. Sonuçta yönetmelik, Almanya yönetmelik sisteminden gelmiş. Uygulamada büyük fark var. Belli kurallar var ise, bu kurallara uymayanlar da olur. Uymayanlar la ilgili hangi idari işlem yapılıyor. Almanya’da kuralsızlık takip edildiğinden, uymayanlar sayısı, genelleme yaparsam, çok az ve kuralsız yaklaşımı ortaya çıktığında cezai işlem başlatılır.

Örneğin yaya geçidi, araç yaya gördüğünde durmak zorunda, aksi takdirde kırmızı trafik lambasından geçmiş gibi ceza uygulanır ve sürücü belgesine cezalı puanlama işlenir.

Puanlama sistemi baya başarılı, para cezası yanı sıra, puanlar belli sayıya geldiğinde sürücü belgeni emniyet birimi belli bir süre için alır.

Bu basit bir örnek, kuralların nasıl takip edildiğine dair anlaşılır bir örnek.

Yerleşim yerlerinin kanalizasyona bağlı olması ve arıtma tesislerinin bulunması diğer bir örnek. Almanya’da ev inşaatları öncesi yapılan ilk iş kanalizasyona bağlantı işleridir. Bunu Belediye hazırladıktan sonra inşaat izni verilir. Şehir ve Çevre planlama birimleri yoğun çalışmakta olmaları da başka bir göstergesidir.

Burada önce bina sonra alt yapı uygulanıyor. Şehir ve Çevre planlama birimleri ya yok ya da çalışmıyor.

Almanya’da ve Türkiye’de, moloz, evsel atık vb. belli döküm alanları dışında, atmak yasak. Almanya’da böyle bir sorun yok hükmündedir. Burada ormanlık alana, boş arsaya, parklara vb. atılıyor, takibini yapacak birim olduğu halde sorun çözülemiyor. Sade Kuşadası’na öz bir sorun değil tabii ki.

Çevreye ve doğaya duyarlılık ve bunları korumak en önemli unsurlardan biri olması şart. Sağlıklı yaşam alanları hepimiz için olmazsa olmaz.

Bilgi edinme hakkı her iki ülkede yasal haktır, fakat uygulamaya bakınca, Almanya bu hakkı sağlıyor.

Tüketici hakları her iki ülke de aynı. Bununla birlikte itiraz hakkı da. İtiraz eden kişiye itiraz edilen konuyla ilgili, yazılı olarak, yasal hak arama imkanını sağlayan, ya kabul beyanı veya ret beyanı yapılması şart. Burada eskiye değinen bir alışkanlık var, "gider konuşurum“ alışkanlığı.

Tüketicilere bilgilendirme ve danışma imkanları sağlanması faydalı olabilir.

Sonuçta, Türkiye’deki düzensizliğe alışmakta zorluklar yaşıyorum. Alışmak da istemiyorum.

Türkiye son dönemde değişim gösteriyor mu?

2014‘te Türkiye’ye geldim, evet son 5 yıl ılımlı İslam Devleti’ne doğru gittiğinin belli belirtileri görünmekte ve yaşanmakta diyebilirim. Bunun haricinde ekoloji açısından da kötü gelişmeler ortada. Küresel ısınma ile mücadele de de Avrupa ülkelerine kıyasla çok geride ve 2015’te Paris’teki iklim konferansında, Paris Anlaşması, 2020 sonrası süreçte, iklim değişikliği tehlikesine karşı, küresel, sosyo-ekonomik dayanıklılığının güçlendirilmesi hedeflemektedir. 

Bu açıdan bakılırsa, karbondioksiti azaltma çabası neredeyse yok. Sürdürülebilirlik başlığı altında yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmakta çok gerideyiz.

Türkiye rüzgar ve güneş kaynaklı enerji açısından verimli bir iklime sahip olduğu halde, Şubat 2021 oranları ile rüzgar yüzde 10,21, güneş yüzde 3,39.*

Buradaki şehirlerin sorunları nelerdir?

Betonkentler diyebileceğimiz yerleşim yerlerinin başında İstanbul, İzmir gibi mega kentler olduğu gibi, Kuşadası’da betonkent olmuş ve betonlaşmakta da ilerliyor olması.

Sürdürülebilirlik ve Bütünsel başlığı altında, üretim ve çeşitliliğin devamlılığı sağlanırken, tüm canlıların yaşamının daimi kılınabilmesidir.

Kentsel dönüşüm ve kentsel büyüme planlaması gerçekleştirilmesi, ekolojik ve organik tarım uygulaması, kişi başına yeşil alanların minimum yüzde 6 metrekare oranında olması, tüm canlılara ve doğaya sağlıklı ortam sağlanmasıdır.

Böylelikle küresel ısınmayı durdurmak için önemli adımlardan bir kaçı. Tabii ki Enerji. Yenilenebilir enerji kaynakları, rüzgar ve güneş enerjisi ön planda olması şartıyla, çevreye en az negatif katman sağlayan enerji kazanma yoludur. Sürdürülebilirlik açısından bu tür doğal enerji kaynaklarını daha geniş çapta enerji üretiminde ve kullanımında çoğalmasını sağlamak gerekir.

Ekolojik hayat ile ilgili kaygılar taşıyor musunuz?

Küresel ısınma ve iklim değişikliği bugün başlamadı, sanayileşme, mega kentlerin oluşumu, küçük aile tarımının azalması, ticari ve büyük tarımın büyümesi ve bununla bağlantılı daha çok üretim amacıyla pestisitlerle ve kimyasal gübrelerle sofralarımıza “zehirli gıda“ gibi bir kaç etken, günümüzde de bir büyük sorun olarak karşımızda.

Bir birey olarak benim sağlıklı gıdaya erişimimi imkansız hale getirdiğinden de çok üzgünüm. Sadece soframa değil, yaban arıların, böceklerin, kuşların, sineklerin zehirlenmesi ve yok sayılara gerilemesi de “ilaç” adı altında zehir kullanımının önemli etkeni.

Kuşadası, yaklaşık 330 gün güneş gören bölge. Güneş enerji kazanımı, bir kaç güneş enerji tarlası hariç, düşünülmüyor, kullanılmıyor.

Kış döneminde hava kirliliği bir hayli yüksek. Kirazlı köyü de hava kirliliği açısından sorunlu bir köy. Odun ve kömür ile ısı kazanan köylü, ben doğal yakıt kullanıyorum diye birde övünüyor. Daha yoğun bir şekilde bilgilendirme, ekosistem eğitimleri ve farkındalık atölyeleri yerel insanlara sunulmalıdır. Bu konuda bilgi dağıtımı her türlü medya imkanlarını kullanarak geniş bir çapta yapılması da önemli.

Kuşadası’nın içme ve kullanma suyu, yani şebeke suyu, içme ve kullanma suyu yönetmeliğine uygun mu, şüpheli. Ambalajlı su tüketimine dayalı bir sistem ne kadar sağlıklı olabilir. İçme suyu, Yerel ve Büyükşehir Belediye’si sorumluluğu altında servis edilmelidir.

Kuşadası’nda yapmak istediğiniz çalışmalar neler?

Ekokentler ile ilgili araştırmam nedeniyle, Kuşadası’nın ekokent olarak büyümesini, ormanlarının korunması ve şehir içi “mini orman“ modeli uygulanması ilk adımlarım olacaktır. Ekokentlerin bir katmanı “pasif ev“ yapımı, bağımsız ve doğaya en düşük zarar veren yapı şeklidir. Güneş panelleriyle elektrik üreten, sıvı atık geri dönüşüme, yani gübre kazanmaya, gri suyu bir kaç defa kullanabilme olanağı ve böylelikle su israfını azaltmak, yağmur suyu depolama, motorlu taşıtlar yerine yürüyüş ve bisiklet yollarına öncelik verilmesi. Ekokent modelinde, iş yerlerinin de ağırlıklı olarak yürüme mesafesinde olması, sürdürülebilirlik konsepti, bir nevi köy şeklinde yapılması, gerçek anlamda sağlıklı yaşam için ideal bir kentleşme modeli. Geleceğimizin daimi kalabilme açısından tek yöntemdir.

Kuşadası sizin için ne ifade ediyor?

Kuşadası’nın coğrafi konumu, ılımlı iklimi, tarihsel ve doğasal zenginliği ve İzmir’ yakınlığı mükemmel bir yerleşim yeri.

Yukarıda ayrıntılı bir şekilde dile getirdiğim iklim değişikliği ve küresel ısınma, Kuşadası’nı ve çevresini etkilediğini görüyorum. Bu cenneti korumamız gerekli.

Türkiye ve Almanya neler ifade ediyor?

Türkiye ile Almanya ilişkileri, olumlu olumsuz, Osmanlı döneminden günümüze dayanmasıdır.

Almanya’nın sanayileşme, kentleşme, organik tarım uygulamaları, okul ve okul dışı eğitim müfredatı vb., birçok alanda, bilgi alış verişi için önemini yitirmediğini düşünüyorum. Bunu da eşit seviyede yapılmasını sağlıklı buluyorum.

Benim sosyalizasyonum Bolu’da başladı ve Almanya’da devam ettiğinden, birçok avantajlarımın olduğunu biliyorum. En başta farkındalık açısından kazanımlarım, örgütlenmenin getirdiği gücü ve kazanımlarım, çoğu zaman azınlık olmanın zor şartları sayesinde tecrübelendiğimi, kazanç olarak görebilmemdir.

Böylece, tecrübelerimi doğa ve yaşam alanlarımız için değerlendirmek istiyorum.

Çok teşekkür ederiz. Başarılar dileriz...

*Kaynak: Enerjiportalı, veriler: GÜYAD – Güneş Enerjisi Yatırımcılar Derneği