Marmara Yaşasın Kampanyası Basın Açıklaması

Marmara Yaşasın Platformu 4 Şubat Cumartesi günü İstanbul'da yaptığı basın açıklmasında, Marmara denizinin durumunu ekokırım suçu olarak nitelendirdi. Basın açıklamasını Marmara Yaşasın platformundan Melis Tantan okudu. Basın açıklamasının okunmasından sonra Bursa Su Kollektifi'nden Yavuz Emre, Uludağ'ın ranta açılması süreecini anlattı. Saros Gönüllülerinden Mürşide Çoban, Saros körfesine yapılmakta olan limanın körfeze vereceği zararlarından bahsetti. İstanbul Tabipler Odası'ndan Esin Tuncay ise Marmara denizinın geldiği durumun insan sağlığına etkilerinin negatif yönde olacağını belirtti. Marmara Yaşasın platformunun basın açıklaması metni aşağıdadır.

Marmara Yaşasın Kampanyası Basın Açıklaması

Marmara Bölgesi 1950’lerden bu yana Türkiye’de sanayileşmenin ve ona bağlı olarak nüfus artışının en hızlı geliştiği bölge oldu. 1980’lerden itibaren hızla uygulanmaya başlanan neoliberal politikalar, ranta, talana ve betona dayalı çarpık kentleşmeye ve tüketimde yoğun artışa yol açtı. Endüstriyel ve evsel atıksular, tarımda yoğun olarak kullanılan gübre ve tarımsal zehirler, gemi balast sularıyla denize taşınan kirleticiler, kıyılardaki yoğun yapılaşma, endüstriyel balıkçılığın sebep olduğu aşırı avlanma, deniz kıyılarının doldurulması gibi etkenler Marmara’yı ölümün eşiğine getirdi.

DİKKATE ALINMAYAN UYARILAR!

Marmara Denizi’ni bekleyen felaket, ölçümler ve raporlarla uzun yıllar boyunca dile getirildi. İller Bankası, 1975 yılında yayınlanan “İstanbul Kanalizasyon Projesi Master Plan Revizyonu” isimli raporunda, gerekli arıtma yapılmaksızın gerçekleşecek deşarjların oluşturacağı sorunları net bir şekilde sıralamıştı. Raporda “Marmara Denizi’nin alt tabakasının İstanbul’un atıksularının ancak küçük bir kısmını özümleyebilecek kapasitede olduğu, artan nüfusla ve sanayiyle birlikte, evsel ve endüstriyel atıkların kontrolsüz biçimde Marmara’ya gönderilmesiyle ışık geçirgenliğinin düşeceği, Marmara’da alt seviyelerde çözünmüş oksijen miktarının giderek azalacağı, alt tabakada canlılığın kaybolacağı, Ege ve Karadeniz’in de Marmara’nın kirliliğinden zarar göreceği, balıkların zehirlenmesine yol açacağı ve balıkçılığı olumsuz etkileyeceği” uyarılarında bulunuldu. Bugün yaşanan tam olarak budur! Aşırı kirliliğe ve oksijen kıtlığına dayanamayan çoğu canlı türü ya yok olmuş ya da Marmara’yı terk etmiştir. Biyoçeşitlilikte ciddi azalmayla birlikte, kirliliğe dayanabilen türlerin sayılarında da önemli artışlar meydana gelmiştir.

2021 yılının Mart ayı civarında tekrarladığından beri sürekli gündemde olan müsilaj, aslında uzun yıllardır arıtılmadan Marmara Denizi’ne verilen atıksuların yol açtığı deniz kirliliğinin bir sonucudur. 2020 yılı Kasım ayında Ergene Derin Deniz Deşarjı projesinin ilk etabı tamamlanmasıyla yaklaşık 15.000 metreküp/günlük bir debiyle atıksular Marmara Denizi’ne verilmeye başlandı. Aynı dönemde Marmara Denizi’nde balıkçılar, ağlarını çekerken 15-20 metre derinlikte oluşmaya başlayan müsilaj nedeniyle zorluk yaşadılar. Ergene deşarjının başlaması ile müsilajın aynı tarihlere denk gelmesi oldukça manidardı. Müsilajla mücadele kapsamında, 6 Haziran 2021’de 22 maddelik “Marmara Denizi Koruma Eylem Planı” ve ardından bu eylem planını yürütmek için “Bütünleşik Stratejik Plan” açıklandı. 4 Kasım 2021’de çıkarılan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Marmara Denizi ve Adalar “Özel Çevre Koruma Bölgesi” ilan edildi ve bölge sınırları içerisindeki tüm imar planları hazırlama ve ilanı yetkisi Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na geçti. 30 Aralık 2021’de Marmara Denizi, tüm kıyı şeridini de kapsayacak şekilde “hassas su kütlesi” ilan edildi. Ancak bunca toplantıya, alınan kararlara, eylem planına ve yönetmelik değişikliklerine karşın, Marmara’nın asıl kirleticileri ile ilgili somut bir adım atılmamış, bakanlık denetleme sorumluluğunu gerektiği şekilde yerine getirmemiş, sonuç olarak arıtılmayan atıksuların denize deşarjına engel olunmamıştır. 

Bugün Marmara Denizi, tüm kıyı çevresi ve adalarıyla bir EKOKIRIM SUÇ MAHALLİNE dönüşmüştür! Mega kent İstanbul Marmara’yı önemli ölçüde kirleten evsel atıksularıyla, Kocaeli-Dilovası bölgesi sanayi yoğunluğunun ürettiği hava ve su kirliliğiyle, Tuzla ve Yalova bölgeleri tersaneler kaynaklı kirlilikle, Ergene havzası bölgedeki tüm organize sanayilerden kaynaklı toprak ve su kirliliğiyle, kirliliği Marmara Denizi’ne taşıyan ve tamamının devreye girmesiyle daha da felakete yol açacak olan Ergene Derin Deniz Deşarjı’yla, Bandırma’da Gönen Nehri, Bursa’da Nilüfer Nehri’nin ağır endüstriyel, evsel ve tarımsal kirlilikleri denize taşımasıyla, Çanakkale-Balıkesir'deki ölçek planları sonucu ortaya çıkabilecek yat, liman vb projeleriyle, Biga’daki kömürlü termik santrallerin soğutma sularının neden oldukları kirlilik ve sıcaklık artışıyla, adalardaki çok sayıda mermer ocakları ile inşaatlar, hafriyatlar ve kıyı doldurmalarıyla tüm bölge istisnasız tüm illeriyle bir suç mahaline dönüşmüş durumda. Tüm Marmara çevresinde toprağı, havayı, suyu zehirleyerek ekolojik yıkımlara yol açan bu etkenler, sadece Marmara Denizi’ni yok etmiyor, aynı zamanda bölgede yaşayan insanlarda ciddi sağlık sorunlarına yol açıyor, yaşam alanlarını bozarak geçim koşullarını zarara uğratıyor, insanların denizle bağını kopararak, kültürel mirasa ve toplumsal hafızaya ağır darbe vuruyorlar.

MARMARA DENİZİ KİRLİLİĞİNDE İSTANBUL’UN AĞIR TARİHSEL SORUMLULUĞU!

1970’lerde Haliç’in ve İzmit Körfezi’nin kirliliğine çözüm getirmek amacıyla hazırlanan projede, sözde Derin Deniz Deşarjı prensibiyle atıksuların arıtılmaksızın alt akıntıya deşarj edilerek tamamının Karadeniz’in ölü olduğu iddia edilen sularına taşınacağı fikri savunuldu. Oysa kirli atıksuların ancak uygun şartlar altında 10%’u Karadeniz’e ulaştı, kalan çok büyük bölümü ise karışıma uğrayarak Marmara’ya geri döndü. Onlarca yıldır uygulanan derin deşarj, Marmara’yı öldürmekle kalmadı, Karadeniz’e dip akıntısıyla ulaşan kirli sular, buradaki zengin biyoçeşitliliği de yıkıma uğrattı. 

Marmara Denizi’nin ölüm fermanı anlamına gelen Derin Deşarj uygulaması, 1989’da Yenikapı’da, evsel ve endüstriyel atıksuların sözde ön arıtma denilen ancak hiçbir biyolojik ve kimyasal arıtma yapılmadığı gibi ön arıtma tesisinde olması gereken çökertme dahi yapılmadan, sadece kaba ızgaralardan geçirilerek derine fiilen verilmesiyle başladı. 1989 yılının ekim ayında Üsküdar-Tuzla-Adalar üçgeninde büyük ölçekte balık ve deniz canlıları boğularak öldü. Sonraki yıllarda 1992 Üsküdar, 1997 Baltalimanı, 1998 Büyükçekmece (2017 de İleri biyolojik arıtmaya çevrildi), 2003 Küçükçekmece, 2003 Kadıköy, 2004 Küçüksu, 2009 Paşabahçe sözde ön arıtma sistemleri devreye alındı. Büyükçekmece dışındakiler halen çalışıyor. Bedrettin Dalan döneminde hazırlanan atıksu master planları, Veysel Eroğlu döneminde de devam ettirildi. 

Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı verilerine göre Marmara Denizi’ne gelen toplam evsel ve endüstriyel yükün%67’si İstanbul kaynaklıdır. 2021 yılı İSKİ verilerine göre ise İstanbul’un günlük atıksu debisi 4.1 milyon metreküp civarındadır. Bunun %60’lık kısmı olan 2,4 milyon metreküp atıksu 8 adet sözde ön arıtma denilen pompa terfi istasyonunda arıtma yapılmadan denize verilmektedir. Halihazırda Yenikapı Ön Arıtma Tesisi’nin biyolojik arıtmaya çevrilme projesi devam etmektedir. Biyolojik arıtmayla sadece karbon arıtması yapılacak olup azot ve fosforun arıtılması mümkün değildir. 2021 yılında arıtma sonrası geri kazanılan atıksu oranı ise sadece %2’dir.

İstanbul’da çok sayıda ve dağınık yerleşimleri olan sanayi tesisleri, kimyasal kaynaklı kompleks atıklarını yeterince arıtmadan, İSKİ’nin kanalizasyon tesislerine verilmektedir. Deniz deşarjlarına ek olarak, Haliç ve Kurbağalıdere deniz dibi çamurlarının ve Marmaray hafriyatının denize dökülmesi, 3.Havalimanı, 3.köprü, Kuzey Marmara Otoyolu gibi mega projeler ve bunların inşaatlarına malzeme sağlamak için açılan çok sayıda taşocağı, bölgedeki nüfus ve sanayileşme baskısını daha da artırarak Marmara Denizi’ndeki ekolojik yıkımı derinleştirmekte ve sorunun çözümünü daha da güçleştirmektedir.

Marmara’nın uğradığı yıkım biyoçeşitlilikte ve canlı türleri sayısında büyük düşüşlerle, oksijen miktarında kritik seviyelerin altına inen azalmayla, azot, fosfor oranlarındaki büyük artışla ve bu artışa bağlı olarak 2021’de geniş ölçekte patlak veren müsilajla apaçık ortada. Hal buyken, İSKİ’nin ne yazık ki tarihsel hatayı tekrarlamakta ısrar ettiğini görüyoruz. İSKİ’nin ileriye yönelik stratejisinde Marmara Denizi’ne yapılacak deşarjlarda ileri biyolojik arıtma ve derin deşarjı, Boğaz girişi ve Boğaz’dan yapılacak deşarjlarda ise biyolojik arıtma ve derin deşarjı hedefleniyor. Yenikapı ve Kadıköy alt tabaka deşarjlarının %80 oranında, Boğaz alt tabakasına yapılacak deşarjların ise %95 oranında Karadeniz’e ulaşacağı iddia ediliyor.  Sonuç olarak, İSKİ’nin atıksu politikasının arıtılan suyun geri kazanımına değil, derin deşarjla bertarafına yönelik olduğu açıkça görülüyor. 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı İstanbul Planlama Ajansı’nın 2022 yılında yayınladığı “20 soruda Marmara Denizi” bildirisinde de Marmara’nın bazı sorunları dile getirilmiş, ancak İstanbul’un bu kirlilik ve yıkımlardaki hayati sorumluluğuna değinilmemiş ve İSKİ politikalarına yönelik bir eleştiri veya iyileştirme talebi yer almamıştır.

MARMARA DENİZİ ALICI ORTAM OLAMAZ!

Deniz ekosistemini, bu ekosistemin bir parçası olan insanların yaşam alanlarını ve Marmara Denizi’nden geçimini sağlayan küçük balıkçıların ihtiyaçlarını değil, sermayenin kazançlarını önceleyen neoliberal politikalarla geldiğimiz noktada, Marmara Denizi’nin artık atıksuların kirletici yükünü taşıyacak gücü kalmamıştır. Endüstriyel ve evsel atıksuların kaynağında arıtma uygulamalarına geçilmeli, tüm atıksu arıtma tesislerinin uygun arıtma yapmalarını sağlayacak denetimler layıkıyla yapılmalı, arıtmasını uygun yapmayan sanayi tesisleri kapatılmalıdır. “Kirleten öder” prensibi Marmara’yı kurtaramaz.

Marmara Denizi alıcı ortam olamaz! 33 yıldır ısrarla uygulanmakta olan sözde derin deniz deşarjına derhal son verilmelidir. Karada tüketilen su karada kalmalı, atıksular geri kazanılarak sanayide ve sulamada tekrar kullanılmalıdır. Bunca yıldır kıyı tahribatlarıyla ve diğer kirleticilerle yıkıma uğrayan karasal ekosistemleri de doğaya yeniden kazandırmak için çalışmalar yapılmalıdır.

Gelinen bu süreçte, Marmara’nın ekokırım suç mahalli olduğuna ilişkin kamuyu bilgilendirmek, yerel yönetimler ve ilgili bakanlıkların yıllardır ihmal ettikleri görevlerini yerine getirmeleri için sesimizi yükseltmek ve süreci takip etmek amacıyla “MARMARA YAŞASIN!” kampanyamızı başlatıyoruz.

Bu kapsamda; Marmara Denizi yıkımlarının vurgulanması için sosyal medya kampanyaları, sunum-forum organizasyonları, atölye çalışmaları, Marmara’nın yıkımına yol açan ekokırım suç mahallerinin ifşası için eylemler, ekokırımın Türkiye’nin iç hukukunda suç olarak tanınmasına yönelik Marmara’daki suçların anlatılarak “Yurttaş Ekokırım Yasası Yapıyor” kampanyasına imza toplanan stant çalışmaları yapacağız.

Herkesi kampanyamıza destek olmaya çağırıyoruz, gelin, Marmaya’yı birlikte kurtaralım! Marmara Yaşasın!