Zülfi DİCLELİ

Zülfi DİCLELİ

zulfu@optimistkitap.com

Kendini yurttaş olarak görmek

Türkiye’nin nüfusu 80 küsur milyon. Peki, Türkiye’de kendisini yurttaş olarak gören kaç kişi var? Adına ister Türk devleti, ister Türkiye devleti, ister Türkiye Cumhuriyeti devleti deyin, “ben bu devletin yurttaşıyım” diyebilen kaç kişi var. Kendini yurttaş olarak görmek anayasada belirtilen yurttaş haklarına fiilen sahip olmak, bu haklardan özgürce yararlanabilmek demektir. En önemlisi bu haklardan bütün yurttaşların eşit olarak, aynı şekillerde, hiçbir ayrımcılığa uğramadan yararlanabilmesi demektir. Daha basit söylersek ancak ayrımsız herkesin “bu devlet benim devletim” dediği bir ülke gerçek eşitliğin ülkesi olabilir.

Bizde bugün durum bu mudur? Bugün yaklaşık benzer oranlarda iki büyük kampa ayrılmış gibi görünen seçmen kitlesinin bir yarısı kendisini esas AKP’nin yurttaşı gibi görüyor, hak ve özgürlüklerini anayasada yazılanlara göre değil, AKP iktidarının kendisine bahşettiklerine göre tanımlıyor. Onun için de yurttaşlık hakları ve anayasal demokrasiyle ilgili talep ve mücadelelerinden uzak duruyor.

Seçmen kitlesinin muhalifler olarak adlandırılan ikinci yarısında yer alanların büyük kısmı devletin artık kendilerini terk ettiğine inanıyor. Geçmişte kendilerine tanınan ayrıcalıklar bugün onlardan esirgeniyor, üstelik kendilerini devletle özdeşleştirebilmelerini sağlayan semboller ve kahramanlar saygı görmek bir yana aşağılanıyor. Kürt seçmenler zaten hiçbir zaman bu devletin yurttaşı olmaktan gurur duyabilmiş değiller. Bütün bunlara rağmen yurttaş haklarına sahip çıkan ve aralıksız savunan çok da geniş olmayan demokratik bir birikimimiz var. Ama o da yoğun baskı altında tutuluyor.  

Muhalif kesimlerdeki bu yabancılaşmanın bir başka göstergesi son yıllarda ülkeyi terk edip yabancı ülkelere yerleşenlerin, yani bu devletten umutlarını kesmiş olanların – özellikle eğitimli görece genç kesimdeki – sayısındaki hızlı artış.

Bütün bunlardan çıkan sonuç Türkiye’nin en önemli meselesinin insanların kendilerini en başta yurttaş olarak yeniden oluşturmalarını, konumlandırmalarını sağlamak olduğudur.

Bu yaşamsal önem taşıyor, çünkü ne “AKP devleti”nin sürdürülebilirliği vardır ne de Cumhuriyet’in eski biçimlerine geri dönmek mümkündür.     

Yeni Türkiye vizyonu ancak devletin bütün yurttaşlara eşit yaklaştığı, herkese aynı hakları tanıdığı ve bunun uygulamada hiçbir şekilde aksamaması için azami özen gösterdiği bir çerçevede anlam kazanabilir.

Yukarıdan aşağı, buyurgan, gizli kapaklı, dar tabanlı yönetimlerin yerini katılımcı, birlikte inşa edici, işbirlikçi geniş birliktelikler ancak böyle oluşur. Keyfiliğin yerini şeffaf ve hesapverir demokrasi ancak bu yolla alabilir. İnsanlar ancak bu çerçevede yurttaşlar olarak sorumluluk duymaya ve üstlenmeye başlayabilirler. Gerçek eşitliğin ülkesine ancak buradan yürünebilir.