Sinan TUTAL

Sinan TUTAL

sinantutal@gmail.com

Musilaj, Marmara Denizi'nin Covididir

Marmara Denizi, Avrupa kıtası ile Asya kıtasını ayıran bir denizdir. Aynı zamanda kadim şehir İstanbul’un ortasından geçerek, içinden deniz geçen şehir olarak tanınmasına da aracı olmuştur.

Bundan 7.000 yıl öncesinde bir Karadeniz tufanı neticesinde oluştuğu söylenir. Bir zamanlar deniz foklarının, deniz kaplumbağalarının sularında dolaştığı söylenen bir denizdir.

Ama Marmara Denizi günümüzde çok ciddi tehdit altındadır, deniz salyası (müsilaj) denen kirlilik de Marmara Denizi’nin ne denli can çekiştiğinin kanıtıdır.

Deniz salyasını Marmara Denizi’nin Covid’i diye nitelemek yanlış olmaz. O da Covid gibi gerekli önlemler alınmadığında, zaman içinde yaygınlaşıp, Marmara Denizi’ni soluk alamaz hale getirip, ölmesine neden olmaktadır.

Denizdeki biyolojik üretimin ilk aşamasını oluşturan fitoplankton dediğimiz mikroskobik bitkiciklerin aşırı çoğalması sonucu, ortamda oluşan bazı şartlara tepki olarak bıraktıkları salgıya müsilaj deniyor. Bu yapı suyun içindeki bakteri ve virüs gibi mikroorganizmalar için çok uygun bir beslenme ortamı yaratıyor.

Marmara Denizi gibi kısmen kapalı denizlerde normal de olabilen bir şeydir, ancak gerekli şartları bulduğu zaman, sayısı ve yoğunluğu artıp, denizlerimizi hasta edip, yatağa düşürebiliyor ve kalıcılaşıyor. Ancak kalıcılaşması doğal ve normal bir durum değil. İklim krizine bağlı sıcaklık artışı, beslenebileceği kirliliğin artması gibi faktörler bir araya geldiği zaman popülasyonu artıp, ortamdaki oksijeni tüketip azalttığı için Marmara Denizi’nin ekosistemini etkileyecek, onu esir alabilecek noktalara gelmiştir. Aynı Covid’e yakalanan bir insanın oksijen azalması nedeniyle nefes almakta zorlanması, oksijen desteği alması, hatta entübe olması gibi.

Doğal olarak bu durumda Marmara Denizi’nde kirliliğe neden olan etkenlere bakmak gerekmektedir.  

Marmara Denizi’nin içinde bulunduğu bölge Türkiye sanayi üretiminin %70’lere varan çok büyük bir kısmının gerçekleştiği bir bölgedir. Özellikle İstanbul başta olmak üzere nüfus yoğunluğu çok yüksektir.  Marmara Denizi, insan ve araç taşımacılığı anlamında Türkiye’nin en hareketli denizidir.

Marmara Denizi’nde Antik Çağ’lardan beri balıkçılık önemli bir uğraştır. Son 15 yılda ise avlanabilen balık sayısı yarı yarıya azalmış durumdadır.

Kirlilik, Marmara Denizi’nin başlıca sorunlarındandır. Özellikle İstanbul, İzmit ve Bursa gibi yoğun nüfuslu şehirlerin atıkları ile İzmit Körfezi etrafındaki ağır sanayi tesisleri, denizi kirliliğinin nedenleridir. Günde yaklaşık olarak 0.3 milyon metreküp sanayi, 2.1 milyon metreküp evsel atık bırakılmaktadır. Denizdeki denizanası yoğunluğu da bu kirliliğin işareti olarak kabul edilir.

Marmara denizi ise hem evsel atıklar ve endüstriyel deşarjlar, hem de deniz ulaşımı ve nehirlerden kaynaklanan kirlenme tehlikesi yaşıyor.


Altyapı ve denetimin yetersiz olması, kanalizasyon toplama şebekesi ve arıtma tesislerinin bulunmaması ve işletme maliyeti nedeniyle, olan arıtma tesislerinin çalıştırılmaması, evsel kirlilik problemlerinin temelini oluşturuyor.
İstanbul civarında bulunan 5.000’e yakın endüstri kuruluşundan, 0,3 milyon metreküp civarında atık su deşarj ediliyor.
       
Bu atık suların %50’si ise arıtılmadan denize bırakılıyor. Yapılan son araştırmalara göre, İzmit Körfezi’ne günde 6.6 kg kurşun, 43.2 kg çinko, 1.9 kg bakır, 209 kg krom, 5.1 kg civa gibi ağır metallerin yanı sıra 10.9 ton azot ve 30.8 ton atık karışıyor.
Marmara Denizi’ne, İstanbul’dan günde 1.2 milyon metreküp, Bursa’dan günde 0.3 milyon metreküp, İzmit’ten 0.2 milyon metreküp, diğer 5 şehirden 0.4 milyon metreküp olmak üzere bölge genelinde 2.1 milyon metreküp evsel atık su deşarj ediliyor.
       
Deniz araçlarının sintine ve balast suları, tank yıkama sularından kaynaklanan kirlenmenin yanı sıra ham petrol taşıyan tankerlerden sızan petrol, Marmara Denizi’nde çok geniş alanlara yayılıyor. İstanbul Boğazı’nda deniz trafiğinden kaynaklanan kirliliğin toplam kirliliğe katkısı, yaklaşık yüzde 10 olarak tespit ediliyor.

Bu kirliliğin bir kısmı, hakim yüzey akıntıları nedeniyle alttan Karadeniz’i, üstten Ege Denizi’ni de etkilemektedir.

Yukarıdaki değerler bize, Marmara Denizi’ni bir çöplük, bir foseptik çukuru gibi gördüğümüzü göstermektedir.

Şimdi, geç bile kalınmış çözüm yollarını konuşma zamanı. Başta yeni bir atık yönetim politikasına ihtiyacımız var. Bu politika, iklim krizi ile mücadeleyi ve ekosistemi korumaya yönelik çalışmaları önceliğine almalıdır.

Yüzey alanını kapsayan ve suyla atmosferin ilişkisini kesen müsilaj, aslında buzdağının görünen yüzü. Esas müsilajın dibe çöken kısmı sorun oluşturup, başta balıklar ve mercanlar olmak üzere tüm canlıların hareket etme ve nefes alma özelliklerini yok ediyor ve zamanla ölümlere yol açıyor.

1994 yılında Marmara Denizi’nde biyolojik arıtma sistemi kurma işi, belediye başkanlığı görevine gelen Recep Tayyip Erdoğan tarafından iptal edilip, denizin dibine deşarj sistemi hayata geçirilmiştir. Sadece filtreden geçirip, çökeltme ile deniz dibine deşarj etme işi aslında pisliği halı altına süpürme mantığı ile aynıdır. Aslında gerçek bir arıtma yapmayıp, göz boyayarak kendini kandırma işidir. Uzun vadede karşımıza çıkan olumsuz sonuçları ortadadır.

Ergene projesi de dahil tüm derin deniz deşarj projeleri ve uygulamaları durdurulmalıdır.

Dolayısıyla en az iki, üç noktada kurulacak ileri arıtma sistemleri zorunludur.

Kanal İstanbul gibi, hem kentin nüfusunu ciddi boyutlarda arttıracak hem de ekosistemi tahrip edecek ve Marmara Denizi’nin daha da fazla kirlenmesine neden olacak rant projelerinden vazgeçilmelidir.

İklim kriziyle bağlantılı, küresel ısınma nedeniyle deniz suyu sıcaklığındaki yükselmenin önüne geçilmeli, karbon emisyonlarını azaltmaya yönelik, kent çapında uygulamalar hızlı bir şekilde planlanıp, devreye sokulmalıdır.

Marmara Denizi’ni saran deniz salyası sorunu esasında betona ve endüstrileşmeye bağlı büyüme stratejisinin de iflasını bize göstermektedir.

21.yy’da artık bir önceki yüzyılın kavramları ve araçları ile yürüyemeyiz.

Türkiye için endüstriyalizmin, ne olursa olsun büyüme stratejisinin artık sorgulanması gerekir. Türkiye’nin farklı bir kulvara geçme şansı vardır. Sürekli büyüme ve kar arzusunu besleyen üretim ve tüketim çılgınlığını sorgulamadan, ekosistemle uyumlu bir gelecek var edilemez. Şimdi dünya çapında kendini hissettiren ‘yeşil mutabakatı’ konuşma zamanıdır.

Müsilaj gibi bir musibet bazen bin nasihatten iyidir, yeter ki bu musibetten doğru sonuçlar çıkarmayı bilelim.