Ömer TULGAN

Ömer TULGAN

translate@tulgan.com

Kapitalizmin 'beka' sorunu

Kapitalizmin "beka" sorunu

Sürdürülebilir Kalkınma ve Toplumsal Ekoloji

"Sürdürülebilir Kalkınma" özellikle 70'li yıllardan bu yana ekoloji konularında yaygınlaşan bir kavram. "Sürdürülebilirlik" çok değerli bir özellik: Çoğu kez doğal kaynakların, yaşamın, doğanın sürdürülebilirliğini korumaktan söz edilir. "Kalkınma" da sevimli, sıcak çağrışımlara yol açıyor: Tüm insanlara daha iyi yaşam koşulları, fakir ülkeler için geri kalmışlıktan kurtuluş… Ne ki, örneğin "ülkede yüzde beş kalkınma" dediğimiz zaman, sözcük salt soğuk bir istatistik veriye dönüşüyor: "Kişi başına gayri safi yurt içi hasıladaki (GSYİH) yıllık büyüme". Yani, ülkede bir yılda üretilen toplam mal ve hizmet değerlerindeki artışın, ülke nüfusuna bölünmesi - artış kime, ne kadar yarıyor demeden, sanki eşit bölüşülürmüş gibi! Politik metinlerde, uluslararası anlaşmalarda, Birleşmiş Milletler çevre konferanslarında "kalkınma" çoğunlukla bu anlamda kullanılır. Öyleyse "Sürdürülebilir Kalkınma" da, tek tek ülkelerde olsun, tüm dünyada olsun, sürekli, bitmeyen bir ekonomik büyüme demek…

"Sürdürülebilir Kalkınma" kavramının ortaya çıkıp belirginleşme evrimi 1 ilginç: Önce küresel sorunları ele alıp çözüm aramak amacıyla 1968'de kurulan Roma Klübü'nün girişimiyle, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) bilim insanları "Büyümenin Sınırları" raporunu hazırlıyorlar. Rapor, gezegenimizin doğal olanaklarının sınırlı olduğu gerçeğine işaretle, doğal kaynakların kullanımındaki ve çevre kirliliğindeki artış mevcut hızıyla devam ederse, ekonomik büyümenin "gelecek yüzyılda" (yani bizim yüzyılımızda) bu sınırlara gelip dayanacağını hesaplıyor. Bunun üzerine bir sıra yeşilci hareket, raporun verileri temelinde, ama raporun önerdiklerini aşarak, "Sıfır Büyüme" öneriyorlar...

Büyümenin sınırları, doğal kaynakların tükenmesi tehlikesi, 1972'de Stockholm'da ilk kez toplanan "Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı"nın da konusu oluyor. Ardından Birleşimiş Milletler'in girişimiyle 1983'de Norveç başbakanı Brundtland başkanlığında "Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu" kuruluyor. Nihayet, komisyon 1987 tarihli "Ortak Geleceğimiz" başlıklı Brundtlandt Raporu'nda, "Sürdürülebilir Kalkınma" kavramını ilk kez kullanıyor.

Raporda, etraflı şekilde ele alınan çevre krizi sorunlarının yanına, bu kez "ekonomik kriz" de eklenmektedir. Ve "ekonomik büyümenin çevreye verdiği zarar" yerine, artık "çevre sorunlarının ekonomik kalkınmaya ayak bağı" olduğundan söz edilmektedir.

Sürdürülebilir Kalkınma önerilerinin daha başında, artık "sınırlar"dan değil, aksine "büyümeyi canlandırmak"tan söz ediliyor! Buna en önemli gerekçe, sanayi ülkeleriyle fakir ülkelerin durumu arasındaki uçurum, bu ülkeleri geri kalmışlıktan kurtarmanın acil görev olması. Ama rapor aynı nefeste, gelişmiş sanayi ülkeleri için de % 3-4'lük bir büyüme beklentisinin "sürdürülebilir" olduğunu, gerekçe ve kanıt göstermeden ileri sürüyor! 2

Birleşmiş Milletlerin Stockholm'da başlattığı çevre konferansları geleneği, Rio'da 1992'de "Dünya Çevre ve Kalkınma Konferansı" ile sürdürüldü. Konferans iki önemli belge çıkardı: "Rio Sonuç Deklarasyonu" ve 21. yüzyıl faaliyetlerini yönlendirmek üzere "Gündem 21". Deklarasyon'un 1. maddesinde "Sürdürülebilir Kalkınma" yer aldı ve 3. maddede, o günlere dek çevrecilerce dile getirilmiş olan "gelecek kuşakların, sağlıklı bir çevre teslim alma hakkı" yerine, artık "gelecek kuşakların kalkınma hakkından" söz edilidi. 4. madde ise "çevreyi koruma" görevini, "kalkınma sürecinin ayrılmaz bir parçası" olarak tanımlıyordu.

 Rio 1992 konferansı, dünya borç krizi ile aynı döneme rastladı. Neoliberalizm, IMF, Dünya Bankası gibi araçlarıyla, krizi borçlu ülkeleri dize getirmek için fırsat olarak değerlendirdi. Bu, Rio'ya da yansıdı: Sürdürülebilir Kalkınma hedefi "Gündem 21"de, Neoliberalizmin az gelişmiş ulus devletlere dayattığı ilkelerle bütünleşti. 3 Böylece, küreselleşme çağında Sürdürülebilir Kalkınma'nın ideolojik temeli olarak Neoliberalizm, açıkça deklare edildi.

Etik eleştiri ve "Derin Ekoloji"

Bir kez daha okursak görürüz ki, Roma Klübü'nden Rio'ya kadar tüm konferanslar, raporlar, komisyonlarda "ekoloji" sözcüğü hiç geçmiyor. Tüm toplantıların, belgelerin, uzmanların "aman yok olmasın" (ya da belki, "hemen bitivermesin") diye kaygılandıkları nesne, "çevre". Cümlenin sonunu tersinden okuyalım: Çevre bir nesne. Adı üstünde, dışımızdan bizi kuşatan şey, "dış dünya". Sevilen bir dost değil, bir yakın, bir canlı değil. Duyulan kaygı, "insanın zarar görmesi" tehlikesinden ötürü. "Çevre", ancak insanın "işine yaradığı" ölçüde önem kazanan, tüketilecek bir eşya, bir araç.

"Ekoloji", çevre ile aynı mı, farklı mı? Ekoloji, Eski Yunanca "Oikos" sözcüğünden geliyor: Bir çatı altında yaşayanlar, ev efradı, aileden olanlar demek. Kesilen ağaçlar, barajlarla su altında bırakılan, tarım ilaçlarıyla zehirlenen büyük-küçük yaratıklar, geri dönmemecesine yok edilen türler canlı "öznelerdir"; bizim "oikos'umuzun", "büyük ailemizin" fertleridir.

Norveçli filozof Arne Naess tarafından 1972'de kurulan "Derin Ekoloji" hareketi, "sığ ekoloji" diye adlandırdığı, doğayı kendi faydacı amaçları için araçlaştıran çevreciliği, etik açıdan eleştirdi: Naess'e göre, insanın diğer yaratıklar arasında kendine üstün bir rol biçmesi haksız ve küstahçadır. Bu konuda, gerek insana "kâinatın efendisi" diyen dinsel yorumlar, gerekse aydınlanmacı-modernist felsefede "doğaya hükmet!" ilkesiyle yola çıkanlar suçludur.

Derin Ekoloji, değer yargılarını insan çıkarına göre belirleyen "insan-merkezci" etiği reddeder ve "eko-merkezci" veya "biyo-merkezci" diye adlandırdığı bir etik kabul eder. Doğanın, "Gaia" adıyla sembolize edilen, tanrısal özellikler taşıyan bir benliği olduğunu varsayar. 4

Derin Ekoloji'nin "Temel İlkeleri", olmazsa olmaz maddeler halinde saptanmıştır: Buna göre canlılar, türlerin zenginliği ve tüm doğa, insandan bağımsız, kendi içinde değer taşır: İnsanın, yaşamsal zorunluk dışında, bunlara zarar vermeye hakkı yoktur. Halen insanın insan dışı dünyaya hızla artan aşırı düzeyde müdahaleleri, doğaya zarar vermektedir: Politika ve buna bağlı olarak temel ekonomik, teknolojik, ideolojik yapılar değişmelidir. İnsan nüfusu, diğer türlere zarar verir büyüklüktedir: Dünyadaki insan nüfusu azaltılmalıdır.5

Bu "Temel İlkelerin" ötesinde Naess, "Nüfusun azaltılması" konusunda zengin ülkelerin fakir ülkeler için nüfus kontrolü talep etmelerini eleştirir: Asıl, zengin ülkelerde, her yeni doğan birey, fakir ülkelerdekinden çok daha fazla, doğaya zarar verme potansiyeli taşımaktadır. (Yine aynı gerekçe ile  Naess, fakir ülkelerden zengin ülkelere göçleri de reddeder.)

Derin Ekoloji hareketleri, "Temel İlkeler"in çevresinde birleşmiş, din farkı gözetmese de metafizik temelli, radikal inanç birlikleridir. Örgütlenme gevşek ve ademi merkeziyetçi, ama üyelerden beklenen aktivite yüksektir. Eylem biçimleri, şiddeti (kimi gruplar ise "yaşama zarar verebilir" şiddeti 6) reddeder. Eylemler, yalnızca "insan dışı yaşamı korumak" içindir. Derin Ekoloji, bunun dışında, güncel politikalardan ve sosyal çatışmalardan uzak durur.

Kapitalizmin "beka" sorunu ve "Toplumsal Ekoloji"

"Toplumsal Ekoloji" hareketinin kurucusu Murray Bookchin, Derin Ekoloji'nin insanlar arası, toplumsal ilişkilere ilgisiz kalışını eleştirir: Ekolojik sorunları toplumsal sorunlardan ayırmak, bunlar arasındaki kritik önemdeki ilişkiyi küçümsemek, büyüyen çevre krizinin kaynaklarını doğru yorumlamayı engellemektedir: 7

Ekolojik sorunlarla toplumsal sorunlar arasındaki ilişkiyi gözardı etmezsek, görürüz ki, "Büyüme" kapitalist düzen için vazgeçilmez bir "beka" sorunu, bir varlık-yokluk sorunudur: Kapitalizmde büyümenin motoru, teknolojik ilerleme, nüfusun çoğalması, hayat şartlarının iyileşmesi v.b. değil, vahşi rekabetin dayattığı, "büyü, ya da yok ol!" yasasıdır. Böyle bir yasayı temel edinen bir toplumun, insan dışı doğada ağır tahriba yol açması kaçınılmazdır.

Bookchin bunu şöyle bir senaryo ile örnekliyor: "Dünya nüfusunu yarıya düşürdüğümüzü farz edelim: Büyümede ve dünyanın yağmalanmasında bir azalma olur muydu? Sermaye, o zaman da… her cihazdan, motorlu taşıttan veya elektronik aletten iki veya üç tane edinmenin "mutlak bir zorunluluk" olduğunda diretirdi. Bunun yanında, orduda daha öldürücü yeni silahlar talep etmeyi sürdürür ve her yıl bunların yeni modelleri çıkmaya devam ederdi." 8

"Toplumsal Ekoloji", insandan kaynaklanan ekolojik sorunların temelinde, insanın doğasının insan dışı doğayla uyuşmazlığı, insan nüfusunun çokluğu ya da teknolojideki ilerlemenin doğaya aykırılığı değil, daima toplumsal sorunlar, insanın insanla olan sorunları yatar, der: İnsanın doğaya hükmetme çabası, kendini doğanın efendisi sayma "küstahlığı", insanlara hükmetmenin, toplumsal hiyerarşinin doğaya yansıtılması ve sonucudur. Çevre kirliliğinin doğayı boğar hale gelmesi, insanların bilinçsiz tüketim robotlarına dönüştürülmesi, kapitalist rekabetin dayatması sonucundaki alabildiğine büyüme zorunluğunun sonucudur.

Vahşi rekabatin sınırsız büyüme buyruğu ile havamızın, suyumuzun, toprağımızın sınırsız olmadığı gerçeği arasındaki çelişki - kapitalizm ile eko-sistem arasında çelişki, kapitalizmin uzlaşmaz bir çelişkisidir: Küresel krizler gittikçe ağırlaşarak birbirini izliyor: Kutuptaki ozon deliği; hâlâ çözülmemiş olan atom enerji santralleri krizi; yükselerek üzerimize gelen iklim krizi… Farz edelim ki, bu krizleri de bir şekilde (çözemesek de) durdurmayı başardık. "Büyü ya da yok ol" buyruğu geçerli kaldığı, bilinçsiz, kör büyüme "sürdürüldüğü" müddetçe yeni krizler kaçınılmazdır! 9 İklim krizi karşısında uluslararası okul çocukları grevinin öncüsü Greta Thunberg, "Problemin çözümü mevcut sistem içinde mümkün değilse, o zaman sistemi değiştirmek gerekir" 10 diyor: Ya biz "aslolan hayattır" diyen insanlar, kapitalist sisteme son vermeyi başaracağız, ya da küresel krizlerden biri, er-geç yaşayan doğaya son verecek.

Komünalizm

Biz, "bardağın dolu olan yarısına" bakalım! Bookchin, çağımızın aynı zamanda olağanüstü başarılar üretmenin ve geçmişteki özgürlükçü vizyonları kat kat aşacak özgür toplumlar kurmanın olanağını sağlayacak bir çağ olduğuna işaret ediyor: 11

1871 Paris Komünü'nü örnek alıyor Toplumsal Ekoloji. Bu yüzden de önerdiği, ekolojik felaketlerin kaynağını kurutacak alternatif toplum düzenine Komünalizm adını veriyor: Ulusal devlet sona erecek, gelecek toplum düzeni, yerel özyönetim birimlerinden oluşacaktır. Halk iradesi, komünalizmde doğrudan demokrasiyi uygulayan halk meclislerinde belirlenir. Yerel birimler birbirleriyle ilişkilerini ademi merkeziyetçi bir konfederasyon içinde kurar. Konfederasyon delegelerini halk meclisleri seçer, denetler ve her zaman için azledebilir. 12

Gerek yerel birimlerde, gerek konfederasyonda hiç bir şekilde eşitsizliğe, hiyerarşiye, tahakküme yer yoktur; kadını köleleştirici tutumlara, farklı yaşam biçimlerinin aşağılanmasına, hangi biçimde olursa olsun ulusalcılığa, ırkçılığa ve etnik şovenizme izin verilemez. 13

Toplumsal Ekoloji, kapitalist sınırsız büyüme yerine sürdürülebilir bir doğa içinde dengeli bir yaşam için, toplumsal ilişkilerin radikal şekilde yeniden düzenlenmesini öngörür. Bu, insanların güzel bir yaşamdan vazgeçmesi diye anlaşılmamalıdır: Basite indirgemecilik ve ilkel toplum güzellemeleri çözüm olamaz. Ekolojik yönelimli bir toplum, geriye değil ileriye dönük olacaktır. Toplum, yalnızca insana yaşamı keyifli kılmakla değil, aynı zamanda kültürel olarak kendini geliştirmesi için ona gerekli boş zamanı sağlamakla da yükümlüdür. Bu ise bilim ve tekniği karalamakla değil, onları mutluluk ve boş zaman vizyonlarıyla uyumlu kılmakla olur. 14

Geçen binyıllarda toplumsal süreçlerin aktörleri, sınıf savaşının taşıyıcıları olan ezilen ve ezen temel sınıflardı. Ara katmanların rolü, daha çok pasif ya da ikincildi. Küreselleşme çağında ise kapitalizm ile eko-sistem arasındaki çelişki, tümüyle "yaşamı" tehdit ediyor. Böylece işçi sınıfının yanı sıra, toplumun sayıca önemli bir bölümünü oluşturan ara katmanlar, aydınlar, köylüler, tüm kamu nesnel olarak devrimci mücadelenin öznesi oluyor. Somutta bu, dünyada ve Türkiye'de, iklim grevinde ve Taksim, Kazdağları, Kanal İstanbul direnişlerinde yansıyor. Greta Thunberg, Katowice konuşmasına şöyle devam ediyor: "Buraya dünya liderlerine yalvarmak için gelmedik. Siz bundan önce de hiçe saydınız bizi, bundan sonra da hiçe sayacaksınız... Biz, size yalnızca şunu bildirmeye geldik: Değişim, siz isteseniz de, istemeseniz de gelecektir. Gerçek güç, halklarındır." 15

 

1 Bkz: Ümit Şahin, "Truva Atı Olarak Sürdürülebilir Kalkınma", Üç Ekoloji dergisi, sayı 2, Mart 2004
2 Basit bir örnek, bu beklentinin "büyümeyi canlandırma"nın gerekçesi "zengin ülke - fakir ülke uçurumunu giderme" hedefiyle çeliştiğini gösterir: BM 2017 ve IMF 2018 verilerine göre, Çin'de büyüme oranı (rekor bir yükselişle) yaklaşık % 10 , ABD'de ise (Brundtlandt Raporu'yla uyumlu olarak) % 4'tü. Ama kişi başına GSYİH mutlak değeri bu iki ülkede öyle farklı düzeylerde ki, mutlak büyüme Çin'de yaklaşık 925 $ iken ABD'de 2.550 $, nerdeyse 3 katı oldu! Çin gibi rekor hızla büyüyen bir ekonomide bile uçurum küçülmüyor, büyüyor.
3 United Nations Conference on Environment & Development, Rio de Janerio, Brazil, 1992, AGENDA 21, § 2. "International cooperation to accelerate sustainable development in developing countries and related domestic policies" (Gelişmekte olan ülkelerde sürdürülebilir kalkınmayı canlandırmak için uluslararası işbirliği ve buna bağlı ülke içi politikalar).
4 Bkz: Tuncay Önder, "Derin Ekoloji Üzerine", Liberal Düşünce, Sayı 30-31, Bahar-Yaz 2003, s. 95-97
5 A.y. s. 97
6 Kaliforniya'da derin ekolojist "Earth First" grubu, 1987'de bir orman katliamına karşı ağaçlara büyük temel çivileri çakıyor, ağacın kesimi sırasında iş makinaları çiviye çarpınca ağır hasar görüyordu. Öyle ki, sigorta şirketleri kesimi yapan şirketle sözleşmelerini feshettiler. Ancak makinalardan biri kesimi yapanın az daha kafasını uçuracak şekilde, çevreye keskin parçalar savurarak bomba gibi patladı. Bunun üzerine Earth First grubu yaşama zarar verebilecek eylemlere karşı olduğunu bildirerek, bu yönteme son verdiklerini açıkladı ve buna uydu. (Bkz: A. Kretschmer, "Heiligt der Zweck die Mittel?", Sinexx - das wissensmagazin, 31.10.2014)
7 Murray Bookchin, "Toplumsal Ekoloji ve Komünalizm", Sümer Yayıncılık 2013, s. 10
8 A.y. s. 36
9 Kapıda bekleyen bir ekolojik kriz, (eko-sistemin çimentosu, kan dolaşımı olan) arı türünün yok olması. Büyük ihtimalle eko-sistem için en az iklim krizi kadar ölümcül bir tehlike…
10 Greta Thunberg, Aralık 2018 Birleşmiş Milletler Katowice İklim Konferansı konuşması.
11 M. Bookchin, "Geleceğin Devrimi", Dipnot Yayınları 2015, s. 28.
12 M. Bookchin, "Toplumsal Ekoloji ve Komünalizm", s. 62.
13 M. Bookchin, "Geleceğin Devrimi", s. 187.
14 M. Bookchin, "Toplumsal Ekoloji ve Komünalizm", s. 99.
15 Greta Thunberg, a.y.