Ünsal DİNÇER

Ünsal DİNÇER

dincersal40@gmail.com

Öğretmen Osman Şahin

Yıllar önce, Söke Edebiyat Sanat Günleri’ne konuk olan öykücü Osman Şahin’i okuluma davet etmiş, "konuk yazar” olarak edebiyat dersime almıştım. Osman Şahin sınıfa girdiğinde, konuşmasına başlamadan öğrencilerin önünde eğilmişti.  “70 yaşındayım ama sizin önünüzde eğiliyorum, çünkü siz, ülkemizin geleceğisiniz.” demişti. Öğrencilerin unutamayacağı bir jestti sanırım.

Osman Şahin’in o gün anlattıkları, çok etkileyiciydi, benim için de unutulmazdı; ülkemizin toplumsal hayatına, geri kalmışlığına, insan yapımıza ilişkin düşündürücü olaylar, durumlardı.

Osman Şahin, Mersin’in köylerinden bir çocukken, Köy Enstitüsü’ne alınır; okula gittiğinde ayak numarası sorulur; Osman Şahin, ayak numarasını bilmemektedir. Çünkü, o güne dek ayakkabısı olmamıştır; ilk kez, okuldan verilen ayakkabıyı giyecektir. Yoksul bir köy çocuğudur Osman Şahin.

Köy Enstitüsünü bitirdiğinde, ilkokul öğretmeni olarak ilk görev yeri Urfa’nın bir köyüdür. Henüz 17 yaşındadır, her türlü mahrumiyetin olduğu bir köye atanmıştır; okulun tek öğretmenidir.

Okulun karatahtası, bayrak direği yoktur. Kıt imkanlar içinde kara tahtayı, bayrak direğini yapar.

Okulda çocukların arasında ünlü Bucak aşiretinin ağalarından birinin iki oğlu da vardır. Çocuklar, okula bellerinde silahla gelirler. Genç öğretmen, çocukların silahla okula gelmesini kabul etmez ve çocukların babasıyla konuşur. Ben, devleti temsil ediyorum ve tüm çocuklara eşit davranmam gerekir; bu yüzden, senin oğlanlar, artık silahla okula gelmeyecekler.” der. Ağa, öğretmene saygılıymış gibi davranır; çocukları okula artık, silahla göndermeyeceğini, çocuklarının yaramazlık yaptığında da kulaklarını çekmesini söyler. Ağa’nın oğulları, doğal olarak, haylazdır. Osman Şahin, bir yaramazlıkları sonrası, ağanının çocuklarının kulaklarını çeker, onları tokatlar. Öğretmene bu konuda “izin” veren ağa, bu olaydan sonra, uzun bir süre, Osman Şahin’le konuşmaz; gururu, onuru incinmiştir ağanın.

O gün Osman Şahin, “Doğu insanları”nın mertliğinden de söz etti. Kız kaçıranların, kendilerini saklayacak, koruyacak birine sığındıklarında, o kişinin ölene dek, bu kişileri koruduğunu, aralarında “çözülemeyecek sorun” olanların, köyün dışına çıkıp birbiriyle mertçe vuruştuklarını anlattı.

Osman Şahin, Güneydoğu'nun, Urfa’nın mahrumiyet içindeki o köyünde okul lojmanında iken, bir gece lojman kapısına gelen yaşlı bir kadının, Kürtçe bir şeyler söyleyerek, kendisini köy içinde samanlık gibi bir yere götürdüğünü, ancak yaşlı kadının samanlığın kapısını açıp açmamakta kararsız, birtakım hareketler içinde, telaşlı hallerini ilkin anlayamadığını ancak, sonrasında gördüklerini hiç unutamadığını anlattı. Yaşlı kadın, öğretmenden yardım isteyecek kadar çaresizdir; samanlık kapısını açar. Samanlıkta genç bir kadın, elleri, samanlığın tavanındaki ağaçlara bağlı ve yarı soyunuk durumdadır. Yanındaki kadınlardan biri, elindeki kalasla, kadının beline vurmaktadır. Çünkü,kadın doğum yapamamaktadır. Yıl 1958’dir, köyde sağlık ocağı, doktor, ebe, sağlık eğitimi almış kimse yoktur. Yaşlı kadın, öğretmenden medet ummak zorunda kalmıştır, bir umut olarak, ancak 17 yaşındaki bir öğretmenin de bu durumda yapabileceği hiçbir şey yoktur, genç kadın, doğum yapamaz ve kan kaybından ölür.

30’a yakın öyküsü, film hikâyesi olan Osman Şahin’in anlattıklarından o gün, öğrencilerim de ben de etkilenmiştim ama bir başka etkilendiğimiz şey de Osman Şahin’in sıcak, samimi, dinamik kişiliğiydi. Karşımızdaki yalnızca, başarılı bir öykücü değil, toprağını, insanını bilen, tanıyan, idealist bir öğretmendi.