Sinan TUTAL

Sinan TUTAL

sinantutal@gmail.com

Bir Deli Dumrul projesİ ; Kanal İstanbul

Benim ve arkadaşlarımın ‘Beyoğlu Tayfası’ adını verdiğimiz hemen tamamı aynı parti üyesi, bir grup arkadaşım vardı. Hâlâ var ve aramızdan bir kadın dostumuz, hayatında ilk kez gözaltına alındı, ilk kez tutuklandı ve ilk kez hapse girdi. Bizi bir arada tutmaya çalışan ‘Yorulmaz’ bir arkadaşımız… Bir de ilçe örgütüne yarı parasını bağışlayarak, minibüs alınmasına neden olan solcu kolektifi şahane bir ajans. İşte o ajansın başlangıçtaki katılımcı üyelerinin 14 olan sayısı, sonradan biri yurtdışında 6’sı da yurt içinde olan toplam 7 mekânda 240 profesyonel çalışanı bile olmuştu.

Uzak Asya, Rusya ve aynı yıl Körfez Depremi yaşanınca çuvallamış ve örneğin; Kastamonu Azdavay’daki projemizi yapamamıştık. Onu anlatayım da şu benim aslında hayli beğenilen, hatta gözyaşı döktüren ‘Yaşlılık’ yazılarına 5.yi eklemiş olayım.

Anlatacağım bir Huzur Köyü projesi değildi ama anlatacaklarımın önemli bölümünü ona sayın. Çünkü 20 yıl kadar önce bunu da konuşmuştuk ama yapamamıştık. Kimse kentlerden, birbirine benzeyen ‘hayli öznel’ gerekçelerle koparamamıştı kendisini.

İçinde 17 evi de olan bir köy satın almıştık. Evleri onarıp, konaklama tesisi haline getirecektik. Bir de büyücek ve çok amaçlı salonların bulunduğu bir yer. Batılının ‘think-thank’ dediği bir ‘düşünce üretim merkezi’ veya ‘toplantı salonu’nda bir dizi etkinlik yapacaktık. Katılımcılar günde 5 saat kurslara girecek; varsa, aileleri o evlerde kalıp, rehberler eşliğinde ‘trek’ yapacaklar, hatta elektrikli minik arabalarla turlara çıkacaklar ve padokta atlara bineceklerdi. Doğada bir hafta… İlk kurslarımızın hocaları bile ilkesel olarak belliydi… Fransa eski Kültür Bakanı Jack Lang ve Polonya Gdansk limandan yetişme, sendikacı ve Nobel ödülü sahibi, cumhurbaşkanı Lech Walessa gelecekti. Sonra bu oturumların videoları ve kitapları yayımlanacaktı. Bunu bir arada yaşamak isteyen özellikle yaşlı ve yalnız dostlarımızla uyguladığımızı düşünün. Herkesin evi var, dinlenme ve gezinme yerleri sağlıklı; ayrıca, bakım isteyenler için dolaşan sağlıkçılar ve hizmetliler grubu.

Ve gene o günlerde pek konuştuğumuz; Frankfurt ve Oslo’dan komünal yaşam sürdüren deneyim sahibi dostlarımızın gelip bize böyle bir hayatın nasıl kurulabileceğini ve ortalama kurallarını anlattığı toplantılar da yapmıştık. Rize’nin Pazar ilçesinde bir konak alıp; orayı bir biçimde 2’şer kişilik 4 ailenin kalabileceği bir yer yapıp ve gene konağımızı etnografik müze ve nalyasını (erzak depomuzu) da küçük bir çayhane işletmesi olarak yapacağımız bir yerde kalmayı da düşünmüştük. Defalarca konuştuk. Rize serbest bölgede tekstil yapmayı; Pazar’da bulunan radyoyu ihya edip, bir haftalık gazete de yaparak o köyde çoğalmayı ummuştuk. O da olmadı… Yoksunluk içinde yetişip, onca yıl insanca muamele görebilmek için can pahasına mücadele edenler olarak; kolay ve en mümkün hayatı seçip, ona yapışmıştık. Bir köy hayatı kuramadık ama yeni bir dünya mümkün diyen romantiklerdik.

Yaşlılık yazmıyorum farkındaysanız, yaşlılığa giden yolu örmekteki beceriksizliğimizi yazıyorum. O yıllardaki partimizin ki, adında bile dayanışma sözcüğü vardı; dergi işlerini üzerine yıktığımız arkadaş; Türkiye’ye dağıttığı dergilerin parasını alamayınca, matbaa ve kağıt borçları nedeniyle bir vapurun arkasından kendini suya bırakmıştı… Yeni bir dünya kurmak çok da kolay değil…  Aman kendinize iyi bakın bari…