Slavoj Zizek tarafından "Geri dönüşüm, organik gıda, bisiklet... Dünya böyle kurtarılmaz" üstyazısı ile sosyal medyada paylaşılan bir taşlama, bu aralar sık sık önüme düşer oldu. Dünyaca bilinen bir filozofun yazısına eleştiri kaleme almanın bazı riskleri olduğunu kabul ederek bende yarattığı rahatsızlığı tarif etmeye çalışacağım. Zira itirazım sadece Zizek’in yazdıklarına değil, bir hevesle paylaş butonuna basıp büyük ve küçük gördüğü alanların resmini bize Zizek’in ağzından aktardığını sanan dostlara, yoldaşlara...
Başlarken, ustanın haklı olduğu yerleri teslim etmek ve hatta üstüne iki cümle de eklemek lazım. Geri dönüşüm gerçekten yetersiz, çözüm daha az tüketmekte. Kendi mutfağımıza zehirsiz ürün temin ederken, küçük aile çiftçiliğini ve doğal tarımı desteklemekte. Bisiklete binmek yetmiyor, bunun baskısını da yaratmak gerekiyor, çözüm daha çok insanın ulaşım şeklini dönüştürmekte, hız çağında yavaşlığıyla övünen bu mütevazi iki tekeri ve kas gücünü, toplu taşımayı inatla savunmakta… Belki de Zizek’in böyle bir kastı yoktu, yazının tamamında çeviriden kaynaklı olduğunu düşündüğüm anlam kaymaları veya anlaşılır "olamama" halleri bütünde kastedileni yakalamamıza engel oluyor, belki de üstyazıda cımbızlanan ifade maksadını aşmıştır, emin olamıyorum ama paylaşanlar tarafından sıkça maruz kaldığımız küçümseme hali, yabancısı olmadığımız bir “her şeyi bilen ve hiç bir şeyi beğenmeyen” kişilik tipi... üzücü olan ise bu kişilerin ekseriyetle sol cenahtan gelmesi... Bu noktada bir ayrıma girmem gerekiyor.
Bazı fikri durumların doğasında bu umarsızlık var, “tabiatı” gezegene duyarsız zaten. İnsanın eşref-i mahlukat olduğu bilgisine sırtını dayamış ve bu bakışı yaşam biçimi haline getirmiş ideolojiler mevcut, biliyoruz. Anlayamadığım, iddiası herkes ve her şey için adalet olanların, belirsiz bir gelecekteki devrim hayaliyle çok büyük ve belirli bir ideolojiyi hedefleyen işler/eylemler/kavgalar dışında kalan hemen her şeyi küçümser ve yok sayar hali. Yani söylediğinizi sloganvari cümlelerle desteklemiyorsanız işitilmekte zorlanma ihtimaliniz yüksek.. Zaten azınlıkta olduğumuz şu gezegende, kendimizi ait hissettiğimiz grubun içinde de anlaşılamaz duruma düşmek ise hayalkırıklığı yaratıyor. Organik gıdaya "inanmayan" (!), geri dönüştürmeye erinen ama tüketmekten geri durmayan veya araçla gideceği yerlerin karbon ayak izinin hesabını yapmayan yüzbinlerden bahsediyoruz. Zizek’in, ekolojik yıkımın suçunu bireylere yıktığını iddia ettiği tüm bu yönelimler, odak noktasını kaçırmamıza sebep değil, tersine inandıklarımızla eylediklerimizin tutarlı olmasına vesile, bana göre de çözümün bir parçası. Çünkü inanıyorum ki, minör siyasal alanlar olmadan ve bireysel devrimler gerçekleştirilmeden de dünya kurtarılmaz, kurtarılamaz.
Suçu bireylere atmak mı, çözümü ya da en kötüsü başlangıç noktasını bireylerin dayanışmasında ve süreğen doğru davranışlarında aramak mı deriz buna, artık siz bilirsiniz... Benim inatla savunduğum ve arkasında durduğum düşünce, yeryüzündeki hemen her kötülüğün ona sesini çıkarmayan çoğunluklar sebebiyle sürdüğü... Savunduğumuz ideoloji her ne kadar farklı olsa da, her birimiz kapitalizmi her gün yeniden üretiyor, onu mümkün kılıyoruz. Peki seçimlerimizle, konfor alanlarımız ve teslim olduklarımızla hayatlarımızın içine her gün daha çok nüfus ettiğini bilsek de, bunun gündelik seçimlerimizdeki sorumluluğunu kaçımız üstleniyoruz?
İşte sıkıştımız dar alandan bizi dışarı çıkartan, hayattaki yapıp ettiklerimiz, minörlerimiz. O yüzden kapitalizm eleştirisi yaparken minör siyasal alanları ve içindekileri küçümseyerek bir yere varamayız. Zizek’in vaktiyle dile getirdiği bir tespitin benzerini kendisinin yaratmış olması ise bana göre oldukça ironik. Komünist Manifesto’nun 150. yılında yapılan özel basımın önsözünde “Komünizm'de Stalin, Marx gibi bir çok isim bulunduğundan ve komünizm mantığını suçlamanın kolaylığına karşı otomotik olarak işleyen kapitalizmin bir müsebbibini bulmak mümkün olmadığından, gözünü açanın komünizme saldırdığından” bahsetmiş. İşte bugün kapitalizmle mücadele edenlerin arasında da minör siyaset yapanlarla yapamayanlar arasında bu yarılma yaşanmakta. Yine kapitalizmin üreticisi belirsiz ama yaygın etkilerine karşı, küçük de olsa majör alanların dışında çabalarını esirgemeyenler göze batıp, eleştirilerden nasibini alıyor. Dahası ciddiye alınmaya layık bile görülmüyor çoğunlukla.
Küçük ama gündelik hedefleri olması ve “erişilebilir” insanlarca gerçekleştirilmesi de yıpratılmasını maalesef kolaylaştırmakta. Oysa, bir türlü gelemeyen devrimi, iki sene sonraki seçimleri veya bir gün iktidar olmayı beklerken bugünü ve bugüne dair sorumluluklarımızı ıskalıyor olmanın bireysel ve ekolojik hasarları tahminlerden daha fazla.
KitleselleşMEmek minör siyasetin doğasında var. Küçük küçük toplulukların yarattığı etkilerin dönüştürücülüğü, o hep kullandığımız kelime öbeği gibi, “dayanışmayı örmenin” cisimleşmiş hali, ince ince sabırla... Daha başka zamanlarda birlikte duracağımız insanlara da ulaşmanın ve o yolda yürürken dönüşmenin de iyi bir yolu üstelik.
Uzun yıllar, neredeyse meslek olarak devrimcilik yapmış insanlarla bugüne geldi tarihçemiz, inanmış insanlarla, sıklıkla büyük bedeller ödenerek, kayıplarla.. Bugüne dair başarısızlık hissi bu kadar yoğun olduğundan sanırım, sürekli geçmişteki hikayeleri anlatıyoruz. Peki doğru mu yapıyoruz? Gündelik hayatlarımızı değiştirmeden ve hatta bundan da kaçınarak, daha büyük dönüşümlerin iddiasında bulunmakta bir gariplik yok mu? 70 yaşındaki Slavoy Zizek bu yazıyı kaleme aldığında, henüz Greta diye biri yoktu, iklim aktivisti yüzbinlerce çocuk da.. bir yandan sokaklara dökülürken bir yandan da tüketim alışkanlıklarına, karbon salınımlarına, veganlığa vurgu yapan ve kişisel yaşamlarında bu dönüşümü sağlamaya çalışan yüzbinlerin sesini bu kadar net duymuyorduk. Oysa kapitalizm sadece alanlarda değil evde de mücadele edilmesi gereken bir canavardı ve evde yemek pişirmeyi savunmak bunun araçlarından sadece biriydi.*
Yazıyı ve paylaşanları, peşin hükümlerle birilerini duygusal mastürbasyon veya vicdan rahatlatması yapmakla suçladığı için haksız buluyorum. İkisi de siyasal birer tavır olan minör ve majör siyasetten birinden birini seçmek ise benim için imkansız. Çünkü majör siyaseti yürütenlerin, minör ağlarda pişmeden kitlelerle kaynaşabileceğinden emin değilim. Çünkü insanların seslerini neye yükselteceklerini belirleme hakkı kendilerine ait ve dışarıdan bir üst aklın koyacağı belirsiz hedefler insanlara o an için rasyonel gelmezse suçlamamak lazım.
Peki dünya nasıl kurtarılır?
Büyük büyük sloganları, basın bültenlerini, beylik sözleri burada bağırıp çağırınca, sözlerimizin doğruluğuna ikna olup, benim bildiğim, kimsenin 3. gözü açılmadı. Durduğumuz yerde kollarımız açık beklesek kimsenin geleceği de yok. Kalkıp gitmekte, dahil olmakta çözüm.
Birbirine varmakla, ulaşmakla..
Zira bildiğim en güzel sözlerden birinin de dediği gibi “Devrim yapamazsınız, devrim olabilirsiniz ancak.”**
Özlem Özgür ARIKAN
*Bülent Şık, Mutfaktaki Kimyacı “...Evde konserve yapmak, reçel, ekmek, kurutulmuş gıda, bira, tarhana vs. yapmak iyidir. Becerileri artırmak insanın kendine yeterliliğini de artırır. Kapitalist sistemin hiç hazzetmediği ve en çok saldırdığı şey ise kendine yeterliliktir. Dolayısıyla evde yiyecek yapmak devrimci bir eylemdir. ”
**Ursula K. Le Guin, Mülksüzler
Okuma önerisi; Onur Eylül Kara-Yapabileceğimizi Yapmak, Minör Siyaset ve Türkiye Örneği