Kemal TUNCAELLİ

Kemal TUNCAELLİ

kemal.tuncaelli@yesilgunebakan.net

Sayın Hiçbişeyler

Milyonlarca yıldızın barındığı evrende, samanyolu galaksisinin küçük bir yıldızının etrafında dönen minik bir gezegende yaşayan canlılar arasında “insan” denen bir canlı türü var. Bu “insan” denen tür dünyanın yaşının son dönemlerine gelen bir zaman diliminde adına “uygarlık” dediği belli bir aşamaya ulaşmış durumda. Ve dünyada diğer canlı türlerinin ve kendi türünün de büyük bir kısmını geldiği histerik seviye ile yokoluş sınırına getirmiş. Kendisi için başarı saydığı herşeyin aslında bir yokoluşun, başka bir deyimle cehenneme giden yolun temel taşlarını döşemek olduğunu bu güne kadar görememiş ve bu aymazlığı da hala devam ettirecek kadar akılsız olduğunun farkında bile değil.

Bu tür, bir de binlerce yıldır kendisini mahveden yönetim sistemleri oluşturmuş ve bu sistemlerin çoğunu da adına “hükümdar” ya da “lider” dediği bireylere kendi elleriyle terk etmiş. Son dönemlerinde daha çoğulcu yapılar denense de bir avuç kişinin yönettiği sistemlerle yönetilmeye devam edilmekte hala.

İnsanlar her yerde ille de kendisine yöneticilik yapacak birilerini bulmuş ve onlara yetkiler tanımış. En büyük birimden en ufak birime kadar her yerde “başkan ya da kaptan” adıyla bir lider üretip durmuş. Hatta onlara belli yetkiler tanımlamış ve güç atfetmiş.

Zaman içinde 15 kişilik sınıfına başkan olan çocuktan tutun da bir derneğin, sendikanın başkanlığını ya da yöneticiliğini yürüten herkes kendinde bir üstünlük hali hisseder noktaya gelmiş.

Bir de bu işi ülke yönetme noktasında yapanlar, kendilerinde neredeyse bir tanrı gücü görmeye başlamış. Neden görmesinler ki her türlü yasa ve kural onlar için değil de onların yönettiği kişiler için oluşturulmuş sanki.

Bu da yetmemiş cinsiyetine, cilt rengine, ırkına, farklı kültür ve davranışlarına göre de hiyerarşi oluşturup, birbirlerine üstünlük hukuku geliştirmişler. Erkek kadına, açık renkli koyu renkliye, büyük küçüğe, heteroseksüel homoseksüele karşı kendini üstün saymış ve ötekine yaşamı cehennem etmiş.

“Şimdi koskoca insanlık tarihi bu kadar basit bir indirgeme ile anlatılabilir mi?” diye düşünebilirsiniz belki. Bence böyle düşünülmesinin nedeni bizim ona haksız yere verdiğimiz değer yüzünden.

Sonuçta dünyada mevcut canlı türlerinden sadece biri olan insan, kendisine yüzde 99 genetik benzerliği olan 70 küsur maymun türünden çok da farklı değil.

Tarih boyunca yaptıklarına bakılırsa dinlerin ve felsefelerin kendisine verdiği ulvilik makamı insanının pek de hak ettiği bir yer değil aslında. Dinlerin eşrefi mahlukatı ve insan bakışlı felsefelerin dünyanın efendisi ve kurtarıcısı saydığı insan ve hatta ayrıcalıklı bir zümre olarak tanımlanan kesimlerinin diğer canlı türlerinden tek bir üstünlüğü var. O da gezegene ve diğer türlere verdiği zararların çokluğu.

Aslında bu güç zehirlenmesi ve şişkin egonun bir taraftan da farkına varılmış; bununla ilgili değişik hatırlatmalar yapılmış altan alta. Padişahlara “senden büyük Allah var” denmiş; yapılan büyük tapınaklar içinde kendisinin küçüklüğünün farkına varılması sağlanmaya çalışılmış; eşitlik, kardeşlik, özgürlük talepleri ile devrimler gerçekleştirilmiş ama gücü elinde tutanların sahip olduğu kibir ve böbürlenmenin önüne bir türlü geçilememiş.

Değişik dini ve felsefi akımlarda bu duygu ile bir arayış içinde olunmasına rağmen sorunun asıl merkezinin insanın diğer canlılardan üstün olduğu düşüncesi olduğunu ve bunun bir hiyerarşinin başlangıç basamağı olduğunun gözden kaçırıldığını düşünüyorum.

“En büyük ilim kendini bilmektir” diyor ya Yunus Emre bu farkındalığı yaratmak lazım. Hem kendimiz için hem de amiyane tabirle kendilerini bir halt zanneden her türlü erk sahibi ve yönetici için.

Bu nedenle her türlü muktedire sesleniyorum buradan…

“Siz HİÇBİŞEYSİNİZ ve sahip olduğunuz erk sizi daha üstün bir şey yapmıyor. Siz alt tarafı bir yıldız tozu ve dünyada yaşayan milyonlarca canlı türünden birinin kötü bir örneği olabilirsiniz ancak.

Sayın hiçbirşeyler keşke hayatımızdan çekip, bir gitseniz de gelecek güzel günlerin önü açılsa.