Otobüse binip koltuğa oturduğumda , yanımdaki koltuğa oturmuş olan, yaşlıca biriydi. Yaşlı adam, merhabalaştıktan sonra bana bir kuruyemiş poşeti uzattı. Poşetten bir avuç kuruyemiş aldım. Otobüs hareket etti. İstanbul Söke-Bodrum yolculuğumuz başlamıştı. Yan koltuktaki ağabey, Adanalı’ymış. Adı da memleketine yakışıyordu: Arif Çukurovalı. Arif Ağabey konuşmayı sürdürdükçe, kişilik yapısının da Adana gibi, Çukurova gibi sıcak olduğunu gördüm.
Arif Ağabey, daha ortaokul yıllarındayken okulun duvar gazetesinde yayımlanan şiirler yazmaya başlamış. Bir şiiri, kendisinden habersiz bestelenmiş, ünlü bir halk müziği sanatçısı tarafından seslendirilmiş; öğretmeninin uyarısı ve yönlendirmesiyle, kendisine verilmeyen telif ücretini Arif Ağabey,mahkeme yoluyla almış.
Daha sonra hemşerisi Yılmaz Güney’le Adana’daki sinemalara film makaraları taşımışlar. Sonra, İstanbul’a gelip sağcı bir yazarın yönettiği bir yayınevinde işe başlamış. Burada yaşadığı bir sorundan dolayı, çalıştığı yayınevinden ayrılıp (solcu yazarların kitaplarını basan) başka bir yayınevinde çalışmış… Bu yayınevleri arasındaki zihniyet, çalışanlarına yaklaşım farklılığı ve gözlemlediği çelişkiler kendisini sola, solculara yaklaştırmış. Solcu yazarlarla tanışmış, onların kendisine eşitlikçi, arkadaşça yaklaşımlarından çok etkilenmiş; bu yazarlardan biri de yine Adanalı olan Orhan Kemal’miş. Orhan Kemal gibi çok değerli bir yazarın sade ve yoksunluklar içindeki hayatı ve kişiliği kendisini çok şaşırtmış, çok etkilemiş. Orhan Kemal'le olan bir anısını da anlattı Arif Ağabey. Bir kış günü Orhan Kemal, çalıştığı yayınevine paltolu gelmiş; “Bu palto, bugüne kadarki hayatımda satın aldığım ilk palto, belki de son paltom olacak.” demiş Orhan Kemal.
O yıllarda Yeşilçam’da, Yılmaz Güney, Çirkin Kral’dır. 1967 yılında Ses dergisi "Sinema Artisti Yarışması” açmıştır. Yayınevi’nden bir arkadaşı, Arif Ağabey’ye, "Artık, artist olmak için yakışıklı olmak gerekmiyor; bak, sinemalarda “Çirkin Kral Yılmaz Güney” kasırgası esiyor. Sen de çirkinsin, bu yarışmaya katıl.”der. Arif Ağabey, yarışmaya bir fotoğraf göndererek katılır. Bir gün evine yarışma kurulundan birkaç kişi gelip yarışmada birinci olarak seçildiğini, ancak, yarışma sonucunun duyurulmadan önce, bir sözleşme imzalaması gerektiğini söylerler. Arif Ağabey, artist olmak için hazırdır ama eşi, “Ben, bir film artistinin karısı olmam.” der. Arif Ağabey'in ısrarlarına karşın, eşi, Arif Ağabey'in film oyuncusu olmasını istemez. Sözleşme imzalanmaz, yarışma birincisi Kadir İnanır olur. Ve bir gün Arif Ağabey'le eşi sinemaya giderler. Sinemada başrol oyuncusu Kadir İnanır, bir kadın oyuncuyla öpüşmektedir. Arif Ağabey'in karısı, "Sözleşmeyi imzalayıp artist olsaydın, artist kadınlarla işte böyle öpüşecektin. Bu yüzden, senin artist olmanı istemedim.” der.
Söke’ye kadar olan yolculuğumuz boyunca, Arif Ağabey'le hoş sohbetimiz oldu. Çukurovalı Arif Ağabey'in epeyce maceralı hayatının bildiğim kadarını (elbette, çok azını) yazıma yansıtmaya çalıştım.
Bu arada şunu da belirteyim; Arif Ağabey, büyük bir ulusal gazetenin Ege kentlerinden birindeki reklam temsilciliğini de yapmış, çok başarılı olup iyi para da kazanmış.
İstanbul’dan taşınıp Ege'de bir ilçeye yerleşen Arif Ağabey, 75 yaşında ve bir evlilik daha yaparak şimdi ikinci baharını yaşıyor.