Orda bir köy var uzakta o köy bizim köyümüzdür gitmesekte gelmesekte o köy bizim köyümüzdür...Herkesin bir köyü vardır gitmese de gelmese de şehrin kaotik yapısından bir nebze nefes alabileceğini bildiği, Arnavut kaldırımlarıyla bezeli taşlarının olduğu yalnızlığının ortağı o yollar ve nice sırları, acıları,aşkları bünyesinde taşıyan, gölgesinde ikindi çayını demleyip yudumladığı ömürlük çınar ağaçları ...Sessizliğin bile hatıra gibi koktuğu...

Bizim de köyümüz tıpkı kartpostal gibi ,şırıl şırıl akan şelaleleri, masmavi denizi,mis gibi yasemin kokan dar patika sokakları ve her daim kapısını çalacağınız sıcacık yürekli ,limonata gülüşlü insanlarıyla ne zaman yolunuzu şaşırmış olsanız size yeniden yol gösteren pusula gibi.. Köy kahvesinin tam orta yerinde duran çınar ağacının etrafına öbek öbek konuşlanan emekli amcalardan adeta gazete okumuşçasına ülke gündemi dinleyip " Zeytinlerimizi de kesecekler, yaşam enerjimizi bitirecekler! " söylemleri , az ötede mahallenin meraklı kasabı ve bir asırlık bakkal amcaya da selam verdikten sonra geniş avluları, cumbalı evleri ve mis gibi portakal bahçeleriyle nefis bir panoramik peyzaja kavuşuyorsunuz . Biraz daha tepeye doğru tırmandıkça tüm ihtişamıyla Niagara şelalesini andıran şelalesiyle de adeta görsel bir şölen sunuyor sizlere...Birde sağa doğru dönüp biraz yürüdüğünüzde ne görür olacaksınız göğe dua gibi yükselen ,sabrın ve bilgeliğin sembolü o asil ağaçlar. Zeytin ağaçları ve de ağaçların başında duran bir kaç mahalleden aşina olduğum teyzeler ve hemen yanlarında madencilik faaliyetlerini yapmak için zeytinliklerin hemen dibinde biten makineler...Hemen köy kahvesinden geçerken kulak kesildiğim siyasi gündemli ülke tartışmalarına aklım gidiyor ve gitmesiyle teyzelerin haykırışları beynimdeki seslerle karışıp bas ve tiz seslerden oluşan orkestral bir kanona dönüşüyor...
“Zeytinime dokunma!”
Bu, sadece bir slogan değil; bir çığlıktı.
Bir ağacın gövdesinde yaşayan belleğin, toprağa kök salmış bin yıllık huzurun haykırışıydı. Çünkü zeytin, yalnızca meyve veren bir ağaç değil. O, bir halkın kültürü, bir coğrafyanın kimliği, bir yaşam biçimi...
Kadın korosu hep bir ağızdan bu sloganı söylerken ben de soframızda afiyetle yediğimiz zeytinin ne kadar kutsal ve mitolojik öyküsünü hızlıca hatırladım ve eve gelince de yaptığım araştırmalarla da “zeytin bütün ağaçların ilki" olduğunu , zeytinin insanlık tarihindeki önemi ve tüm kutsal kitaplarda, yaratılış ve kuruluş efsanelerinde yer verildiği...
Klasik mitolojide her tanrıya belirli bir ağaç atfedilir örneğin ve bu atıflar incelendiğinde her zaman anlam yüklü oldukları ve ona karşılık gelen ağacın “DENDROLOJİ” (ağaçlar bilgisi) incelemek gerekli olduğu ve en önemli karşılıklar ise;
Athena Atena – Zeytin Ağacı
Zeus – Meşe Ağacı
Poseidon – Dişbudak
Hades – Mersin
Hera – Elma Ağacı, Armut Ağacı veya Söğüt
Apollo – Defne, Palmiye, Zeytin, Demirhindi Ağacı
Dionysos – Asma, İncir Ağacı, Sarmaşık, Çam
Persephone – Kavak, Söğüt
Zeytin bütün ağaçların ilkidir…
“Olea prima omnium arborum est.
Zeytin ağacı, tarih boyunca barışın, kutsallığın, bereketin, bilgeliğin ve saflığın sembolü haline geldi.
Antik mitolojide tanrıçaların gölgesine sığınan zeytin, Athena’nın bilge armağanıydı insanlığa.
Tufan sonrası yeryüzünde yeniden hayatın başladığını haber veren o beyaz güvercinin ağzındaki dal, bir zeytin dalıydı. O yüzden barışı simgeler. Umudu, yaşamı...
Bugün ise barış süreci ve silahların bırakılması , acıların dinmesi için atılan önemli bir adım olduğunu düşündüğümüzde en önemli doğal kaynağımız zeytin ve dalına ihtiyacımız hep var.“Çünkü zeytin, bir ağaçtan fazlasıdır; geçmişi, bugünü ve barış içinde yaşayacağımız geleceği temsil eder.”Zeytinime dokunma. Çünkü o sadece bir ağaç değil. O biziz...
Doğanın talanına, her türlü ekolojik yıkıma,iklim değişikliğine karşı yaşamak ve yaşatmak şiarımız olmalı. Gezegenin de hakları var!..
Kaynakça
https://nizolive.com
www.paraf.com.tr