2004 yılından beri yürürlükte olan 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu ne yazık ki her seferinde hayvan haklarını daha geriye düşecek şekilde değiştirilmek istendi.
Ve yine bu şekilde olageliyor.
2019 yılı başlarında mecliste bir komisyon kurulup 5 partice ortaklaşa bir tavsiye metni yayınlanmıştı.
TBMM Hayvan Hakları Araştırma Komisyonu tarafından oluşturulan rapor TBMM genel kurulunda görüşülmüştü. Raporda bulunan tavsiyeler doğrultusunda bir kanun teklifine çevrilip ilgili komisyona gönderilmesi bekleniyordu, ancak özellikle pandemi krizi öne sürülerek kanun tasarısı sürekli ertelendi. Hayvan Hakları Araştırma Komisyonunca hazırlanan raporun eksikleri bulunmakla birlikte ön açıcı bir çalışma olduğu kuşkusuz.
Hazırlanan rapor hayvan hakları konusunda pek çok alanda değişiklikler içeriyor. Özellikle de 6. maddenin değiştirilmemesi gerektiğinin altı çiziliyor.
Nedir bu 6. madde? Neden hayvan hakları savunucuları, STK'lar hayvan hakları platformları hep bir ağızdan 6.maddenin değiştirilmemesi konusunda feryat ediyor?
Bu madde mevcut yasada “Sahipsiz ve güçten düşmüş hayvanların bakımı, kısırlaştırılması, aşılanması, gerekliyse rehabilite edildikten sonra kayıt altına alınarak, alındıkları ortama geri bırakılmalarını” kapsıyor. Ancak söz konusu madde, sahipsiz ve güçten düşmüş hayvanların yetkililerce sokaklardan toplanıp, barınak, park, bahçe, okul, ibadethane OLMAYAN alanlara bırakılması şeklinde değiştirilmek isteniyor. Halbuki bu sayılan yerlerin haricinde kalan yerler oldukça sınırlı olduğundan, madde bu şekilde değiştirilirse hayvanlar yetersiz imkanlar nedeniyle yaşamlarını idame ettirmeleri zor olan barınaklara veya kalan ormanlık alanlara bırakılarak hayatta kalma şansları azaltılacak. Bu şekilde yapılacak değişiklik ilk etapta yürürlükte olan maddenin daha iyi hale getiriliyormuş izlenimi verse de esasında sokak hayvanlarının yaşam hakkının ihlaline sebep olacak.
Hâlbuki en önemli nokta hayvanların yaşam hakkının korunmasıdır. Onlar kendi haklarını savunamayacak durumdalar, o yüzden bizim onları savunmamız gerekiyor, bu vicdani bir gereklilik şüphesiz ki.
Aynı zamanda ekolojik mücadelenin en önemli konusu elbette hayvanlardır. İnsanlarca hayvanların yaşam alanların işgali; biyolojik çeşitliliğin azalması, türlerin yok oluşu, pandemiler, küresel iklim kriziyle çok yakından bağlantılıdır.
Özellikle 6. maddenin değiştirilmemesi konusunda kamuoyu çok tedirgin olmuş durumda çünkü bu madde “sokak hayvanları mahalle sakinimizdir” cümlesini anlamlandıran maddedir.
Aslında yeni bir yasa gerekiyor. Ancak hayvanlar lehine, adil ve eşitlikçi bir yaklaşımla hazırlanan bir yasa hatta Ekolojik bir anayasa acil olarak gerekiyor.
Şubat 2011’de içinde bulunduğum 40 kişilik bir imzacı grup kamuoyuna böyle bir anayasa çağrısı paylaşmıştı. Yeşiller Partisi’nin sekretaryasını üstlendiği girişim “Ekolojik Anayasa Girişimi”ydi. TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonuna sunulan önerilerde “doğanın hak öznesi” olması, evcil ve yabani tüm hayvanların haklarının güvence altına alındığı hukuksal düzenlemeler önerilmişti.
Esasen 2000'li yıllardan itibaren dünya ülkelerinin büyük bir çoğunluğunun yasalarında çevre hükümleri yer alıyor.
Ekvator ve Bolivya anayasaları ekolojik anayasalardır. Bu anayasalardaki ana fikir doğa ve insanların eşit düzeyde görülmesidir.
Mevcut yasadaki yaşamsal sakıncalar ve yapılması gerekenler:
Hayvanlara yapılan şiddete hapis cezası getirilmelidir. Bu kabahat değil suçtur. Hayvanlar duyguları olan varlıklardır mal, ticari meta değildir. Üstelik kendisini savunma yetisi olmayan bir canlıya yapılan şiddet, tecavüz, asla hapis cezasız kalmamalıdır. Hapishanelerdeki gazeteciler, aydınlar, öğrenciler olması gerektiği gibi özgür kalırlarsa zaten gerçek suçlulara yer bulunacaktır.
Belediyeler ve yerel yöneticilerin özellikle sokak hayvanları, sokak canlıları konusunda yerine getirmeleri gereken önemli görevleri ve sorumlulukları vardır. Örneğin belediyelerin sorumluluklardan biri açık alanlara koyduğu suluk ve mamalıkların doldurulmasıdır. Bu en basit sorumluluk dahi yerine getirilmediği için genelde mahalle sakinleri, özellikle de kadınlar tarafından yerine getirilmektedir. Mevcut belediye barınakları birer esaret yuvası, içler acısı sefillikte ve yoksunluk içindedir. Maalesef ki hayatında hiç barınağa gitmemiş yasa koyucular oraları güvenli, güzel yerler sanmaktadır.
Mevcut yasada hayvanlar sahipli ve sahipsiz olarak ayrılmaktadır. Sahipli hayvana zarar verilirse hayvan yasada mal, eşya olarak görüldüğünden ceza verilebilmektedir. Buna rağmen sahipli hayvan şiddete uğradığında, öldürüldüğünde bu şiddet cezasız kalabilmektedir.
Hayvan sahipsizse hiç bir ceza yoktur. Sadece minik bir idari para cezası vardır. Bu da genellikle ödenmemektedir. Hiç bir yaptırımı da maalesef yoktur.
Sahipsiz hayvan için soruşturma açılabilmesi için Tarım Orman Bakanlığının Cumhuriyet Baş Savcılığına başvuru yapması gerekmektedir. Bu eşitsizliğin ortadan kalkması, vatandaşların hayvanlara ilişkin suçlarda hiç bir koşul ve aracı olmaksızın şikâyetçi olabilmeleri gerekmektedir. Mevcut düzenlemede sahipli hayvanın sahibi şiddet uygularsa da hiç bir yaptırım yoktur. Bu nedenle sahipli hayvan, sahipsiz hayvan ayırımı kaldırılmalı, herkesin suç duyurusunda bulunabileceği bir düzenleme acilen gerçekleştirilmelidir.
Mevcut düzenlemede sadece “kasten işlenen suçlar” hakkında ceza verilebilecek. Örneğin sağlık görevlisinin (veteriner) hayvana dikkatsiz, özensiz bir şekilde yükümlülüğünü yerine getirmediği bir müdahalesi sonucu hayvan yaşamını kaybederse yaptırım hapis cezası olmayacak. Görevli bilerek, isteyerek yapmadığını beyan ederse cezasız kalacak örneğin: trafik kazasında hayvanları öldürenlerin de cezasız kalacağı gibi. Hâlbuki en azından hayvanın ölümü ile sonuçlanan kazalarda ceza alınması için de gerekli düzenlemenin yapılması acilen gerekmektedir. Yeni gelen yasada ihbar, şikayet daha da zorlaştırılmak istenmektedir. Gerçekte hayvanlara yönelik suçların cezasız kalmasın en önemli nedeni soruşturmanın şikayete bağlı olmasıdır.
AKP grup başkanvekili Özlem Zengin'in açıklamasında “canice olmayan öldürme” kabullenilir durumda
gözükmektedir. Tüm canlıların, hayvanların yaşam hakkının esas olarak ele alınması gerekmektedir. Çünkü hayvanların kendi kendilerini savunma yetisi yoktur. Bizim onları savunmamız gerekmektedir. Tüm hayvanların yaşama ve türünü sürdürme hakkı kabul edilmelidir.
Doğal yaşam alanları insanlarca ve binalarca işgal edilen şehirlerden hayvanlar sürülmemelidir. Şehirler, semtler hayvan sakinleriyle yaşanabilir kılınmalıdır. Camiler, parklar, okullar, bahçeler hayvanlarıyla güzel ve anlamlıdır. İslam mimarisinde kuş evleri, kuş sebilleri olağanüstü güzellikte inşa edilmiştir. Kültürümüzde de insanlar ve hayvanlar iç içe yaşam sürerler. İstanbul’da kedileriyle meşhur semtler vardır. Kuzguncuk, Cihangir, Galata gibi. İstanbul'un kedileri edebiyata ve belgesellere konu olmuştur. İş yerinin, okulun, camiinin, pakın önünde hayvanlar barınıyorsa orada sevgi ve güzellik vardır, bölüşme, paylaşma kültürü vardır.
AKP grup başkanvekili Özlem Zengin'in açıklamasında evlerdeki hayvan sayısının da kısıtlanacağı belirtilmektedir. Evlerde beslenen evlat gibi bakılan hayvanların sayısı yönetmeliklerle belirlenemez.
Yasaklı ırk olarak tanımlanan hayvanlara polis marifetiyle el konulması vicdanen kabul edilemez bir uygulamadır. Ömür boyu kafeslerde ölümü beklemeye mahkûm olan bu hayvanlar da yaratılmış birer candır. Tüm hayvanlarının türlerinin eşit olduğu gerçeğinden hareket edilerek hayvanların yaşam hakkı esas alınmalıdır. Çünkü hayvanların ve hatta bitkilerin duygularının olduğu bilimsel olarak kabul edilmiştir. Hayvanlarda tıpkı insanlar gibi üzülmekte, strese kapılmakta, anne olmakta, yavrularını tehlikelerden korumakta, şiddet gördüklerinde, yandıklarında, terk edildiklerinde acı çekmektedirler.
Bilimsel deneylerin hayvansız yapılması gerekmektedir. Sokak hayvanlarında, sahipsiz hayvanlarda deney yapılması yasaklanmalıdır.
Havai fişek gösterileri tüm belediyelerce acilen yasaklanmalı ve yasaklamalar sıkı bir şekilde denetlenmelidir. İnsanların havai fişek kutlamaları kuşların kalbini durdurmakta sürüler halinde ölmelerine neden olmaktadır.1000'den fazla kuş türü yok olmuştur. Arı ve böceklerin yok oluşu gıda üretiminde çok ciddi bir sorundur.
Hayvanat Bahçeleri kapatılmalıdır. Buraları hayvan bakım, koruma rahabilitasyon merkezleri olmalı, çocukların eğitimine açılmalıdır. Kafeslerde aç ve sefil durumda olan hayvanlar bu merkezlerde korunmalıdır. Bu süreç içinde mevcut hayvan sayıları, kamuoyu ve STK'larla paylaşılmalı, şeffaflık sağlanmalı, gönüllü desteği, sponsorluk gibi hizmetler devreye sokulmalıdır.
Yunus Parkları da acil olarak kapatılmalıdır. Onların evi daracık eğlence havuzları değil, okyanus ve denizlerdir.
Avcılık ve av turizmi yasaklanmalıdır. Para ödeyen insanların bir canlının yaşamına son verme hakkı olmamalıdır. İçinde bulunduğumuz küresel iklim krizinde zaten biyolojik çeşitlilik hızla yok olmaktadır. Diğer yanıyla da bu durum iklim krizini tetiklemektedir. Pandemiler, biyolojik çeşitliliğin azalmasıyla yakından ilişkilidir. İnsanların yaban hayata müdahalesi sınırlandırılmalıdır.
Endüstriyel gıda üretimi, endüstriyel hayvan üretiminin sorgulanma zamanı çoktan gelmiştir.
Hayvanlara yönelik şiddet toplumsal bir sorundur. Başta ailede bu eğitimin başlaması, okullarda ders olarak okutulması, yazılı ve görsel basında ivedilikle şiddet konusunda farkındalık yaratılması acil bir
sorumluluktur. Bu sorumluluk da başta seçilmiş hükümetlerin görevidir.
Hayvanlara şiddet gösterenler, tecavüz edenler, öldürenler mala değil cana kastetmiş olarak insan canına kastedenlerle aynı cezayı almalı ve bu ceza ertelenmemelidir.
Yaşam doğa ve içindeki canlılarla bir bütün ve yaşanılır olmaktadır.
Gezegenimizin var olması da buna bağlıdır. Dünyamızı gelecek kuşaklara, doğa ve içindeki hayvanlarla emanet edebilmek zorundayız.
Bu insani olarak borcumuzdur ve anayasalarüstü bir zorunluluktur.