Şule öğrencimdi ben de onun öğretmeni. İlk öğretmenlik yılımdı ve özel bir okulda göreve başlamıştım. O dönemi düşündüğümde meslek yaşamımın inceliklerini, öğretmenliği öğrendiğim, ağladığım, güldüğüm zamanlar aklıma gelir hep. Hele tecrübeli ve o zamanlar benden yaşça büyük meslektaşlarımın beni nasıl içlerine alıp, sarıp sarmaladıklarını, fark ettirmeden öğrettiklerini, ders verir gibi olmadan deneyimlerini paylaşma ustalıklarını nasıl unutabilirim?
Zaten ne iş yaparsam yapayım hep duygularım öne geçer… İnsan ilişkilerimde de bunun genellikle çok olumlu geri dönüşler sağladığını gördüm ne güzel ki.
Şule sınıfta ortalarda oturan sessiz, ağırbaşlı bir kızdı, olgun tavırları beni hep etkilerdi, öğrencilerimle yaş farkımız da azdı.
Çok çıldırınca öğrencilerin ellerine cetvelle vuran meslektaşımın, aynı öğrencilerle öğle teneffüsünde masa tenisi oynaması da beni çok şaşırtmıştı ilk yılımda. Sonra fark ettim ki iki taraf da birbirini olgunca olduğu gibi kabullenip, benimsiyor. Aynı meslektaşımı bir gün bezip bir öğrencimi disipline vermeye kalktığımda, “bir kez daha düşünsen öğretmenim” cümlesi ile bu kalkışmamdan vazgeçtiğimde onun aslında öğrencilerini çok destekleyen babacan yapısını tanımıştım.
Çok zor ama çok mutlu, hatta şimdi çok da komik bulduğum bir ilk yıldı. Gelelim daha sonraya…
Hep yollarımız kesişti Şule’yle bir şekilde. Evlenmiş, çoluk çocuğa karışmıştık, ben mesleğime devam ediyordum. Onun çok iyi bir aşçı olduğunu kendi söylemese de tesadüfen okuduğum bir dergiden öğrendim. Birkaç işte birden çalışıyor, ailesinin tüm sorumluluğunu üstleniyordu, çocuklarla ilgili gönüllü çalışmalar yapıyor, kendini geliştiriyor, sürekli eğitim alıyordu.
Yıllar geçtikçe, biz onun bazı projelerinde benim de el vermem nedeniyle daha sık görüşür olduk, hele ki son yıllarda aynı semtte komşu olunca.
Günlerden bir gün yine öğrencim olan eşinin kendisini aldattığını öğrendiğini paylaşıverdi. “Hocam ben aşka saygı duyarım, hemen hiçbir şey istemeden boşanıyorum” demesi beni derinden etkiledi. Dik duruşuna, cesaretine, kendine güvenine bir kez daha hayran kaldım.
Sonra bir gün Şule en büyük hayalini geçekleştirdi ve şirin, sıcacık bir mutfak açtı “Şule'nin Mutfağı” adında. Ekmeğini de elde açtığı müthiş lezzetler barındıran bir dükkân. İçeri girdiğiniz anda tüm sevgisini vererek ürettiğini, emeğini hemen kokudan, renklerden hissedeceğiniz bir dükkân...
Sonra Pandemi dönemi geldi çattı. Çoğu emekçi, özellikle kadınlar, gençler işsiz kaldı. Hele ki sokakta yaşamak zorunda olanlar… Onun yine kolları sıvadığını gördüm.
Dükkânında ihtiyacı olanlara sıcak çorba dağıtmaya başlamıştı... Yine çok saygı duyup onunla bir röportaj yapmaya karar verdim.
Şule kendini nasıl tanımlarsın? Yetiştiğin aile ortamın nasıldı?
Kolay pes etmeyen mücadeleci biriyim. Belki hayat beni böyle yaptı. Bektaşi bir aileden geliyorum. O yüzden hep önce insan dedim. Başkaları için mücadeleden hiç kaçınmadım. Mutlu biriyim. Diplerde kalmayıp hep düze çıkabilmişimdir. Hayat felsefem hep dürüst olabilmektir. İnsan kalabilmeyi başarmaya çalışıyorum. Baba tarafım Selanikli, anne tarafım Arnavutluk’dan göçmüş, o yıllarda kendi etnik köklerine sıkı sıkıya bağlılarmış, disiplinli ataerkil bir ailede yetiştim belki bu yüzden hep başkaldırdım, ablam ve bana dayatılan şeylere hep direndim. Sanırım o yıllarda gelişti anarşist yapım. Üç kız kardeş sevgiyle sarılıp sarmalanmadan büyüdük, belki bu yüzdendir ihtiyacı olanın yanında olma gayretim. Yıllar sonra psikoloji eğitimim sayesinde çok daha fazlasını da keşfettim.
Şule; yemek, sağlıklı mutfak konularından kendi mutfağına giden yolda neler yaptın? Çocuklarla ilgili çalışmalarına da değinir misin?
Bizde mutfak eğitimi çok önemlidir. 6,7 yaşlarında başlar. Yıllar geçtikçe mutfak bende bir tutku oldu. Yanısıra psikoloji ve hipnoz eğitimi aldım. Bu alanda yıllarca emek verdim ama gönlümde hep yemek işi vardı. Bir gün bir davet aldım, önemli bir dergide Arnavut yemekleri yapmam istendi, bu sayı çok beğenilince derginin tüm yemek sayfalarını hazırlamam teklif edildi. Böylece bu işe başladım. Sonra başka yemek dergileri, tv programlarım oldu. Bu arada çok tanınan özel bir üniversiteden sağlık mutfağı ve fitoterapi kafeleri açma teklifi aldım, kabul ettim tamamen sağlıklı ve organik besinlerden oluşan bir mutfak kurdum. Bu arada hipnoz ve nlp konularında eğitim vermeyi sürdürdüm. Bir yandan sokak çocukları için çalışma yapmaya başladım. Onların meslek sahibi olabilmeleri konusunda projeler ürettim. Üç yıl içinde üç bin çocuğumuzu giydirdik. Sadece 4 kadın arkadaşımızla bunu başardık, halen de devam etmekteyiz. Tamamen gönüllülük düzeyinde eş, dost sayesinde erzak ve çocuk kıyafeti sağlıyoruz ihtiyaç sahiplerine. Özellikle de kadın ve çocuklara. Kadınlar için projeler geliştirmeye devam ediyorum, umarım hepsini hayata geçiririm.
“Şule’nin Mutfağını” da oluştururken her zaman sağlık, en iyi malzeme, lezzet ve servis dedim. Hangi noktaya gelirsek gelelim, taviz veremeyeceğim konulardı bunlar. İnsanın hak ettiği biçimde beslenmesini esas aldık. Bundan da vaz geçmiyoruz.
Pandemi sürecinde neler yaptın, neler yaşadın? Seni eyleme geçiren neydi?
Pandemi süreci herkesi, hepimizi derinden etkiledi az ya da çok. Ekonomik ve psikolojik anlamda çok zor günler geçirmekteyiz. Özellikle kapanmalar nedeniyle bizim sektörümüz çok etkilendi. Devlet desteği şart elbette ama köstek olunmasın ben ona da razıyım.
Kadıköy Dayanışma Ağı ile nasıl buluştunuz?
Sizin de bildiğiniz gibi yıllardır sosyal sorumluluk projelerinde varım. Özellikle kadın sığınma evleri, genç kadın sığınma evleri, sokakta yaşayanlar için çalışmalar yapıyorum. Bazılarını da sizinle birlikte organize etmiştik. Dolayısıyla KDA'ından bir arkadaşla tanışmam zor olmadı ve akabinde KDA gönüllüsü oldum. O gün bugündür de yaklaşık 1 yıldır dayanışma içindeyiz. Tamamen gönüllülerden oluşan bu ruhla farklı sorumluluk grupları oluşturmuş bir ekip KDA.
Pandemi süreci başlangıcında öncelikle en acil ihtiyaç olan maskeyi yapıp dağıtmaya başladık. Sonra gıda kolileri hazırlayıp dağıttık. Sonra da özellikle işsiz bırakılan, sokakta yaşayan insanlar için sıcak yemek dağıtımı yapmaya başladık.
Fakat yasakların tekrar başlaması ve sokağa çıkma yasağı saatlerinden dolayı şimdi sadece sokakta yaşayan dostlarımıza yemek dağıtım yapabiliyoruz. Hepimiz gücünü, gönlünü ortaya koyuyor. Bu bir yıllık zaman içinde genç arkadaşlarımın nasıl bir özveriyle çalıştığına çok yakından tanık oldum. Ancak valiliğin kararıyla bildiğiniz gibi sokakta yemek dağıtımı yasaklandı. Gerekçenin trajikomik tarafı evlerde dağıtım yapılması gerektiği yönünde. Fakat bu insanların evleri yok. Sokaktalar.
Sence bu kararın gerekçesi ne olabilir?
Yoksulluğun, çaresizliğin dört duvar arasına gizlenme isteği bence. Ekonominin çok yolunda olduğu izlenimini vermek halka. Ama vaz geçmeyeceğiz, pes etmeyeceğiz, sokaktaki komşularımızı yalnız bırakmayacağız.
Kendi ailenden bahseder misin? Bu gücü bir nebze onlardan almış olabilir misin?
27 yıl süren bana 2 çocuk sahibi olmamı sağlayan evliliğim ihanet sonucu bitti. Bir daha evlenmeyi asla düşünmezken, hayatının 18 yılını yetiştirme yurdunda geçiren, yıllarca kendi mücadelesini veren ve başaran harika bir insanla karşılaştım evlendim. 27 yaşında bir oğlum, 20 yaşında bir kızım var. 2 Kedim ve harika bir adam olan eşimle birlikte çalışıp, üretiyoruz. Bu güleç adamla hayatım hep sürer umarım.
Dayanışmak, direnmek zorundayız. Şule gibi güçlü pek çok kadın var elbette ve bu dünyayı kadınlar kurtaracak…