Şayet yapay karbondioksit emisyonu durdurulamazsa, gelecek 30 yıl içinde küresel ısınma 1,5 derecenin altında tutulamazsa, geri dönüşü olmayan ölümcül bir süreç başlayacak: Kıtalar çölleşecek. Kutuplardaki buzullar eriyecek. Yükselen denizler adaları, kıyıları, kentleri, ülkeleri örtecek. Güney kutbunda “derin dondurucuda” bekleyen virüsler canlanarak, tanımadığımız yeni salgın hastalıkları başlatacak. Hayal bile edemeyeceğimiz bir felaketler zinciri dünyayı saracak. Bir kere bunun bir masal, bir efsane olmadığından hepimiz artık emin olmalıyız...
Bunun dayattığı vazgeçilmez sonuç, kömürden, petrolden, doğal gazdan, her türlü fosil yakıttan kesinlikle vazgeçmektir. Petrol şirketlerinin 1990’lı yıllardan bu yana finanse ettiği: önce “bir iklim değişiminin olmadığı”; sonra “bunun insan yapısı olmadığı”; sonra da “bunun bir felaket zincirine yol açacağı iddiasının bir efsane olduğu” içerikli profesyonel algı operasyonlarını yenilgiye uğratmaktır. Süratle, gelecek 30 yıl zarfında, yenilenebilir enerjiye, güneş ve rüzgar enerjisine, GES’lere, RES’lere yönelmektir.
Aslında insanlığın elindeki (daha doğrusu sermayenin elindeki) mali ve teknik kaynaklar açısından bu, yeterince kısa sürede erişilebilir, gerçekçi bir hedeftir. Çünkü yenilenebilir enerji sistemleri, küçük birimler olarak düzenlenmeyi, bugüne kadarki hantal, merkeziyetçi yapılanmaları aşmayı olanaklı kılıyor. Gücünü yerelden, konutlardan, mahalleler ve köylerden alan, efektivitesi yüksek, desantralize enerji sistemleri oluşturmak, artık olanaklı.
Nitekim bir çok Batı Avrupa ülkesinde köy ve kentlerin elektrik kullanımının büyük ölçüde binaların çatılarına konan güneş panelleriyle karşılanması, bunun maliyetinin de sağlanan enerji tasarrufu tutarında uzun vadeli taksitlerle ödenmesi mücadelesi veriliyor. Bizde de belediyelerin buna yönelmeleri, bu amaçla uluslararası düzeyde iklim krizine karşı mücadele bağlamında kredi olanakları aranması, gerçekçi, akılcı ve ahlaki bir görevdir.
Yağmacı tek adam rejimininse iklim krizini önlemek gibi bir amacı yok. O, çetelerine yeni rant olanakları sağlamak için yenilenebilir enerji sahtekârlığı arkasına gizleniyor: HES’ler, ülkenin akarsularında ve akarsu havzalarında tüm hayatiyeti kurutuyor. JES’ler, yeraltı sularındaki ağır maden, kükürt ve gazlarla havayı, toprağı geri dönülmezcesine zehirliyor.
Orman katliamlarıyla, hantal mega-projelerle övünen tek adam rejiminin güneş ve rüzgâr enerjisi konusundaki tercihi de elbette desantralize çözümler değil. Bunun yerine o, ormanları, zeytinlikleri, köylülerin tarlalarını, fidanlıklarını, meralarını çetelerine yağmalatıp göz alabildiğine uzanan GES ve RES tarlaları kurdurmayı yeğliyor.
Son çıkarılan bir sıra KHK ile, bugüne dek bu alanların amacına aykırı kullanımını engelleyen tüm yasalar etkisizleştirildi. Kararname paketinin kapsamı ve hızından, amacın olağan üstü zorunluklar karşısında başvurulacak sıra dışı önlemler olmadığı, ciddi ekoloji katliamlarının planlandığı anlaşılıyor: El konulacak alanların bitki örtüsü ve onun yaşam alanı sunduğu canlılar tümüyle sıfırlanacak. Bakım masraflarını en aza indirme amacıyla, panellerin altındaki toprak bir daha bitki yetişemeyecek, yaşam barınamayacak şekilde sıkıştırılacak ve kimyevi önlemlerle ot bitmeyecek hale getirilecek...
Bu bir eko-kırım planıdır. Yaşam türlerine, ekolojik tür çeşitliliğine karşı bir saldırıdır. Bu aynı zamanda ülkenin gıda kaynaklarına ağır bir darbedir. Bu, iklim krizine çare aramak değil, iklim krizinin yanı sıra, yeni ekolojik krizlere ve ülkede gıda kıtlığına davetiye çıkarmaktır.
NE YAPMALI?
Yenilenebilir enerjinin böylesi doğa düşmanı uygulamalarla kötüye kullanımı, küresel iklim felaketini önleme savaşımından vazgeçme nedeni olamaz. Meydanı felaket kaynağı fosil yakıta, nükleer enerjiye (ya da, yeni moda termonükleer enerji projelerine) bırakamayız.
Türkiye gerek güneş, gerekse rüzgardan yana zengin bir ülkedir. Gözü ranttan başka şey görmeyen çetelerin yaşam düşmanı sahte yenilenebilir enerji projelerinin karşısında, doğa dostu gerçek alternatifler her zaman mevcuttur. Nitekim bugün ülkenin bir çok yerinde yaşamın savunucusu bilim ve teknik uzman grupları, ülkenin enerji gereksinimlerini ve kaynaklarını ayrıntılı şekilde değerlendiren enerji haritaları çıkarma çalışmaları başlattılar.
Bizce bu değerlendirmelerde önemli bir kriter, desantralize, konut, köy, mahalle düzeyinde, efektivitesi yüksek sistemlerin tercihi olmalıdır. Bir kere, tarımda ve kırsal yerelde GES ve RES tarlaları hiç gerekli değildir: Köy evlerinin çatılarına konacak güneş panelleri, ev içi enerji gereksinimlerini kesinlikle karşılayıp aşar, diğer kullanımlar için enerji fazlası sağlar. Toplam gereksinimlerin bunu aştığı köylerde de, doğaya, yaşama ve tarımsal faaliyete zarar vermeyecek yerlerde bir ya da bir kaç rüzgar türbini yeterli olur.
Kentlerde de mutlaka tüm binaların çatılarına, elverişli yerlerde duvar yüzeylerine paneller, güneş enerjisi birimleri konmalıdır. Bunlar, kentteki ev içi ekonomi gereksinimini kısmen karşılar. Yalnızca toplam gereksinimin bunu aştığı ölçüde, oturum bölgelerinden yeterince uzak yerlerde, yine desantralize, küçük boyutlarda panel ve türbin alanları planlanmalıdır.
Bunun yanısıra, yeni teknolojide, yenilenebilir enerji konusundaki ar-gelerde kaydedilen yeni gelişmeler yakından izlenmelidir. Ancak deneyim gösteriyor ki, “yenilenebilir” enerji, her zaman yaşamın sürdürülebilirliğini sağlayan, “yeşil” enerji olmuyor: Onun, türlerin yok olmasına, orman ve tarım alanlarının yağmalanmasına, zararlı, zehirli kimsasallara, gıda ve tatlı su kıtlığına, iklim adaletsizliğine yol açan çeşitten olmasına göz yummamalıyız.
Son araştırmalarla muhtemelen yeni bir şans doğuyor: Ağaçlara, bitkilere, canlı yaşam alanlarına kıymak yerine, GES’leri, her ülkede geniş bir alanı kaplayan otoyollar, caddeler, bisiklet yolları, hatta yaya kaldırımlarında kurma olanağı: ABD, Fransa, Almanya, Çin başta olmak üzere, gerek zeminde güneş enerjisi birimiyle donatılmış şeffaf parkeler, gerekse üstte panel tenteleri ile enerji üretimi geliştiriliyor. Bu, ülkemizde de tüm enerji gereksinimini karşılayabilecek bir potansiyel taşıyor olabilir.
Şunu belirtmeden geçmeyelim: Küresel neo-liberalizm, ülkemizdeki rejimle her konuda aynı görüşte olmasa da, yerel ve desantralize çözümlere karşı çıkışta onunla kader birliği içindedir: Mega projeler, devasa alanlara yayılmış GES ve RES tarlaları, çokuluslu şirketlerin efendisi bir avuç milyarderin emekçi milyonlar üzerinde ekonomik egemenliğini ve toplum üzerindeki kapitalist hegemonyayı tahkim etmeye de yarıyor.
Yenilenebilir enerjinin geliştirilmesi, kurulması, enerjinin dağıtımı ve kullanımı, çokuluslu şirketler ve ulusal çetelerin iradesine teslim edilemez. Tüm bu süreçlerin yerel belediyelerin yönetimi ve halk meclislerinin dolaysız denetimi altında gerçekleşmesi için, gerekirse bu amaçlarla belediye yönetimleri üzerinde baskı kurmak için sürekli mücadele gerekecektir.
Bu mücadelenin özneleri, ailesini, yiyecek ekmeğini, toprağını savunan köylülerdir; doğayı, yaşamın sürdürülebilirliğini savunan aktivistlerdir; alnının teri, aklının ışığı ile yenilenebilir enerjiyi mümkün kılan, dürüst, çevreci bilim ve teknik insanlarıdır. Ve bu mücadele, iyimser hayallere de, umutsuz karamsarlıklara da kapılmadan, aralıksız sürdürülmek zorundadır.