Dukas, önceki yazıda da belittiğimiz üzere 1400-1470 yıllarında yaşamış, İstanbul’un fethini yazan dört Bizans tarihçiden biridir. Anlattıkları, Vladimir Mirmiroğlu tercümesi ile Kabalcı Yayınları tarafından İstanbul’un Fethi adıyla yayımlanmıştır.
DUKAS’IN ANLATIMIYLA SAVAŞ, YAĞMA VE KATLİAM
Her savaş; yağma ve katliamdır. Tarihte savaşlar sadece uluslar, devletler, dinler arasında olmamıştır, iktidar uğruna aynı ulustan, aynı dinden, aynı devletten insanlar birbirleri ile savaşmış, birbirlerinin varlıklarını yağmalamış ve katliam yapmışlardır.
Bizanslı tarihçi Dukas’ın anlatımlarında da Türk’ün Türk’le, Bizans’lının Bizans’lı ile, Türk ve Bizans ittifakının, Türk veya Bizans ile savaştığı görülmektedir. Savaşın acımasızlığı, yağma ve katliamlarla içiçe oluşu da görüntüye gelir.
Dukas’ın anlatımını bu kez yağma ve katliam süzgecinden geçiriyoruz.
BİZANS’TA KANTAKUZİNOS TARAFTARLARININ KATLEDİLMESİ
I. Bayezid döneminin imparatoru Ioannis çocukken imparator olduğu için babası tarafından ölmeden önce kendisine naib olarak Kantakuzinos atanır. Kantakuzinos’a karşı çekememezlikler başlar.
Kantakuzinos küsüp istifa eder ve Makedonya’ya yerleşir. Yerine tayin edilen Apokavlos, Kantakuzinos’un bütün akrabalarını tutuklatır. Sonra bir kargaşada hepsi öldürülür.
Katliamı duyan Kantakuzinos asker toplar. Sırp kralı Stefanos’a gider ve yardım ister.
AYDINOĞLU ÖMER BEY’İN YAĞMALARI
Bu sırada Aydınoğlu Ömer Bey, Kantakuzinos’la anlaşma yapmak için yağma yapa yapa Dimetoka’ya gelir ama Kantakuzinos’u bulamaz. İzmir’e döndüğünde haçlılar tarafından zaptedildiğini görür. Savaşta ölür, cenazesi Kadifekake’ye gömülür.
Boş vakit değerlendirme niyetine yağma:
“Ömer beyin yanında beşyüz süvari Türk askeri, bir o kadar da gemi eri vardı. Donanmasının diğer erleri ise Gelibolu’dan Silivri’ye kadar olan bütün sahil köylerini yağma ediyorlardı. Donanmanın bu tarz-ı hareketinden maksat, sureti zâhirde Kantakuzinos’a muavenet idi ise de, hakikatta Trakya havalisini tetkik etmek idi. Ömer bey ise, maiyeti efradı ile, karadan Tekirdağı’na kadar geldi ve oralarını yağma ve garet ettikten sonra Dimetoka’ya avdet etti”
SIRP KRALI STEFANOS’UN YAĞMALARI
Kantakuzinos ve Stefanos anlaşırlar. Stefanos Selembria’ya (Silivri) kadar her yeri yağmalar.
KANTAKUZİNOS VE ORHAN’IN YAĞMA VE KATLİAMLARI
Kantakuzinos ve Sırp kralı, Bizans ve Sırp şehirlerini yağmalar:
“Kantakuzinos ise, kıral ile dostluk muahedesi aktetti. Bu muahede mucibince Bizans imparatorluğuna ait kaleler, şehirler ve eyaletlerde bulunan zavallı müntahap despotların yerine, barbar idare memurları, yani Trivalli ve Sırp beyler ikame edilmiştir. Kıral dahi, Silivri’ye kadar bütün Trakya şehirlerini yağma ve mahvetmeğe başladı.”
Bizans, Orhan Bey’den yardım ister. Onbin Osmanlı askeri İstanbul’da ağırlandıktan sonra batıya doğru hareket eder. Orhan’ın onbin askeri ile Kantakuzinos savaşırlar ama pek galip gelen olmaz. Her iki taraf da yağma yapmanın milleti olmadığını gösterir.
“Kantakuzinos, muharebede esir tuttuğu Türkleri kılıçtan geçiriyordu. Esir tuttuğu BizanslIları ise analarından doğma bir. halde soyduktan sonra, çıplak olarak, evlerine gönderiyordu. Türkler ise, bir ara muharebeyi bırakıp, köyden köye giderek, her şeyi yağma ediyorlar, böylece halktan rastgeldikleri hadsiz hesapsız erkek ve kadını, süt çocuklarım, gençleri, papazları ve keşişleri birbirine zincirlerle bağlıyarak, toplu ve karma karışık bir şekilde, koyunlar gibi —ve Iskitlere veya Avasgoslara yapılmakta olan muameleyi tatbik ederek— İstanbul’a götürüyorlardı. Şayet tesadüfen bunları satın alan kimse bulunmazsa, işin en fena safhası o zaman başlıyordu. Merhamete gelerek, bunları satın almaları için, bu esir addettikleri Bizanslıları değnekle dövüyorlardı. Eğer buna rağmen satılmamış esir kalırsa, Boğaz’dan geçirerek, Bursa’ya ve daha öteye gönderip, Türklere satıyorlardı. Bu manzara pek feci idi.”
Burada dikkate değer bir nokta şu ki, Türkler, esir aldıkları Bizans’lıları İstanbul’a, yani Bizans’a getirip satıyorlar, satamadıklarını Osmanlı topraklarına gönderip satıyorlar.
Daha sonra Kantakuzinos da Orhan’a işbirliği teklif eder, karşılığında kızını ve yüklü para vercektir. Orhan kabul eder. Kantakuzinos savaşın milleti olmadığını gösterir. Bizanslılar Bizans şehir ve kasabalarını yağmalarlar:
“Kantakuzinos çeyizini hazırladıktan sonra kızım büyük bir şan, şeref ve büyük debdebe ile Orhan’a gönderdi. Kendisi ise muharebe işleri ile meşgul olarak, Silivri’den itibaren İstanbul'a kadar olan bütün şehir, kasaba ve köyleri yağma etmeğe ve yakmağa başladı. Bu köylerde bulunan zavallı Rumları, Sırplar esir ettiklerinde Sırbistan’a, Türkler de Çanakkale boğazından geçirerek, Bursa ve diğer şehirlere gönderiyorlardı. Manzara feci idi. Bunları kim esir ediyordu? Bizanslılar! Esir olanlar kimler idi? Yine Bizanslılar. Bunları kılıçtan kim geçiriyor,? Yine onlar. Kılıçtan geçirilen kimlerdi? Yine onlar, ölü cesetleri kimlere aitti? Bunları öldüren kimlerdi? Yine Bizanslılar. Ey dehşet saçan felâket!”
ORHAN’IN OĞLU SÜLEYMAN’IN YAĞMALARI
Süleyman da savaşın yağma demek olduğunugösterir:
“O zamanlar Orhan’ın evlâtlarından biri olan Süleyman, mühim kuvvetlerle Lapseki’den karşıya geçerek, Gelibolu yarımadasının köylerini yağma ediyordu. Despot Mateos Kantakuzinos ise, mezkûr yarımadanın Eksamilion mevkiinde Süleyman’a rastgelerek, harbe tutuştu ve binnetice, Süleyman dahil olduğu halde, bir çok Türk’ü telef etti.”
I. BAYEZİD’İN YAĞMALARI
“Bayezid, Bitinia’dan Trakya’ya geçerek, İstanbul civarında bulunan bütün köyleri tahrip etti ve Panidu’dan İstanbul’a kadar olan yerlerde sakin halkı başka yere nakletti. Selânik’i ve Selânik’ten sonra gelen yerleri de zaptetti. Mora’ya da kumandan Avranezi (Evrenos)’yi göndererek, Lakedemonia ve Akaiya eyaletlerini yağma ettirdi. Karadeniz sahilinde bulunan şehirlere de Turahan’ı göndererek, tahrip ettirdi. Bu suretle her yer harap oldu ve sekenesiz kaldı. Şehirde ise ne ocak kullananlar, ne harman işletenler kaldı; yalnız şiddetli açlık halkı kırıyordu. Bayezid şehre karşı harb açmadı. Kalelerin ve surların tahribi ile de meşgul olmadığı gibi, çarpışma da yapmadı, hiç bir harb tedbirine de tevessül etmedi. Yalnız şehrin haricinde binlerce erden mürekkep bir kuvvet ikame ederek içeriye kimsenin girip çıkmamasını temin ile şehri abluka altına aldı. İttihaz olunan bu tedbirler üzerine, şehir içerisinde şiddetli buğday, şarap, zeytinyağı ve saire kıtlığı başladı. Ekmek ve yemek pişirmek için odun kalmadığından güzelim evler yıkılarak enkazım yakıyorlardı.”
TİMUR’UN İŞKENCE FANTEZİLERİ
Timur, kendisine teslim olmayan şehrin sur temellerini kazıp, ahşap kazıklar üzerine tutturur. Kazmaya bir mil öteden başadığı için şehir halkı bunun farkına varmaz. Son bir teslim ol çağrğsı da reddedilince surları taşıyan kazıkları ateşe verir ve surlar yıkılır.
“Timur’un askerleri şehre girerek, halkı katle ve yağmaya koyuldular. O sırada Timur bir emir vererek, şehrin en ileri gelenlerini bir yerde toplattı. Mezar gibi büyük çukurlar kazdırttı ve hiç bir zalimin akima gelmemiş bir halde bu memleket eşrafını bağladı, yani bunları enselerinden bağlıyarak, kafalarım iki bacak aralarına kadar getirtti, o derecede ki burunları, defi hacet ettiği yere kadar çektirdi. Bacakları ve dizleri ise her iki taraftan kulaklarına doğru uzuyordu.' Zavallılar bu suretle bağlandıktan sonra, kirpi gibi yusyuvarlak bir halde mezarlara atılıyorlardı. Her çukura on ve daha ziyade adam atılıyordu. Bu mezarları toprak ile değil, tahtalar ile örttürüyordu. Sonra tahtaların üstüne toprak döktürüyordu. Bundan maksadı mezara atılanların çabuk ölmemelerini ve fazla ıztırap çekmelerini temindî”
AYDINOĞLU CÜNEYD’İN YAĞMALARI
Cüneyd, isyan eder ve Türk kasaba ve köylerini yağmalar.
“Cüneyd Efes’te oturmakta olan Aydın oğullan aleyhine isyan etti. İzmir’in civar köylerinden beş yüz kadar İzmirli toplıyarak, Efes ovasına indi ve orada bulunan halkın mallarım yağma etti. Oralardan da az zaman zarfında beşyiizden fazla asker toplıyarak, Efes’e geldi ve şehrin civarında karargâh kurdu. Bunun üzerine Aydın’m oğlu, bir kaç gün sonra, Efes’i terkederek, kaçtı ve Cüneyd oranın sahibi oldu.”
“Kış mevsimi gelince Cüneyd Efes üzerine yürüdü ve Omur’u şehrin kalesi içine kapanmağa mecbur etti, bütün şehri askerlerine işgal ettirdi. Halkı esir olarak almıyordu. Yalnız İskit felâketinden sonra halkın kazandığı şeyleri yağma ettirdi. Bu cani halktan bir çoklarını kılıçtan geçirdi ve daha bir çok fenalıklar yaptı. Bunlar olup bittikten sonra, Omur Cüneyd ile musalâha akteddi, kızını kendisine zevce olarak verip, musalâhayı yeminlerle teyid ettirdikten sonra, kaleden çıktı ve baba ile oğul gibi kucaklaştılar.”
KARAMAN BEYİ’NİN BURSA’YI YAĞMALAMASI
“Mehmed Çelebi, İstanbul’a gelip, Musa Çelebi ile çarpıştığı zamanlarda, Karaman beyi askerî kuvvet ile Konya'dan Bursa’ya gelmiş ve şehri yağma ettiği gibi, Mehmed Çelebi'nin babası Bayezid’in kemiklerini mezarından çıkararak, ateşe vermiş idi.”
VENEDİKLİLERİN KATLİAMLARI
Savaş vahşettir:
“Venedikliler akşama doğru muharebeye son verdiler ve 27 adet Türk gemisini alarak, Tenedos limanına girdiler ve tahkikat yaparak, erler arasında Türk aslından olanları kâmilen boğazladılar. Hıristiyan erler hakkında da tetkikat yaparak, Türk donanmasına angarya olarak, cebren alınmış olanlarının hayatlarını bağışladılar; ücret ve diğer menfaat temini maksadiyle Türklerin hizmetine girmiş olanlarını, Bozcaada’da kazıkladılar. Bütün adada çepçevre bağ kütükleri ve bu kütüklerden sarkmış üzüm salkımları gibi asılmış erler görünüyordu. Venediklilerin kadırgaları Girid’e gelerek kadırgaların içinde bulunan ve zorla, angarya olarak Türklerin hizmetine girmiş olan hıristiyanlardan bir miktarım Girid’e, bir kısmım Eğriboz’a, bir kısmım Venedik’e bırakmak suretiyle dağıttılar.”
I. MEHMED VE II. MURAD DÖNEMİ KATLİAMLAR
Mehmed, Börklüce Mustafa isyanının büyümesi üzerine oğlu Murad’ı yollar.
“Murad giderken geçtiği Bitinia, Frigia, Lidia ve Ionia’dan bütün askerleri toplayarak, büyük kuvvetler ile, düşmanların en dar geçitlerine gitti ve yolda rastgeldiği ihtiyar veya çocukları, erkek veya kadınları, yaş ve din farkı gözetmeksizin, merhametsizce kılıçtan geçiriyordu. Nihayet tek gömleklilerin sığındıklarıdağa vardılar ve muharebeye tutuştular. Sonunda tek gömlekliler, reisleri sahte peygamberleri ile beraber mağlûp ve teslim oldular. Bu muharebede, Murad çok asker kaybetti. Murad bu tarikatçileri, beraber alarak, Efes’e getirdi. Efes’te, reislerini sorguya çekti. Kendisini bir çok işkencelerle tazyik ettiği halde, fikirlerinde ve itikatında sabit olduğunu ve değişmiyeçeğini anlayınca, onu astırdı, cesedini ellerini tahtalara çiviler ile mıhlanmış bir vaziyette, bir deve üzerine koydular ve şehrin içinde dolaştırarak, teşhir ettiler (1435). Mürşitlerinin itikat ve fikirlerini inkâr etmemiş olan müritlerini de gözleri önünde boğazladılar. Bu müritler can çekişirken, «dede sultan eriş»ten başka bir şey söylemiyorlardı.”
“Bayezid (vezir), bu muzafferiyetten sonra, Murad’ı alarak, Asya ve Lidia’dan geçerken, yolu üzerinde, bu ibahî tarikatine mensup olan Türk dervişlerinden rastgeldikİerinin hepsini katlediyordu. Bayezid, Frigia ve Çanakkale boğazından geçerek, Edirne’ye vardı ve Çelebi Mehmed’e oğlu Murad’ın galibiyet ve muzafferiyetini arzetti.”
Savaş acımasızdır:
“Murad, Gelibolu’da üç gün kaldı ve kaleyi eline aldı ve karaya çıkmasına mâni olanların hepsini merhametsizce kılıçtan geçirdi ve süratle Edirne’ye doğru yola çıktı.”
Savaş vahşettir:
“Murad’ın askerleri merdivenler ile kalelerin üstüne çıktılar ve hemen şehre girip, surların bir kapısını açtılar. Bunun üzerine bütün asker arı sürüsü gibi şehre girdi. îşte o zaman düşmanlar tarafından şehrin içinde tabiatın fevkinde yapılanları görmeli idiniz. Her bir sipahinin elinde sürü ile erkekler, kadınlar, genç çocuklar, bakire kızlar, ihtiyarlar ve küçük çocuklar sürüklenip duruyorlardı. Bu sürüklenenler, her ne kadar ah ve enin ederek bağınyorlardıysa da, bunlara merhamet ederek, yardım edecek kimse yoktu. Bu vak’a, İstanbul’da ileride vukubulacak felâketlerin fena ve meş’um bir mu- kaddemesidir. Evler yağma edildi, mâbetler yıkıldı, kiliselerin süsleri ve mukaddes kapları pis ellere geçti; mahçup bakireler nefsanî hazlardan kendilerini zaptedemiyen şehvetperestlerin kucaklarında, asıl ve necip kadınlar necip olmıyanların elinde bulunuyor ve bunlara her türlü fenalıklar yapılıyordu.”
Savaşın millet olmaz, Türkler türk şehirlerini yağmalıyor:
“Murad, Bursa’dan hareket ederek, Kütahya'ya geldi. Oradan Salutaria’ya vardı. Orada da hazırlıklarını ikmal ederek, Konya’ya geldi. Karaman beyi, askerleri ile beraber kaçarak, Suriye hududuna girdi ve muhkem dağlara çekildi. 2. Murad Konya’yı merhametsizce nehp ve garet eyledi. Oradan çokça altın ve gümüş alarak, Larende şehrine gitti. Larende’de bir çok fenalıklar yaptıktan sonra, Karaman memleketinin bütün şehir ve kasabalarını yağma etti, bu suretle hemcinsi olan Türklere pek çok zarar verdi.”
Savaş yağmadır:
“Mehmed, Mustafa’nın padişah ilânına yardım etmiş olan Ulahlara karşı düşmanlık beslemekte olduğundan, bunlar aleyhine büyük kuvvetler gönderdi, memleketlerini yağma etti, bir çok yerlerini yakarak, onlara zarar verdi. Bunlardan sonra İstanbul aleyhine de gizlice düşmanlık beslemeğe başladı, fakat bu düşmanlığı içinde saklayıp, asla meydana çıkarmıyordu.”
II. MEHMED
Ve yine savaş yağmadır:
“Bu defa muhafız kıtaatı mühim miktarda takviye edilmiş olduğundan, Bizanslılar kale dışarısına çıkamıyorlardı. Fakat bunlar iki ve üç sıra kürekli kadırgalar ile deniz tarafından Kizikos (Kapudağı)’a kadar giderek, sahilde bulunan Türk köylerini yağma ediyorlar, bu Türklerden bir çoğunu esir alıyorlar ve bir kısmım kılıçtan geçiriyorlardı. Bu mücadeleler bütün kış devam etti,”
Mehmed, askerlerine şehrin sadece binalarını istediğini söyler:
“Bu cevaptan sonra Mehmed, bütün orduya, tellâllar çıkararak, umumî hücumun yapılacağı günü tespit etti ve and içerek askerlere dedi ki, «Bu muharebede kazanç olarak yalnız şehrin binalarını ve surlarını istiyorum; şehrin diğer bütün menkul servetini ve mahsurlarım, ganimet olarak, size bırakıyorum.»”
Mehmed’in askerlerine çağrısı, bir diğer Bizans tarihçisi Yeorgios Francis’in kitabında da geçer. Yeorgios Francis, son Bizans kralı Konstantin Paleologos’un sağ koludur. İstanbul’un düşüşüne tanık olmuş, fetihten sonra tüm ailesi ile esir alınmış, sonra yolunu bulup Patras’a kaçmış, Patras hükümranı Thomas’ın hizmetine girmiş. Onbeş yaşındaki oğlu İoannis, padişaha suikast hazırladığı suçlamasıyla öldürülmüş, kızı Thamar Fatih’in hareminde ölmüş. Hükümranın II. Mehmet ile iyi ilişkileri sayesinde Edirne’ye gelip karısını kurtarabilmiş. Anıları ‘Şehir Düştü’ adıyla Kriton Dinçmen tarafından dilimize kazandırılmıştır.
Yeorgios Francis’in anlatımıyla Mehmed’in yağma çağrısı:
“Tüm şehir, yağmalamanız için, üç gün süre ile sizlere bırakılacaktır. Bulduğunuz ve yağmalayacağınız her şey, ister altın veya gümüş veya giyim eşyası veyahut küçük veya büyük erkek veya kadın esirleri geri almaya veyahut bu nedenle size rahatsız etmeye kimsenin hakkı olmayacaktır.”
Dukas’ın anlatımıyla İstanbul’un yağmalanması:
“Türkler, saat birden az sonra, şehrin iç tarafına doğru yürüyerek, yolda bulduklarım yağma ediyorlar, öldürüyorlar ve esir alıyorlardı. Bu suretle Büyük Mâbede vardılar ve kapılarım kapalı bulduklarından, vakit kaybetmeksizin, baltalar ile kırdılar; kılıçlarım çekerek içeri girdikleri vakit binlerce halkı gördüler. Bu halk arasından, herkes kendi esirini seçip alıyordu.”
“Mâbet içerisindeki bu âfet ve felâketi, ilerde kim tasvir edecektir? O sırada duyulan ağlamaları, küçük çocukların bağırmalarım ve göz yaşları dökerek, ah ve enin eden ana ve babaların ağlamaları ve inlemelerini kim anlatacak? Her Türk, en genç kadım ve en güzel rahibeyi, şayet daha evvel başka birisinin eline geçmiş ise daha kuvvetlisi elinden kapıp, kendisine mal ediyor ve bağlıyordu. Bu kapışma ve çekişmeler kadınların saçlarından, zülüflerinden, memelerinden ve kollarından oluyordu. Kadmiann göğüsleri açılıyordu. O sırada cariye, hanımı ile, efendi uşağı ile, arşunandrit' kapıcısı ile, genç erkek çocuklar, bakireler ile beraber bağlanıyordu, öyle bakireler vardı ki yüzlerini henüz güneş görmemişti ve bunlan ancak doğuran anaları ile babalan görebiliyordu. Bu bakireler cebren çekiliyor ve döğülüyordu.
Türkler, bu suretle gasbettiklerini, emin bir yere götürdükten sonra, ikinci ve üçüncü defa yağmaya iştirak etmek için geri geliyorlardı. Bu gaasıplar acele ediyorlardı. Bu suretle bir saat içinde bütün halk bağlı bulunuyordu. Erkekler ipler ile, kadınlar ise mendilleriyle bağlanıyordu. Bu suretle kiliseden ve kilisenin en mukaddes yerlerinden, koyun sürüleri gibi, sayısız insan dizilerinin ağlıya- rak, feryat ederek çıktıklarını ve bunlara merhamet edecek kimsenin bulunmadığını görmeliydiniz.”
“Limanın sahilinde manzara pek feci idi. Erkek ve kadınlar, rahibeler ve rahipler, bağırarak ve bağırlarım döverek, gemilere alınmaları için gemidekilere rica ediyorlardı. Fakat kabü değildi. Allahın gazabının son dereceye varması mukadderdi. Padişahın gemicileri şehrin yağması ve ganimet toplamakla meşgul olmasalardı, düşman gemilerinden hiç biri kaçamazdı.”
Yeorgios Francis’in anlatımıyla İstanbul’un yağmalanması:
“Böylece 1453 yılının Mayıs ayının 29'unda saat günün iki buçuğunda düşmanlar şehre tamamen hâkim oldular, Esir düşenler yağmalanıyor, karşı koyanlar ise kılıçtan geçiriliyorlardı. Bazı bölgelerde, cesetlerle kaplandığı için, toprağı görmeye İmkân yoktu. Görüntünün korkunçluğunu, duyulan bağrışma ve ağlaşmaİarı, her yaştan insanın esir alınmasını, Türklerin asil arhond kadınları ve kendilerini Allah'a adamış genç kızları saçlarından çekerek acımasızca kiliselerin dışına sürükleyişlerini, onların çığlıkları ve feryatlarını, çocukların inleme ve ağlamalarını, kutsal mabetlerin yağmalanmalarını, tüm bu korkunç şeyleri kim anlatabilir ki? İsa'nın kutsal vücudu ile kanının (Hıristiyan Ortodoks göre, okunmuş ekmek ve okunmuş şarap, İsa'nın vücut ve kanıni simgelemekte) toprağa saçılıp dökülüşü ve kutsal kaplarının parçalanışı veya yağmalanışı, mücevherler, altın, kümgş ve de değerli taşlarla bezenmiş kutsal ikonaların aynı muameleye uğrayarak ayaklar altında çiğnenişi; (onlardan) masa ve yatak yapılması, ipek ve altından yapılmış kutsal giysilerin beygir örtüsü olarak kullanılması, bazılarının bunların üzerinde yemek yemeleri, kutsal emanetlerdeki incileri yağmaİadıktan sonra onları ve azizlerimizin kutsal cesetlerini yere saçıp çiğneyişleri görülecek bir şey idi. İsa düşmanları, bunlardan başka daha pek çok feci günah işlemekte idiler. İsa efendim, senin bilge düşünce ve kararların insan aklının sınırlarını nasıl da aşıp geçiyor! Yeryüzünde bir gök, Allah'ın yüceliğinin tahtı, Heruvim meleklerinin arabası ve ikinci bir semâ, Allah elinden çıkmış bu hayret verici eser, tüm dünyanın gururu, güzelden de güzel olan o kutsal ve kocaman mabet Ayia Sofia'nın görülmesi gerekti. Kutsal Bölümlün içinde Ve Kutsal Masa'nın üstünde yiyor ve içiyor, ve de, ondan da korkunç, kutsal sunakların üstünde kadınlar, genç bâkireler ve de çocuklarla günahkâr düşünce ve arzularını doyuruyorlardı. Kutsal mabet, gözyaşlarını sana kim dökmeyebilir ki? Her tarafa kötülük yayılmış, ve herkes acı içinde idi. Evlerde ağlaşma ve gözyaşları, sokaklarda çırpınışlar, kiliselerde acı feryatlar, erkeklerin iç çekişmeleri, kadınların ağıtları, esir alınmalar, zorbalıklar ve tecavüzler. Asilsoylular aşağılatılıyor ve zenginler fakirleşiyordu. Meydanlar ile köşe bucaklar her türlü kötülük ile dolu idiler. Karıştırılmamış ve masun kalmış hiçbir yer kalmamıştı. İsa efendimiz, Hıristiyanlar'ın bulunduğu her şehir ve köyü böylesine bir felâket ve azaptan kurtar. Saklı paraları bulma amacı ile, saygısızlar, kazılmamış tek bir ev veya bahçe bırakmadılar. Ve, pek çok yeni ve eski hazine ile diğer kıymetli eşyaları bularak beraberlerinde götürdüler.”
Mehmed, İstanbul’u aldıktan sonra Belgrad seferine çıkar. Her iki tarafın yağma ve katliamı:
“Padişah, büyük kuvvetlerle ve pek çok harb hazırlıkları ile Belgrad üzerine yürüdü ve oraya vardığı zaman kaleyi topa tutarak, duvarlarım yıktı. Nehirde de 60 kadar gemisi vardı. Harb o kadar ileri gitti ki, Türkler şehre girdiler ve yağmaya başladılar. O zaman, evvelce de isminden bahsettiğimiz Yanko (Yanoş Huniadi) nehri geçti (zaten o gün oraya varmıştı) ve şehre girdi, Türkleri takip ederek, bir kısmını öldürdü, bir kısmını da döverek şehirden dışarıya attı. Yanko sonraları büyük kuvvetlerle şehir kapısından çıkıp, Türklerin bütün harb levazımım zaptetti, Türklerden bir çoklarını öldürdü, hattâ padişahı da ayağından yaraladı ve şehre döndü. Türk donanmasına ateş vererek bunları yaktı.”
İnsanlar atalarının bunları yapmış olması ile öğünç duymaya devam ettikçe, böyle sahnelerin dünyadan eksik olması zor görünüyor.