Atilla AYTEMUR

Atilla AYTEMUR

andaytemur@ttmail.com

Muhteşem Süleymaniye’ye perde çekmek!

Kendilerini muhafazakâr olarak tanımlayanların, sıradan bir binaya bir kat daha eklemek uğruna böyle muhteşem bir eserin siluetini perdelemelerine, İstanbul’un görsel kimliğini bozmalarına asla müsaade edilemez. Bu, tarihe, İstanbul’a ve geleceğe yapılan büyük bir haksızlık olacaktır.

İstanbul’a kimliğini kazandıran büyük eserlerden Süleymaniye Camii’nin silueti bozulma tehlikesiyle karşı karşıya.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın mütevelli heyeti başkanlığını yaptığı İlim Yayma Vakfı’nın, yurt yapılması şartıyla kendisine bağışlanan eski bir hanın yerine inşa ettirdiği binanın, belirlenenden daha yüksek yapılarak, Süleymaniye Camii’nin siluetini kapattığı belirtiliyor.

Vakıf yönetimi her şeyin kitabına uygun ve binanın yüksekliğinin eskisinden daha düşük olduğunu iddia ederken, İstanbul Büyükşehir Belediyesi aksini belirtiyor.

Bilindiği gibi Süleymaniye Camii, Osmanlı İmparatorluğu’nun gücünün zirvesinde olduğu dönemde Kanuni Sultan Süleyman’ın 1550-1557 yılları arasında kendi servetinden yaptırdığı (selatin), Mimar Sinan’ın “kalfalık dönemi eserim” diye tanımladığı, İstanbul’un ve Türkiye’nin en önemli tarihi miraslarından biri.

Şairlerin ilham kaynağı Süleymaniye

Süleymaniye, 60 dönümlük engebeli bir araziye büyük bir külliye olarak inşa edilmiş; Haliç, Kasımpaşa, Okmeydanı, Beyoğlu, Galata, Tophane, Beşiktaş ve Boğaz’a hakim bir yapı. O bölgelerden bakıldığında da İstanbul’un siluetinin en önemli parçalarından biri. 465 yıldır ibadethane olarak ve ekleriyle birlikte halka hizmet veriyor.

Yapı bünyesinde cami dışında, medreseler, imaretler, sıbyan mektebi, han, hamam, kitaplık, konuk evi gibi birçok bölüm yer alıyor. Tarihçi Peçevi, Kanuni’nin bu yapı için yaklaşık 3200 kilo altın karşılığı harcama yaptığını ve toplam 3500 kişiyi 7 yıl boyunca çalıştırdığını yazıyor.

Süleymaniye Camii, 26,5 m çapa, 53 m yüksekliğe sahip kubbesiyle Ayasofya’ya bir hayli yaklaşan bir yapı. Bu kubbeyi Baalbek, İskenderiye, İstanbul Eski Saray ve Fatih’ten getirilen dört ayak taşıyor. Dört de minaresi var.

Camide Karahisari Ahmet Şemseddin Efendi ve Hasan Çelebi’nin usta işi hatları bulunuyor. Kapı ve pencerelerinde ise sedef ve fildişi kakma ve tahta oyma sanatının nadide örnekleri var. En göz alıcı yerlere de İznik çinileri döşenmiş. Evliya Çelebi mihrap ve minberin üzerinde bulunan renkli vitrayların Serhoş İbrahim isimli ustanın elinden çıktığını belirtiyor. Usta ve kalfaların sadece caminin içinde üç yıl çalıştıkları söyleniyor. Caminin akustiği ise dillere destan; sesin kubbesinde 3-3,5 saniye kaldığı söyleniyor.

Bin kubbeli ve 10 kapılı külliyede Kanuni Sultan Süleyman, Hürrem Sultan ve Mimar Sinan’ın türbeleri yer alıyor.

İstanbul’a betonla yapılan kötülük

Kendilerini muhafazakâr olarak tanımlayanların, sıradan bir binaya bir kat daha eklemek uğruna böyle muhteşem bir eserin siluetini perdelemelerine, İstanbul’un görsel kimliğini bozmalarına asla müsaade edilemez. Bu, tarihe, İstanbul’a ve geleceğe yapılan büyük bir haksızlık olacaktır. 

Zaten İstanbul’un tarihi yarımadası, boğazı, ormanları, sulak bölgeleri ve kıyıları itibariyle yıllardır ciddi bir tahribata uğradı. Siyasi iktidarlar bu konularda duyarlı davranmadılar. Hele AK Parti, geride kalan 20 yılında, bütün söylemlerinin aksine davranıp, para ve beton aşkıyla İstanbul’a ağır hasar verdi.

Kalkınma adına kamu kaynaklarının büyük ölçüde inşaat sektörüne tahsis edilmesi geri dönülmez durumlar yarattı. Büyük kazanç ve prestij motivasyonuyla şehirlere dayattıkları dikey mimari kentlerin kimliğinin ve tarihi mirasının yok olmasına; doğanın ağır tahribat görmesine; kent yaşamının, insan hareketliliğinin ve trafik akışının bozulmasına neden oldu. Metropollerde kendini gösteren bu rant güdüsü, giderek Anadolu şehirlerine de sirayet etti. Kendi tarihinden izler taşıyan ve doğasıyla az çok iç içe yaşan kendi halindeki bu küçük şehirler beton blokların taarruzu altında eziliyor.  

Örneğin İstanbul’da tarih, siluet, doğal ve arkeolojik sit dinlemeyen binalar faslından ilk akla gelenler arasında 16/9 kuleleri, Çamlıca TV kulesi, Şişli Süzer Gökkafes, Göztepe Four Winds kuleleri, Kadıköy Mühürdar Corner Hotel binası, Sarıyer Diamond of Istanbul binası, Büyükdere Sapphire AVM binası, Kadıköy Akasya AVM binası ve Sultanahmet Four Seasons Hotel sayılabilir. Toplumsal tepki, hukuksal arayışlar, kentlilik bilincine ve yurttaşlık sorumluluğuna davet, hatta yüksek irtifalarda seyreden dostluklar dahi bu rant düşkünlüğü karşısında hükümsüz kalmıştır.

Artık İstanbul, gökdelen sayısı itibarıyla dünyada öne çıkan şehirlerden birisi haline geldi. Şimdi bu dikey hoyratlık kentin merkezinden kenar ilçelerine doğru hızla ilerliyor.

Kente, tarihe, doğaya sahip çıkmak

Bir umut ışığı olarak son dönemde, insanların yaşadığı yerin tarihine ve doğasına sahip çıkma eğilimi gelişme ve güçlenme yolunda. Bu yönde sivil girişimlerin sayıları artıyor. Aynı eğilim muhalif partilerde ve yönettikleri kimi yerel yönetimlerde de görülüyor. Bunlara programlarında da yer veriliyor. Ancak iktidarın ve gücünü iktidardan alanların para hırsı ve sevdaları bu tarihe, kente ve doğaya sahip çıkmanın kolay olmadığını da gösteriyor.

Her şeye rağmen kömür ve altın madenciliği, taş ocakları, HES, nükleer santral, termik santral, vb alanlarda halkın sorunu bizzat sahiplendiği etkili mücadele örneklerine son yıllarda daha fazla şahit olmaya başladık. Doğal ve tarihi SİT alanlarını koruma bilinci gün geçtikte yurttaşlar arasında daha fazla gelişiyor.

Bu kapsamda, İstanbul’da verilen mücadeleden iki örneği hatırlatmak istiyorum.

Bunlardan biri Taksim Gümüşsuyu Caddesi’ndeki Park Otel’e yapılan 10 kat ilavesiydi. İstanbul’un siluetini ciddi olarak bozmuştu. Zamanın İstanbul Belediye Başkanı Nurettin Sözen, oluşan tepkileri de dikkate alarak bu duruma izin vermedi. İnşaatı 1994’te durdurdu ve fazlalıkların tıraşlanmasını sağladı.

Diğeri ise Kadıköy Fenerbahçe’deki “yap-işlet-devlet” modeliyle yaptırılan Pyramid Alışveriş ve Eğlence Merkezi’ydi. Bu yapı, hem yasal olarak inşaat yapılması mümkün olmayan dolgu alanına yapılmıştı, hem de bölgenin mimari ve doğal yapısına uygun düşmüyordu. O dönemdeki Kadıköy ilçe belediye yönetiminin sorumsuzluğu ve aymazlığından kaynaklanan bu durum, Mimarlar Odası İstanbul Şubesi ve semt halkının mücadelesi sonucu düzeltildi. Mahkeme kararıyla 2004 yılında bina yıkıldı ve yeşil alan olarak düzenlendi.

Muhtelif medya organlarına göre, AK Parti iktidarı döneminde 200’ün üzerinde gökdelene izin verilmiş. Bugün bir noktaya geldik ve bu zihniyetin ardında yatan temel motivasyonun ne olduğunu daha açık görebiliyoruz: AK Parti etrafında kümelenmiş belli sayıda inşaat grubuna rant sağlama. Köprü, otoyol, havaalanı, hastane, liman, vb alanlarda yaşananlar bize çok şey anlatıyor.

Süleymaniye Camii’nin başına gelenleri de bunlardan ayrı değerlendirmek çok zor.

İsteyen için çözüm çok!

Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre, İlim Yayma Vakfı’na inşaat izni Nisan 2019’da, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) AK Parti’nin yönetimindeyken verilmiş. Proje Anıtlar Kurulu tarafından onaylanmış. Şimdiki İBB Kültür varlıkları Daire Başkanlığı ise projenin durdurulması için Koruma Bölge Kurulu’na başvuruda bulunduklarını ve projenin tekrar ele alınmasını istediklerini açıkladı. Ayrıca, böylesi yenileme projelerinde İBB başkanının imzasının olması gerektiğine de dikkat çekildi. Ruhsat ve inşaat sürecinin onay tamamlanmadan başlatıldığı belirtildi.

Vakıf, binanın yapımı 2024’te tamamlanınca, Süleymaniye’nin siluetinin daha iyi ortaya çıkacağı iddiasında bulunuyor. Eskisinden yüksek olmadığını, tersine daha düşürüldüğünü ileri sürüyor. AK Partili Fatih Belediyesi de ona destek veriyor. Buna karşılık, İBB Genel Sekreterliği yeni binanın daha yüksek olduğunda ısrarlı.

Belediye ile Vakıf arasında “yüksekti, değildi” tartışması sürerken, kamuoyunda tepkiler yükselmeye başladı. Dindarlığın ve muhafazakârlığın bayraktarlığını kimseye bırakmayan Vakfın, Süleymaniye Camii gibi eşsiz bir tarihi mirasın bu şekilde perdelenmesine neden göz yumduğu sorgulanıyor. İnşaatın durdurulması yönünde çağrılar yapılıyor. Bu arada, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir süre önce bir TV programında Süleymaniye Camii’nin etrafının temizleneceğini, bölgenin çekim merkezi haline getirileceğini, bunun için Türkiye, Katar ve Kiptaş’ın işbirliği yapacağını duyurduğu konuşması da hatırlatılıyor.

Görüldüğü kadarıyla Vakıf Yönetimi’nin işlemlerinde fazla eksik yok ve bu yasal prosedürün arkasına sığınmaya devam edecek. Ancak göbeğinde muhteşem Süleymaniye’nin bulunduğu bir tartışmada, yüksek manevi amaçlar için kurulduğu ileri sürülen bir vakfın yöneticilerinin yapabileceği hiç mi bir şey yok?

Karar gazetesinden Mustafa Karaalioğlu, Vakıf yönetimine “vicdan”ı işaret etti ve çözümü orada aramaya çağırdı.

Ben daha açık yazayım.

Tapuya, vakıf mevzuatına, inşaat işlemlerine sığınmayı bırakın. Binayı belediyeye hibe edin. Belediye onu yıksın, eğer şart yurt yapmaksa, size de yurt yapabileceğiniz başka bir yerden arsa versin.

Olmadı mı, camiyi perdeleyen o kattan vazgeçin gitsin.

Bu da mı olmadı, o katı belediyeye kiraya verin, belediye de yıksın, muhteşem Süleymaniye’nin İstanbul’u, İstanbulluların onu görmesini engelleyen perdeyi söküp alsın!

Çok mu zor?

NOT. Bu yazı yazıldıktan sonra iki önemli gelişme oldu. Önce İlim yayma Vakfı eski pozisyonundan daha uzlaşmacı bir konuma geldi. Vakıftan yapılan açıklamada “Süleymaniye’nin siluetinin korunması için üzerimize düşen her tür fedakarlığı yapmaya hazır olduğumuzu beyan ediyoruz” denildi.

Dün de (8 Şubat) İBB ekipleri binaya giderek inşaatı mühürledi.

NOT:Bu yazı ilk olarak Serbestiyet - www.serbestiyet.com  da yayınlanmıştır.