Atilla AYTEMUR

Atilla AYTEMUR

andaytemur@ttmail.com

Zor Denklem!

Türkiye’nin ‘Güvenli Bölge’ oluşturma amacıyla Fırat’ın Doğusuna yaptığı Barış Pınarı adıyla yaptığı askeri müdahale bölgede yeni bir dönemin kapısını araladı. Rusya Federasyonu’nun resmi açıklamasına göre, Türkiye’nin ilan ettiği 150 saatlik arada 68 birlikten oluşan yaklaşık 34 bin kişilik PYD/YPG güçleri 30 km derinliğin altına çekildi. Farklı yerleşimlerinden aksi yönde haberler de medyaya yansıyor. Kandil’den yapılan kimi açıklamalar, bazı yerlerde görülen küçük çatışmalar, sivil halkın içine katılma iddiaları ve YPG içinden yansıyan dirençler, M-4 karayolunun altına çekilme konusunun tartışılmaya devam edeceğini gösteriyor. İktidar sözcüleri Tel Abyad ve Resulayn’ın dışında kalan bölgelerde 1 Kasım 2019 itibariyle Rus ile Türk askerlerince 1 Kasım 2019 itibariyle başlayan Ortak Devriyeler ve farklı kanallardan edinilecek istihbaratla söz konusu bilginin teyit edilip ona göre davranılacağını söylüyorlar.

Türkiye, Suriye’ye yönelik yaptığı bu dördüncü askeri müdahalesiyle, uzun zamandır kendisine yönelik tehdit ve risk olarak gördüğü devletimsi bir yapılanma ihtimalini şimdilik engelledi. Suriyeli sığınmacıları yerleştirmeyi düşündüğü Güvenli Bölge için yeterli genişlikte bir alanı da kontrolü altına aldı.

Bu şartlar altında sığınmacıları rızalarıyla oraya göndermek ve milyonu aşan bir nüfus için sürdürülebilir yaşam koşullarını oluşturmak ne ölçüde mümkün olacak zaman içinde göreceğiz.

Ancak, Suriye ‘de nihai sözü son gelişmelerle eli hayli güçlenen Rusya ve daha uzun süre oralarda kalacağına dair işaretler veren ABD’nin söyleyeceğini biliyoruz.

Özerkliği götüren hamle

Şu andaki pozisyonları ne olursa olsun, ABD, Rusya, Esad ve İran’ın PYD/YPG silahlı güçlerine Türkiye siyasi iradesinin baktığı gibi bakmadıkları biliniyor. Bölgedeki ve Suriye’deki Kürt etnisitesiyle bağlantılı yaklaşımlarını her adımda gösteriyorlar.

Bu nedenle, söz konusu silahlı güç ve dayandığı bu sosyolojiyle kurdukları ilişki, ülkeye ve bölgeye yönelik stratejik hesaplarında bu anlamda bir yer işgal ediyor. Türkiye, örgütün varlığını tanımayan politikalar sergilemelerini isterken, aksine yeni dengelere kalıcılık işaretleri barındıran şekilde entegre etmeye çalışıyorlar.

Türkiye’nin PYD/YPG’yi PKK’nın kolu olan bölücü bir terör örgütü alarak değerlendirmesi, bölge ve sınır güvenliği bakımından risk ve tehdit unsuru olduğunu söylemesi Barış ve Çözüm Süreci’nin teklemeye başladığı 2014 sonlarına doğru görüldü. O zamandan beri başta ABD olmak üzere, Rusya ve Şam rejiminin kendisiyle aynı değerlendirme noktasına gelmelerini ve söz konusu örgüte tavır almalarını istedi.

Cerablus, El Bab ve Afrin’e asker soktuktan sonra Türkiye dördüncü ve sonuncu müdahalesini büyük bir askeri güçle Tel Abyad ve Resuly arasındaki 120 km’lik hatta yaptı PYD/YPG’yi sınırdan 30 Km aşağıya çekilmesini bölgedeki bütün aktörlere dayattı.

Bu gelişme, Kobani’den Kamışlı’ya Türkiye sınırı boyunca uzanan, PYD/YPG’nin zincir halindeki kantonal yapılanmasını epey bir süre için sonlandırmış ve Suriyeli sığınmacıların yerleştirileceği belirtilen Güvenli bölge için belli bir alan açmış görünüyor.

Rusya ilerledi; ABD durumu idare ediyor

Diğer meseleler bir yana, Türkiye’nin bu adımı Esad’ı yönlendiren ve kollayan Rusya’nın hakimiyet alanı oldukça genişletti.

Şimdi, sınır güvenliğinin tesisi ve Güvenli Bölge uygulanmasında Rusya, Türkiye’nin muhatabı ve ortağı konumuna geldi.

Şüphesiz Rusya’nın öncelikleri arasında DAEŞ ve diğer selefi aşırı örgütlerin bölgeden temizlenmesi ve ABD’nin etki alanının daraltılması var.

Bunun yanı sıra, Suriye’de toprak bütünlüğü koruyan, Esad’ı devre dışı bırakmayan, federalizmden kısmen uzak yeni bir anayasal rejim oluşmasını hedefliyor. Anayasa çalışmalarına da bu vizyonla yaklaşıyor. PYD/YPG silahlı güçlerini de bu kapsamda rejim ordusuna ve polis güçlerine entegre olmaya zorluyor. Türkiye, Esad ve PYD/YPG arasında kendi rolünü ve konumunu koruyacak bir çözüm gözetiyor.

Esad’ın, YPG’lilere “Herhangi bir özel statüleri olmaksızın, kendisine bağlı ordu ve polis birliklerine katılmalarını” önermesi, buna karşılık örgütün “Bu ancak anayasa belirlendikten sonra konuşulabilir” diyerek reddetmesi, önemli ölçüde güç ve mevzi kaybetmesine rağmen gelecek için bazı imkanlar gördüğü anlamına geliyor.

ABD’ye gelince, Haseke, Deyr Zor ve Rakka üçgeni arasında petrol kaynaklarının bulunduğu çöl bölgesinde mevzilenme kararı vermiş durumda. Hem Suriye’deki varlığını sürdürmeyi, hem de buradaki petrol kaynaklarını kontrolü altında tutmayı hesaplıyor.

İlginç olan nokta bu kontrol işini, kendisinin yol vermesi ve Türkiye’nin askeri müdahalesi sonucunda güneye inmek zorunda kalan PYD/YPG güçlerine teklif etmesi. Onları bölgeyi korumaya davet ederken, petrol gelirlerinden pay verileceğini de ilave ediyor. Örgütün bu teklife nasıl bir cevap verdiği yeterince bilinmemekle beraber, ABD’nin bu planın gerisinde İran’a karşı bölgesel bir mevzi oluşturma hesabı yattığı herkesin bildiği bir sır olarak görünüyor.

Boşa koysan dolmuyor, doluya koysan almıyor!

Şüphesiz tablo yukarıda anlatılandan ibaret değil.

Tel Rıfat, Membiç, Kobani ve Kamışlı’dan PYD/YPG güçlerinin pek çekilmediği, Esad’ın resmi Suriye ordusuna ve polis güçlerine katılmayı reddettiği yönündeki haberler söz konusu. Türkiye’nin Tel Abyad-Resulyn arasındaki 120 km’lik müdahaleyi yaptığı günlerdeki geri çekilme havasından sıyrılıp, mevcut şartlarda yeni bir varoluş ve konumlanış imkanı aradığı anlaşılıyor. Bu durumun farkında olan Türkiye, her ne kadar “ Kobani dahil yerleşim yerlerini (Tel Rıfat, Menbiç, vb.)boşaltıp 30 km güneye çekilmezlerse biz çıkaracağız” diyorsa da, ara verilmiş askeri operasyonları eskisinden daha kapsamlı ve iki yönlü olarak tekrar başlatmak mevcut uluslar arası koşullarda daha zor olacak.

Çünkü çok sayıda aktörün rol sahibi olduğu bir sahada beklentilerin tamamen karşılığını bulması, uluslar arası politikada çok ender görülebilecek hallerdendir. Ortadoğu’da ve Suriye özelinde ise bunun hiç kolay olmayacağı her aşamada kendini belli ediyor.

Keşke…

PYD’nin kurulma kararının PKK’nın Kandil’de yapılan 1992 kongresinde alındığı doğrudur. Kadro bakımından oradan bir hayli beslendiği de biliniyor. Programı, kurduğu uluslar arası ilişkiler, örgütlenme ve eylem tarzı olarak farklı bir tercih içinde olmadığı da bir gerçektir. Suriye ve bölge Kürtlerine bakışı da şüphesiz benzerdir. Bununla beraber, Suriye Kürtleri arasında dikkat çekici bir destek sağladığı ve silahlı gücünü ve örgütlenmesini büyük ölçüde bunun üzerine bina ettiğini de görmek gerekir. Belki bütün Suriye Kürtlerine dayanmıyor ama dayandıkları oran da göz ardı edilmemelidir.

Nitekim, Rusya ve ABD, İran ve Şam rejimi ve uluslar arası güçlerin önemli bir kesimi de, bölgeye dönük stratejilerinde örgütün bir de bu boyutunu dikkate alarak politika geliştiriyorlar. Türkiye on yıllar boyu Suriye’de askeri güç bulunduramayacağına göre, sayıca önemli bir bölümü ülkemiz yurttaşı Kürtlerin yakın akrabası olan Suriye Kürtlerinin gerçekliğini dikkate alan derinlikli politikalara kapıyı aralamanın yolu da mutlaka bulmalıdır.

Türkiye’nin yaşadığı ağır şeylerin, insani ve maddi kayıplarının hesaba kitaba gelir yanları olmadığını görüyorum. Terörle, güvenlik riski ve tehdidiyle baş etmenin kalıcı yolu, yabancı topraklarda asker bulundurmaktan çok, halkların gönüllerinde taht kurmaktan geçiyor, desem bilmiyorum böyle bir zamanda çok mu naif kaçar?

Yeni kitap: Aşk ve Ereksiyon “Aşk”ı

Ayrıntı Yayınları’nın eski genel yayın yönetmeni Ömer Faruk’un Aşk ve Ereksiyon “Aşk”ı isimli yeni kitabı Altıkırkbeş Yayınları’ndan çıktı. Çetin Balanuye’nin Etiko-politik olarak “aşk” başlıklı bir sunuş yazısının da yer aldığı kitabın tanıtım bülteninde hakkında şöyle bir bölüm yer alıyor: “Kimlik devlet kurar, aşk biriktirmez!” çıkarsamasından hareketle içine doğduğumuz kimliği reddetmeden, kişisel özerkliğimizi edinmeden, kendimizi icat etmeden aşk yaşanabilir mi?-“Leke bırakmayan dokunuş, samimiyetle dökülmüş gözyaşı, kasıkları ürperten kahkaha, etki eden ve etkilenen yakınlıklar…” gibi her tür çıkar ilişkisinin dışında serpilmesi gereken benzersiz “aşk halleri” mevcut toplumsal değerlerin dışına çıkmadan ne ölçüde mümkündür? İçe patlayan, küçük ama kesinlikle çarpıcı bir deneme…”

Aşk ve Ereksiyon “Aşk”ı, Ömer Faruk, Altıkırkbeş Yayınları, s.263, Ekim 2019, İstanbul