5 Haziran Dünya Çevre Günü. Ekolojik kriz hakkında uyarılar yapmanın, gerçek çözümlere katkıda bulunmanın ve alınan kararları değerlendirmenin zamanıdır.
5-16 Haziran 1972 tarihlerinde Stockholm'de, İsveç, düzenlenen, çevre sorunları üzerine en üst düzeydeki ilk Birleşmiş Milletler konferansına atıfta bulunmak amacıyla, özellikle o gün enternasyonal gün ilan edildi. 50 yıl önce bugün tartışılan çevrenin 'sınırlarını' yeniden hatırlamanın önemi güncelliğini koruyor.
O zirve dahil, zirvelerin hiçbiri diplomatik değildi, kalkınma kavramları üzerine süren hararetli tartışmaların yapıldığı ve yeni mücadele alanlarının tanımlandığı toplantılardı.
Tartışmaların ana temasını "Büyümenin Sınırları" belirliyordu. Stockhol’de ilk kez çevre, nüfus ve geleneksel kalkınma stratejileri arasındaki etkileşimlerin analizi yapıldı ve ondan sonraki zirveler benzer biçimde bu geleneği sürdürdü. Sorunun metodolojisi ve ölçeği gezegensel olduğu için 21 yüzyıla kadar uzanan, geleceğe perspektifler çiziliyordu.
Stockholm'deki toplantıdan birkaç hafta önce, Mart 1972'nin başlarında "Büyümenin Sınırları" başlıklı küçük bir kitap yayınlandı. Sayfalarında ilk kez çevre, nüfus ve geleneksel kalkınma stratejileri arasındaki etkileşimlerin analizine yer verildi.
Kitapta ve zirvedeki tartışmalarda, ekonomik kalkınmanın yarattığı kirlilik, ya da nüfus artışları gibi gelişme eğilimlerinin sürmesi halinde, ekonomik ve sosyal büyümenin yakın gelecekte birkaç sınıra çarpacağı belirtilmişti. “Petrol gibi tüketilen doğal kaynaklar sınırlıdır ve tükenecektir ve doğanın kirliliği ve diğer etkileri arındırma kapasitesi de sınırlıdır. Tahminler, 21. yüzyılın ortalarında ya doğal kaynakların tükenmesi ya da ekolojik bir çöküş nedeniyle ciddi sorunların baş göstereceği ve bunun da bir kontaminasyon krizine ve gıda mevcudiyetinin kaybına yol açacağı yönündeydi”1 . Geleceğe bakışlar bu nedenle muazzam bir ilginin odağındaydı.
Ancak, tüm bu doğru fikirler kağıt üzerinde kaldı. Sağ veya sol tüm hükümetler ekonomik büyüme ihtiyacına ikna oldular. 1972'de Stockholm'de yapılan tartışmaların ve suçlamaların arkasında kalkınmanın sağlanacağına olan büyüme inancı yatmaktaydı.
Latin Amerika'da dramatik bir örnek yaşandı. “Sınırlar” teorisi ve aynı zamanda Stockholm konferansının tüm programı, Brezilya hükümetinin askeri sağ kanadı tarafından Marksist kökenli olduğu gerekçesiyle kınandı, sorgulandı ve eleştirildi. Ülke temsilcileri farklı yollardan ekonomik büyümenin kalkınma için şart olduğunu düşünmüşlerdi. “Dolayısıyla büyüme engellenir veya yavaşlatılırsa, ulusal ekonomiler çökecek ve yoksulluk katlanacaktır. Konferans "Sınırlar" tezini kabul etseydi, o zaman özelde Latin Amerika ve genel olarak Üçüncü Dünya gelişemeyeceğinin altı çiziliyordu.”2
Bugün, ekonomileri ayakta tutan doğal kaynakların sınırlı olduğunu ve hidrokarbonlarda olduğu gibi bazıları gözümüzün önünde tükenmekte olduğunu anlayabiliyoruz. Bunun ekolojik çöküş olduğunu da biliyoruz. Ormansızlaşma veya iklim değişikliğini bir de “sınırlar” perspektifiyle değerlendirirsek İklim değişikliği yalnızca ekolojik kriz hakkında uyarı yapmakla kalmıyor ekonomik büyümenin bir fantezi olduğunu gösteriyor.
Herhangi bir ekonomik organizasyon, kaynakları, suyu ve enerjiyi elde etmek için ve aynı zamanda tüm atıklarını içinde biriktirdiğinden, ekolojik bağlamda sınırlıdır. Sonuç olarak, sonsuza kadar büyümesi imkansızdır. Er ya da geç bu kaynaklar tükenecek, gezegenin ekilecek başka bir köşesi kalmayacak veya tüm sular kirlenecek. “Sistemik terimlerle ifade edildiğinde, sonsuza kadar büyümesi beklenen ulusal ve küresel ekonomiler, daha büyük bir sistem olan Dünya'nın çerçevesine oturtulur, çevrelenir ve muhafaza edilebilir.”3 diğer bir ifadeyle dünyamız ne büyüyen ne de genişleyen bir gezegene dönüştürülebilir.
Teorik anlamda bu sorun tüm ana akım iktisat okullarında kabul görmedi. "Sınırların” sonuçları, paylaşılan teorik vizyonları baltaladığından siyasi sağ ve sol akımlarca ret edildi. “Sınırlar” teorisi ebedi büyümeye olan inancı ve moderniteyi destekleyen ilerleme fikriyle çelişti ve çevresel etkileri düşünüldüğünde batı modernitenin temel dayanaklarından biri olan büyümeyi tüm yönleriyle sorguluyordu.
Elli yıl sonra Dünya Çevre Günü'nde, etrafımıza şöyle bir göz atarsak, çevre ve büyüme arasındaki çelişkinin çözülmeden devam ettiğini görebiliriz. Ekolojik çöküntünün çözümü daha fazla büyümek olmadığını hiç unutmayalım.
Kaynakça
-1,2,3; Eduardo Gudynas, Çevre ve kalkınma üstüne yapılan tartışmaların arka planında büyümeye olan inanç yatmaktadır (Detrás del debate entre ambiente y desarrollo está la fe en el crecimiento perpetuo), 04,06,22, Rebelion