Koronavirüs salgını henüz geçmeden Marmara Denizi’nde doğal bir felâketle karşılaştık. Su yüzeyinde toplanan deniz salyası (müsilaj) kıyılara vurdu ve güneye, Ege’ye doğru ilerlemeye başladı. Bunlara bir de Doğu Akdeniz ve İç Anadolu’nun tamamını, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin bir bölümünü etkisi altına alan aşırı sıcaklığın yarattığı kuraklık eklenebilir. Dünyanın her yerinde insanların karşılaştığı benzeri doğal felâketlerin doğanın ve iklimin bozulmasından kaynaklandığı artık çok iyi bilinmektedir.
Atıkların denizlere boşaltılması, aşırı tüketim, turbalıkların, mangrovların ve diğer ekosistemlerin tahribatı, ormansızlaştırma, vahşi yaşam nüfusunun büyük bir kısmının yok edilmiş olması önemli oranda karbondioksit salınımını arttırmakta, küresel ısınmayı ve ekosistemlerin bozulmasını hızlandırmaktadır.
Bu nedenle, karbon salınımı ve ısınma insanlığın karşı karşıya kaldığı çözüm bekleyen âcil sorunlar olarak önümüzde duruyor. “Dünyamızı nasıl kurtarabiliriz?” sorusuna genelde kabul gören iki cevap veriliyor. Bir yandan doğanın doğallığını koruyarak ekosistemleri ve küresel biyoçeşitliliği arttırıp karbondioksitin hızlı emilmesini sağlamak, diğer yandan sıcaklığın artışına neden olan güneş ışınlarını kırabilen teknolojiler geliştirmek.
Bilimsel araştırmalar ve uzun tartışmalar sonucunda yukardaki çözümler için bir proje ve iki program oluşmuş durumda. Bill Gates’in yeni teknolojiye dayanan Jeomühendislik projesi, Daren Acemoğlu ve Michael E. Mann’ın hararetle savunduğu finans kapitalin temel dinamikleri üzerine kurulan “karbon vergisi” ve yeşil ekonomi programı ve geniş emekçi yığınlarını koruyan demokratik ekososyalist program. İlk ikisinin ne olduğuna, eksik ve yetersizliklerine bu yazıda kısaca yer vereceğiz. Ekososyalist programı ise gelecek yazıda tanıtacağız.
Önce Bill Gates’in projesine bakalım: Proje, su sıcaklığına yol açan güneş ışınlarının yarattığı ısı artışını durdurmayı amaçlıyor. Sistem değişikliğine ihtiyaç duyulmadan teknolojiyle güneş ışınlarını kırarak dünyadaki ısınmayı düşürmeyi düşlüyor. Bunun bir “teknolojik ütopya” olduğunu ilân eden Daron Acemoğlu projesinin 1991’de Filipinler'deki Pinatubo Dağı'nın patlamasının örnek alınarak hazırlandığını yazıyor. Patlamanın ardından, stratosfere büyük miktarlarda sülfürik asit ve toz yerleşti. Bunun sonucu Dünya'nın aldığı güneş ışığı miktarı geçici olarak azaldı. Üç yıl içinde, sıcaklıklar küresel olarak yaklaşık 0,5°C, kuzey yarımkürede ise 0,6°C azaldı.
Acemoğlu, volkanik patlamanın genelleştirilemez olduğuna dikkat çekiyor…“Toksik sülfat aerosoller yerine kalsiyum karbonat tozu kullanmak “iklimde istikrarsızlığa yol açtığı gibi, Pinatubo püskürmesinde olduğu gibi ozon tabakasının yok edilmesini hızlandırabilir. İklim değişikliği üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olabilir; âni sıcaklık düşüşlerini ve önemli ölçüde iklim değişikliğini tetikleyebilir. Bu etkiler ülkeler ve bölgeler arasında eşit olarak dağıtılmayacaktır”.
Bulut tozu örtüsü oluşturmak, küçük ölçekte etki yaratabilir; ancak daha büyük ölçekte tamamen farklı bir doğa felâketine yol açabilir.
Projenin başarısı, uluslararası tekellerin aktif rolüne, riskli yatırımları hükümetlerin üstlenmesine, araştırma ve geliştirmelerin maliyetlerini devletlerin karşılamasına ve elde edilen sonuçların tekellere devredilmesine bağlanmıştır. Hükümetler ve projeyi üstlenen tekeller iklim değişikliğinden dolayı durumu kötüleşen milyonlarca insana hiçbir güvence vermiyor.
Sorun şu ki, iklim değişikliği teknik bir sorun değil, siyasi yanıtlar ve özü itibarıyla demokratik çözüm gerektiren bir sorundur.
Dahası, Gates’in teknik projesinin olumlu etkisi görülse dahi kapitalist sistemin engeliyle karşılaşılacaktır. Acemoğlu’nun dediği gibi “iklim değişikliğiyle mücadele bağlamında, hükümetler felâketten kaçınmak için gereken zor seçimleri yapmayıp doğayı kirletmeye devam edebilirler. Karbon vergileri süresiz durdurulabilir, yeşil araştırmaya verilen destek kısılabilir ve tüketicilerin kendi karbon ayak izlerini azaltması için çok az motive edilebilir.” Son derece önemli noktalara politika uygulayıcılarının dikkatini çekiyor.
Acemoğlu, Gates’in güneş jeomühendisliğine verdiği desteğin tekno-ütopyacılık olduğuna değinirken, bunun teknolojik çözümün bir parçası olması gerektiğini de vurguluyor. Ancak teknoloji, yüzyıllardır süren aşırı karbon emisyonları için sihirli bir çare olmamalıdır dedikten sonra şunları da ekliyor; “Tekno-ütopyacılığın sorunu, maliyetli yatırımlara girişmesi ve tabandan çözümler geliştirmek yerine, hızlı çözümler bulmaya ve sonra bunları topluma dayatmaya çalışmasıdır.” Bu bakış açısı, yirminci yüzyılda pek çok sosyal felâkete yol açtı ve yeni jeomühendislik projesi bunu tekrar edebilir.
Acemoğlu, makalesini şöyle bitiriyor: “Yapay zekâ gibi muhteşem teknolojik ilerleme, büyük ölçekli algoritmik işgücünü gereksiz kılacağı gibi, tekno-ütopyacılığın neden olacağı ekonomik krizi de şimdiden kestirebiliriz. İklim gibi çözümü zor bir sorunun yukarıdan belirlenen kapsamlı teknolojik düzenlemelere terk edilmesinin yaratacağı sorunlar az olmayacak.”
Acemoğlu devamla şöyle diyor: “En sonunda, bir iklim felâketinden kaçınmak istiyorsak, karbon vergileri ve yenilenebilir enerji dışında bir seçenek yoktur. Karbon vergilerini ve yenilenebilir enerjiyi genişletmek için gerekli olan devasa ek yatırımlar ne kadar geciktirilirse, gelecekteki iklim sorunlarının çözümü de o kadar zor olacaktır.”
Acemoğlu, teknik çözüm yerine kapitalizm içi karbon vergisine dayanan yeşil ekonomik program öneriyor. Büyük şirketlere karbon vergisi mecburiyeti getirilmesini istiyor. Bu şirketlerden yeşil bir ekonomiye dönüşümün öncülüğünü yapmaları isteniyor.
Ancak kapitalizmin yeşil ekonomiye dönüşeceğini beklemek “teknik bir ütopya” değil ama ekonomik bir ütopyadır. Tekellerin azami kârı öne alan yatırımlarının maliyeti yüksek olacağından geniş yığınların yoksullaşması da hızlanacaktır.
Yeşil kapitalizmin düşünürlerinden Michael E. Mann de The Guardian gazetesindeki söyleşisinde, Gates’in görüşünü fazlasıyla teknokratik buluyor. Bu projenin “yenilenebilir enerjinin uygarlığımızı karbondan arındırmada oynayabileceği rolün hafife alınmasına” dayandığını belirttikten sonra “böylesi kanıtlanmamış seçeneklere yapılan yatırım, daha iyi çözümlere yapılabilecek yatırımların önüne geçebilir” diye de uyarıyor.
Michael de Mann da iklim değişikliğini öncelikle teknolojik bir sorun olarak görmüyor. Çözümlerin finans ve devlet tarafından yönlendirilmesinin gerekli olduğunu düşünüyor, bu yüzden şirketlerin karbon emisyonlarını azaltacağını ısrarla belirtiyor.
1973 yılında İngiliz David G. Wilson’un önerdiği karbon vergisini ilk uygulayan ülke 1990 yılında Finlandiya oldu. Bu uyugulama, 2015 yılındaki Paris Zirvesi ile uluslararası bir politikaya dönüştü.
Karbon vergisi, mal ve hizmet üretmek için gereken karbon emisyonları üzerinden alınan bir vergidir. Böyle bir vergi, hem bu tür mal ve hizmetlere olan talebi azaltır, hem de daha az karbon yoğun hale getirme çabalarını teşvik eder. En basit haliyle, bir karbon vergisi yalnızca CO2 emisyonlarını kapsar; bununla birlikte, CO2'ye göre küresel ısınma potansiyellerini hesaplayarak metan veya azot oksit gibi diğer sera gazlarını da kapsayabilmeli.
Karbon vergisi sadece vergi olarak algılanmamalı. Bu vergiyle birlikte, çevre kirliliğinin metalaştırılması ve finans sektörünün yeşil finansı bünyesine alacak şekilde yeniden yapılanması gündeme kaçınılmaz olarak geliyor.
Çevre kirliliğinin metalaştırılması, çevre sorunlarına neoliberallerin verdikleri yanıttır: Devletin ve seçilmiş temsilcilerin bu yeni alanda yalnızca bir üst sınır koyma hakkı var. Ayrıca çözümün nasıl olacağı piyasa temsilcilerinin kararlarına bağlanıyor. Elbette, kirlilik piyasaları ve yeşil finans, sürdürülebilir kalkınma için pratik araçlar değildir. Bunlar daha çok sermaye birikiminin yeni biçimleridir.
Ancak, IMF yazarlarının belirttiği gibi, son zamanlarda artan ilgiye rağmen yatırımcıların yeşil finansal ürünlere şu anda çok az ilgisi var. Piyasaya dayalı çözümler çalışmıyor: “Düşük karbonlu yatırımların özel ve sosyal getirileri arasında hâlâ büyük boşluklar var. Çünkü gelecekte karbon vergilendirmesi ve karbon fiyatlandırması için yollar son derece belirsiz. Ayrıca, yeşil yatırımlar öngörülemeyen teknolojik gelişmelere bağlı olarak önemli siyasi risklere, likidite azlığına ve belirsiz getirilere maruz kalmaktadır.”(Ricardo, 2021)
Bilimsel kanıtlar küresel ısınma tehlikesini kanıtlasa bile karbonsuzlaştırmaya yatırım yapmak kârsız ve çok risklidir. Aslında, mevcut Avrupa para politikaları, Avrupa Merkez Bankası (ECB) tüzüğünde sıralandığı gibi fiyat istikrarına, açık piyasalara ve serbest rekabete dayanmaktadır: İklim değişikliğini ele almak için bile kamu müdahalesine, siyasi bağımlılığa ve bütçe açığı harcamalarına yer verilmediği görülüyor.
Kapitalist üretim tarzı ile karbon emisyonları arasındaki bağlantıların kırılması zordur. Çevre kirlilik piyasaları ve yeşil finans sermayesi, sürdürülebilir kalkınmayı başarmak için pratik araçlar olamaz. Bunu daha çok kapitalist kâr birikiminin yeni biçimleri olarak görebiliriz.
IMF çalışma belgelerinde “kapitalist politikalar ile çevresel ihtiyaçlar arasında bir tutarsızlık var” deniliyor. Çünkü “finansal sistem, kapitalist birikimi gerçekleştirmek için gerekli olan kâr elde etme güdülerine dayanan piyasalar ve kurumlardan oluşan bir dizi düzenli ekonomik ilişkiler” ağının toplamından oluşuyor. Dolayısıyla, finansal kapitalin çevrenin korunması için yapacağı yatırımların insanın yararına hizmet etmesini beklemek sistemin mantığına aykırıdır.(Ricardo,2021)
Dolayısıyla, karbon piyasaları ve yeşil mali sermaye genel olarak kâr ürettiği sürece, emisyonları azaltmada başarısız olsa bile tıkır tıkır işler. Dahası, yatırımcıların çevrenin korunmasına değer veriyormuş gibi görünmesini sağlar ki, bunun toplumda kitlesel tepkilerle karşılaşması kaçınılmaz.
İşte bu yüzden M. Mann dahil bazı liberal düşünürler bu tür önlemlere karşı halkın muhalefetinden rahatsızlar. Fransa Devlet Başkanı Macron tarafından getirilen karbon vergisine karşı sokağa çıkan Sarı Yelekliler hareketini örnek gösteriyorlar. Uygulanmakta olan bu liberal politikalar, ırkçılık ve yoksulluk konusunda kayıtsız kalan otoriter popülist sağcıları tatmin edebilir. Ancak bu politikalar, iklim değişikliği nedeniyle hayatlarını, evlerini ve çiftliklerini kaybetmekle karşı karşıya kalanlara, ya da bugün eşitsizlik ve düşük ücretle çalışanlara hiçbir şey sunmuyor.
İklim felâketi ne Gates’in teknolojik ütopyasıyla ne de Acemoğlu ve Mann’ın karbon vergisi veya yeşil finans reformlarıyla durdurulamayacak kadar tekelci finans kapitalin sınırlarını aşan boyuttadır. Küresel ısınmanın çözümü kâr hedefini amaçlamayan anti-kapitalist politikaları; sosyal programları, demokratik kontrolü ve ekonomik planlamayı gerektirir. Başka bir senenek yoktur.
Gelecek yazılarımızda doğa ve iklim krizine demokratik sosyalist çözümler üreten yeni görüşlere yer vereceğiz.
Kaynakça:
-Bill Gates, İKLİM ÂFETİ NASIL ÖNLENİR: Sahip olduğumuz çözümler ve ihtiyacımız olan atılımlar, Penguin Random House, 2021
-Michael E. Mann, YENİ İKLİM SAVAŞI, Gezegenimizi geri alma mücadelesi, Public Affairs, 2021
-Daron Acemoğlu, Climate Change versus Techno-Utopia (İklim Değişikliğine Karşı Tekno-Ütopya), 28 Nisan 2021
- Michael E Mann, The Guardian, 27 Şubat 2021
- Riccardo De Cristano, Green İnvestments, the financialization of environment protection, Social Europe, March 11, 2021