Erdoğan yönetiminin oluşturduğu tek adam rejimi ülkeyi çok boyutlu ekonomik ve siyasi toplumsal bir krize sürükledi. Bu kriz; yalnızca yıkıcı hayat pahalılığı, eşitsizlik, düşük ücret, güvencesiz çalışma krizi değil, sadece medyanın tekelleştiği, 80 tv kanalının ve sayısız gazete ve derginin tek elden yönetildiği, hukukun, adaletin, liyakatin ve laikliğin ayaklar altına alındığı, muhalefetin düşman, terörist, dinsiz imansız ilan edildiği bir kriz de değil. KHK’larla Kürt halkının iradesinin gasp edildiği, Kürtlere karşı ırkçı saldırıların aralıksız sürdürüldüğü, soygun ve talanın sınır tanımadığı, mafyanın kara paranın devlet eliyle korunduğu, hatta sadece ısınan Türkiye’nin bir ekolojik krizi de değil. Merkez bankasının boşaltıldığı, depremde insanlarımızın topluca ölüme terk edildiği, yoğun militarizmin ve savaşların hızla yayıldığı bir krizdir bu. Tüm bu felaketlerin birleştirdiği ve şiddetlendirdiği krizin tek sorumlusu tek adamla yönetilen otoriter rejimin kendisidir.
AKP iktidarı 21 yıldır zehirli bir yılan gibi defalarca derisini değiştirerek ülkeyi bu toplumsal krize adım adım getirdi. Rejimin ömrünü uzatabilmek için her birkaç yılda bir iç darbe tezgahlayarak ilerici güçlere karşı yeni pozisyonlar aldı. Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), Hüda-Par’ı, Yeniden Refahı (YRP) ve Büyük Birlik Partisi (BBP) gibi partileri Cumhur İttifakına katarak faşist ve ırkçı elementleri kanatları altında topladı. Bundan önce geçirdiği evrim bu noktaya geleceğinin habercisiydi.
2002’de hükümete gelen AKP Erdoğan liderliğinde batı yandaşı kesilmişti, orta Doğunun lideri, “ileri demokrasinin” kalesi olduğunu ilan etmişti. Milliyetçiliğin her türüne, militarizme ve teröre karşı olduğunu bağıra çağıra dünyaya duyurmuştu. Birkaç yıl geçmeden, bir milyon insanın öldürüldüğü Suriye savaşını başlattı. Erdoğan’ın kararıyla Barış Süreci durduruldu Kürd halkına karşı akıl almaz bir terör dalgasına öncülük etti. Fethullah’ın “Gönül” hareketiyle içli dışlı oluşu çok manidardı. İkisinin kurduğu koalisyon döneminde ulusal sınırların hiçbir önemi kalmamıştı dolayısıyla Pentagon, CİA VE Beyaz Saray, Ankara’yı babalarının çiftliği gibi yönetiyordu. Aynı ittifakın CİA patentli savcıları sahte kanıtlarla mahkemeler tezgahladı. 2010’daki referandumla diktatörlüğe gidişin karanlık tüneli açıldı. 2015’ten itibaren demokrasi, bağımsız yargı, insan hakları batının icadı ilan edilerek daha önce ördüğü duvarı yıkmaya koyuldu. 2016’da yönetim elitinin iki gücü, Erdoğan ve Gülen, arasında iktidar savaşları körüklendi. Birbirini izleyen karşılıklı darbelerle, Türkiye tarihine karanlık bir sayfa yazıldı. İktidar blokları arasındaki çatışmalardan üstün gelen Erdoğan kendi zenginler sınıfını, beşli çeteleri yaratarak medyayı ve iktidarı birleştirdi. Mutlak ve tartışmasız tek lider sultası, tüm ağırlığıyla karanlık bir bulut gibi ülkeye çöreklendi.
Kadın cinayetlerini, basın özgürlüğünü, insan haklarını ve düşünce özgürlüğünü umursamayan Erdoğan yönetimi demokrasiyi elinin tersiyle iterek yüksek faizli pahalı büyük projelerin ve inşaat sektörünün avantajlarını kullanarak toplumsal desteğini bir müddet yürüttü. Ekonomik durgunluk ve döviz krizi patlayınca halkın iktidara olan güveni hızla eridi.
14 Mayıs seçimlerinde Erdoğan’ın yürüttüğü Hitlerci Göbelsvari propaganda eriyen kitle desteğini durdurmayı amaçlıyordu. İslam’ı, milliyetçiliği ve terörü hayasızca kullandı. Kendisi batarken ülkeyi de uçuruma sürüklüyordu. Muhalefete ve HDP’ye yönelttiği saldırılar sıradan eleştiri olarak değerlendirilemez; katıksız faşizmin propaganda araçlarıydı. İktidar hırsıyla yanıp tutuşan ve demokrasiyi sadece seçim sandığı sanan Erdoğan ve ona akıl verenler seçim kampanyasında kullandığı metotlarla faşizmin yolunu döşediler. Eğer seçimlerin ikinci turunda gitmezlerse, başlattıkları faşist devlet kuruluşunu hızlandırmaktan geri durmayacaklar.
Cumhur İttifakı, Hüda-Par gibi şeriatçılarla, BBP gibi yabancı ve Kürd düşmanlarıyla ve YRP gibi LGBT ve kadın özgürlüğü karşıtlarıyla kurduğu koalisyon faşizm dışında bir iktidar alternatifi bırakmıyor. Erdoğan ve AKP yine kabuk değiştiriyor.
Seçimden önce ve kampanya sırasında kamuoyunun yakından izlediği somut olayların analizlerinden çıkartılan aşağıdaki göstergeler AKP ve onun etrafındaki ırkçı faşist yoğunlaşmanın hangi alanlarda şekillendiğini göstermektedir;
• Cumhur İttifakındaki ırkçı gerici partiler tabanlarını harekete geçirmek ve ilham vermek için ırkçılığa varan aşırı milliyetçi mesajlar kullanmaktadır.
• İttifakı oluşturan partiler “Türkiye’nin bekası” etrafında yabancı düşmanı ve ırkçı aşırı sağcı düşüncelerini kendi siyasi çerçevelerinde büyütmek ve pekiştirmek için çalışmaktadırlar.
• Bu partiler, ittifak avantajlarını ve parlamentoyu kullanarak devleti ele geçirmeği hedeflemektedirler.
• Gerici ırkçı ittifak Kürd halkına, kadınlara ve diğer marjinalleştirilmiş topluluklara karşı nefreti, korkuyu ve şiddeti program ve politikalarıyla yürütmektedir.
• Cumhur İttifakının hedeflerinin başında HDP’ye ve toplum örgütlerine saldırıp korku iklimi yaratarak onlara verilecek oyları azaltmak, demokratik süreçleri ortadan kaldırmak, itibarsızlaştırmak veya 14 Mayısta yaptıkları gibi oylarını çalmaktır.
• Hüda-Par ve MHP polis ve ordudaki askeri güçlerini pekiştirmeye, paramiliter örgütleri normalleştirmeye, solculara ve marjinalleştirilmiş topluluklara karşı şiddet olaylarının artmasına neden olmaktadırlar.
14 Mayıs’ta marksist sol tek adam rejiminin yarattığı tehlikenin bilinciyle Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekledi. Bundan Millet ittifakının güçlendirilmiş parlamenter sistem politikasının desteklendiği anlamı çıkarılmamalı. Marksistler parlamentoyu; yasama ve yürütme gücünü elinde tutan, emekçi sınıfların temsilcilerinin çoğunlukta olduğu, emeğin egemenliğini temsil eden ve toplumu yöneten tek kurum olarak görür. Daha net bir ifadeyle devrimciler; halk temsilcilerinin çoğunlukta olduğu, halkın iradesini temsil eden, yasama yetkisini ve yürütmeyi elinde tutan parlamenter sistemi gerçekleştirene kadar liberal burjuva parlamentosunda mücadele sürdürürler. Bu nedenle, muhalefetin geliştirdiği güçlendirilmiş ve liberal partilerin çoğunlukta olduğu parlamenter sistem ilericilerin amacı olamaz. Bana göre, bu model asgari düzeyde, diktatörlüğün kökünü kazıyan ve emekçi halkın eşitlik ve demokrasi mücadelesini güçlendiren yasalar ürettiği sürece desteklenebilir.
İleride oluşacak güçlendirilmiş parlamenter sistemi şimdi tartışmak çok erken. Önce diktatörü oradan indirmek lazım. Dolayısıyla yüzlerce aydın, sanatçı, yazar ve aktivistin “OY VER, GİTSİN, BU KARANLIK BİTSİN” sloganıyla başlattığı kampanya otoriter rejimi yıkacak önemli girişim. Eğer halkın kararlığıyla karanlık aydınlığa çevrilebilirse yeni koşullarda ilerici saflar genişleyebilir, güç ve enerji birikimi sağlanabilir.
Seçimin ikinci turuna az zaman kaldığı bugünlerde, tarihsel görev, %50’nin altına düşen tek adam rejimini “OY VER, GİTSİN, BU KARANLIK BİTSİN” çağrısıyla milyonları harekete geçirerek diktatörü sandığa gömmek olmalıdır.