Hüseyin KÜÇÜKAYDIN

Hüseyin KÜÇÜKAYDIN

hkucukaydin@gmail.com

Engelliler Nerede-2 (Erişebilirlik )

Engelliler Nerede? yazı dizimimizin ilk yazısında Türkiye nüfusunun %12’ünden fazlasını oluşturan engelli bireylerin eğitim olanak ve kısıtlılıklarını ele almıştık.

Serinin 2. yazısını ise Erişebilirlik konusuna ayırdık. Engelli bireylerin gündelik yaşama eksiksiz katılımı konusunda çok önemli bir yere sahip olan Erişebilirlik tanım olarak, kullanılacak araç-gerecin, verilecek hizmetlerin ve bunların yer alacağı çevrenin herkesin kullanımına uygun bir şekilde düzenlenmesidir.

Fiziksel Erişilebilirlik ise engelli bireylerin bir noktadan diğer bir noktaya birinden yardım almaya gerek duymadan ya da ağır engelli ise mümkün olan en az yardımla erişebilmesini ifade eder. Bu şekilde her bireyin eşit yurttaş olmak kaynaklı en doğal hakkı olan özgürce hareket etmesinin mümkün kılınması amaçlanır.

Özel gereksinimli bireylerin okul öncesi eğitimden başlayarak eğitim olanaklarından yaralanma, yeteneklerini açığa çıkartma, ilerleyen senelerde bu yeteneklere ve aldıkları eğitime uygun bir şekilde bir meslek edinebilmelerinin ön koşulu bu hizmet ve olanaklara insan onuruna yakışır bir şekilde erişebilir olmalarıdır.

 Ülkemizdeki sokak ve bilumum mekanların Erişilebilir olması olağan bir hak olmanın yanı sıra Türkiye Cumhuriyeti’nin imzalamış olduğu uluslararası yasalarla kendisini bağlamış olduğu bir yükümlülüktür. Bu konuda Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği’nin almış olduğu kararların imzacılarından biri de Türkiye’dir.

Bu belgelerle üye/imzacı ülkeler, gerekli düzenlemeleri belirli bir süre içerisinde yaparak, engelli yurttaşların eğitim, ekonomik ve sosyal olanaklara erişimlerinin önündeki engellerin kaldıracaklarını taahhüt etmektedir. 

Sokağa çıkıp bu gözle baktığınızda yukarıda açıklanan amaçlarla belirli düzenlemeler yapıldığını görmek mümkündür. Bir ulaşım aracında, bir asansörde, bir bina girişinde engelli bireylerin erişimine uygun olduğunu gösteren tekerlekli sandalye simgesini görmek mümkün olabilmektedir.

Ancak bu uygulamaların belirli bir standart ve her yerde alışkanlık yaratacak benzerlikte olduğu söylenemez. Buna en bariz örneği kaldırımlar üzerinden verebiliriz, kaldırımların yükseklikleri, yapıldığı materyalinin türü (karo taş, kilit taşı, beton v.b.) gibi özellikleri bırakın şehirden şehire değişmemesini, bir sokaktaki ile yan sokaktaki bile birbirini tutmuyor çoğu zaman. Çoğu kaldırım o kadar yüksek yapılıyor ki sadece engelliler değil, yaşlılar, bebek arabası kullanan anne-babalar dahi inip çıkarken zorlanıyorlar.

Görme engellilerin kaldırımlarda rahat yürümeleri için sarı şeritler çekiliyor. Ancak bu uygulamayı yapanlar bunun için yeteri kadar bilgili olmadığı ve denetlemesi gerekenler de denetlemedikleri için nerede başlayıp nerede bittikleri belli olmadığı gibi örneğin bu şeridi takip eden bir görme engellinin yolu bir elektrik direği ya da çöp konteynırına çıkabiliyor.

Kaldırımlar ve bina girişlerine engellilerin kullanımı için eskiye oranla daha fazla rampa yapılıyor. Ancak söz konusu rampalardan engellilerin yardım almadan inip-çıkabilmeleri için eğimlerinin maksimum %8 olması gerekiyor. Lakin yapılan rampaların birçoğunun eğimi belirlenenden o kadar fazla ki tek başına inip-çıkmak bir yana kendileri ve yardım edenler için düşme/yaralanma riski oluşturuyorlar.

Bütün bu altyapı eksikliklerinin yansıra (duyarsız) insan faktörü de devreye giriyor; en doğru eğimde bir rampa yapılmış olsun, bir sürücü aracını getirip onun önüne park ettiğinde o rampanın bir işlevi kalmıyor. Ya da belediyeye işgaliye parası vermek suretiyle kaldırıma masa atan lokanta veya kafeler başlı başına bir engellenme odağı haline gelebiliyor. Zaten kaldırımların birer küçük Çin Setti olarak yapılmasının ardında da büyük ölçüde üzerlerine park edilemesin düşüncesi var.

Bundan 15-20 sene öncesine kadar İstanbul’daki Belediye otobüslerinin engellileri binebilecekleri şekilde düzenlenmeleri konusunda yetkililerle görüşmeler yapıyorduk. Otomotiv sektöründeki gelişmeler ve mevzuatın da zorlamasıyla olacak ki artık hemen tüm otobüslerin ve hatta minibüslerin bir kısmı engelli kullanımlarına uygun üretiliyor. Ancak 2022 yılı Haziranına kadar İstanbul’da yaşayan bir engelli olarak tekerlekli sandalye kullanan engelli bir bireyin durakta bekleyip belediye otobüsüne bindiğine tanık olmadım. Öyle bir durumda şoförlerin tavrı ne oluyor, aracın el frenini çekip, rampayı indirmek üzere orta kapıya yöneliyorlar mı, bunun tecrübe edebilmiş değilim. Balık istifi usulü yolcu taşıyan minibüslere ise tekerlekli sandalye ile binmenin mümkün olamayacağını kestirmek zor değil. Araçların özelliklerinin değişmesi zihniyet değişimi olmadan işe yaramıyor.

Kadıköy, Beşiktaş gibi ilçe belediyelerinin Engelli Taksi uygulamaları olduğunu düşünsek bile mevcut engelli sayıları ile bu belediyelerin engelli araç sayıları kıyaslandığında ihtiyacı karşılamaktan çok uzak olduğu ortaya çıkmakta.

Peki dönelim dizimizin genel başlığına, bu engelliler nerede?

Çoğu evlerinde. Ülkemizde kanunlardaki, mevzuattaki nispi iyileştirmeler engellilerin büyük çoğunluğunun evlerinden çıkıp hayata karışmaları için yeterli olmuyor. Düzenlemelerin yeterli yaygınlık ve süreklilikte olmaması, ekonomik imkansızlıklar, duyarsızlık ve bilinç eksikliği engellilerin evlerinden çıkıp gündelik hayata karışmalarına engel oluyor.

Bu konuda pansuman tedbirler değil, bir anlayış devrimine ihtiyaç var. Hiçbir devlet nüfusunun %12 gibi bir bölümünü üretmeden tüketen bir durumda bırakacak kadar zengin olamaz. Öyleyse konunun duyarlı-duyarsız olmanın ötesinde de bir zorunluluğu olduğunun artık farkına varılmalı.

Ve bu konular buradan bir bakışla yeniden ele alınmalı..