Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memlekette doğmuşların ata sporlarından biri iş makinalarını izlemekse diğeri de duvar önünde beklemektir.
Bizler gittiğimiz okullarda başlarız duvar önünde beklemeye. İlkokuldan itibaren ceza olarak öğretmenler tahtanın yanındaki boş ya da fişlerin/posterlerin bulunduğu duvarın önüne diker bizleri. Otoritenin isteklerine karşı gelmenin ilk cezalarıyla sınıflarımızda tanışırız.
Duvar önünde beklemek, duvara yaslanarak sabırla beklemek önemli ve gerekli bir meziyettir Anadolu/Rumeli evlatları için ki ne zaman kendimizi duvar önünde bulacağımızı kestirmek zordur.
Bazen Kilis’te şahit olduğumuz üzere sizin gibi binlerce işsizle birlikte geceden girersiniz İşkur’un önünde kuyruğa. İşe alınacak sayı ile başvuranların sayısına bakacak durumda değilsinizdir (garibana bir umuttur yaşamak). Oturmak ne mümkün, sırtınızı yaslayıp bir duvara vücut ağırlığınızı bir ayaktan bir ayağa değiştirebiliyorsanız şükredersiniz.
Acılısınızdır bazen, kız kardeşinizi/kızınızı/yakın arkadaşınızı, eşi/sevgilisi/kendi kendine hallenen saplantılı hayranı/babası/abisi yaralamış/canını almıştır. Önce Adli Tıp’ın duvarının önünde, sonra adliyenin duvarının önünde adaletin tecelli etmesini beklersiniz. Oysa mayası erildir bu topraklarda adaletin, Avrupa’nın en büyük adalet saraylarının koridorlarında izini öyle kolay kaybettirir ki ara ki bulasın.
Bazen tanık olduğunuz haksızlıklar, hukuksuzluklara ses çıkartmak için sokağa çıkarsınız., Fakat anayasanın size verdiği şiddetsiz protesto hakkı kitapta durduğu gibi durmaz; Polikarbonat bir kalkan ışık hızıyla sizi yere ya da en yakın duvara yapıştırıverir.
Hayat arkadaşınızı/üstüne titrediğiniz evladınızı bir sabahın köründe ya da bir akşamın alacasında işe yolcu edişinizden birkaç saat sonrası acı acı çalmaya başlar telefonlar bazen. Bir garip telaş ve bir garip utangaçlıkla kapıya vurmaya başlar komşular. Yarım yamalak kurulmuş cümlelerden müteşekkil konuşmalar etrafınızda dönmeye başlar; bir şey olmuştur ama korkulacak bir şey yoktur, sakin olman(ız) gerekiyordur. Sizi bir arabaya sürüklerler. Sizlere söylenen nafile sözlerle, sizin ağzınızdan çıkan nafile sözler birbirlerine karışır.
Sizi mavi kırmızı bir ışık selinin ve kulak tırmalayan siren seslerinin arasından geçirip yine bir duvar önüne götürürler. Endişeli gözler ve kafanızda bin bir düşünce ile beklemeye başlarsınız. Bir umut, iyi bir haber beklersiniz. Etrafta konuşulan her şeye kulak kabartıp neler olduğunu anlamaya çalışırsınız. Ve sonra o haber gelir..
Siz duvar dibinde bekleyip acınız ile kavrulurken, devlet ricali olay yerine intikal eder. Kerli ferli adamlar maske gibi yüzleri ve etraflarında birer küçük orduyla olaya el koymaya gelmişlerdir ve bu beylerin ağzından dile gelir devlet, ölenlere rahmet, geride kalanlara sabır, yaralılara acil şifalar dilenir. Devletin yaraları saracağı müjdelenir.
Bu işlerin ilahi kattan geldiği, çok da şey edilmemesi gerektiği bol din sosu eklenmiş fıtratlı, kaderli konuşmalara konu edinilirken, Çin, ABD, Pakistan ve Hindistan gibi dünyada en fazla kömür üreten ülkelerde iş sağlığı ve güvenliği konusunda son 50 senede alınan tedbirlerle ölümlü kazaların hızla azaldığı gibi kafa karıştırabilecek konulara girmekten kaçınılır.
Felaketleri önlemede ne kadar yavaş ve etkisizse devletimiz, felaket bölgesini battaniye ve sıcak çorba ile donatmakta o kadar mahirdir.
Beklediğiniz duvar önüne yüreğinizi soğutacak adalet hiçbir zaman gelmeyecek olsa da içinizi ısıtacak iaşe gelecektir.
Bartın ve diğer iş cinayetlerindeki kayıplarımıza saygıyla..