Hüseyin KÜÇÜKAYDIN

Hüseyin KÜÇÜKAYDIN

hkucukaydin@gmail.com

Tost Var Yersen, Küçük Yatırımcı Var Silkelersen (!)

Hazine ve Maliye Bakanı Nurettin Nebati görevi boyunca yaptığı açıklamalarla halefi olduğu damat bakanı aratmayacak bir performans sergiledi. Yaptığı açıklamalar mevkidaşlarının amaçladıkları gibi piyasalara güven vermeye yaramasa da hiç olmazsa kahvehane masalarından, muhalefet liderlerinin grup konuşmalarına ve bilumum medya yorumlarına kadar konu edilip yüzleri gülümsetmeye yarıyor. Hep dendiği gibi izahı olmayanın mizahı oluyor.

Hayır, güncel olana değinip, neoklasik ekonomi düşüncesinden epistemolojik… açıklamasına takılacak değilim. Ben daha eski bir konuşmasını daha çok önemsiyorum. Bakan Nebati 2021’in Aralık ayında çıktığı bir televizyon programında, o tarihlerde dolar kurundaki hızlı düşüşten büyük yatırımcının kendisini koruduğunu, küçük yatırımcının ise çarpıldığını belirterek "Küçük yatırımcıya yazık oluyor. 15 liradan, 16 liradan, 17 liradan dolar alanlar var. Kim bunlar? Büyük finansörler değil. Niye? Biliyor çünkü. Bütün altyapı yatırımlarını tamamlamış bir ülkede, tüm makro göstergelerin pozitif olduğu bir yerde, aklı başındaki bir finansör Türkiye’de bu işlerin bir şekilde döneceğini bilir. Ama çarpılan kim oldu? Küçük yatırımcılar. Her zaman olduğu gibi. Küçük yatırımcılara eziyet ettiler. Şimdi de kara kara düşünüyorlar."

Görevi milletin parasını, küçük yatırımcının birikimlerini korumak olan bakan olaya tanık olan herhangi biri gibi yorum yapabiliyor, olaya Fransız kalabileceğini düşünüyordu.

Aynı Nebati bakan bu yılın 23 Ağustos tarihindeyse “Döviz kuru ve diğer emtialarda dengeli bir seyir var. Getirisi enflasyonun altında. Vatandaşlara şu an en çok getiriyi getiren Borsa İstanbul. Vatandaşlarımızın nereye kanalize olacağı çok açık” diyerek vatandaşlara borsa yatırımı önermişti. Konunun uzmanlarının şüpheyle izlediği bu yükseliş trendi 12 Eylül tarihine kadar sürse de 12-30 Eylül 2022 tarihleri arasındaki periyotta %32,78 değer kaybetti.

Alın teri ve emekleriyle kazandıkları 3-5 kuruşu kontrolden çık(arıl)mış enflasyondan korumaya çalışan vatandaş bir kez daha en yetkili ağızlara güvenmenin bedelini eldeki avuçtakini kaybetmekle ödediler.

“Şahsım Hükümet Sisteminin” yetkiden ve dahi hesap vermekten azade bakanları hemen her konuda bizlerle aynı tribünü paylaşmaya devam ediyorlar.

Nitekim memleketin İçişleri Bakanı İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne 500 küsür teröristin işe alındığını açıklayıverdi. Tabi bunlar olurken sayın bakan neredeydi? Böyle bir durum varsa önlemek ona düşmez miydi gibi münasebetsiz sorular soracak değiliz.

Ulaştırma Bakanı Karaismailoğlu ise Osmangazi Köprüsü ve İstanbul Havaalanı üzerinden dolar kuru gerçeklerini eğip bükerek bir takım maliyet, hizmet karşılaştırmaları yapıyor. Oysa “devlet kasasından kuruş çıkmayacak” iddiası ile pazarlanan bu “dev” projelerin devletin hazinesinden bir avuç seçilmiş kişinin kasasına bağlanmış para hortumları olduğunun birçok kişi farkında.

Sağlıkta çağ atlatacağı söylenen şehir hastanelerin de ise her şeyin düşünülüp, planlanıp yapıldığı, sadece oraya tedavi olmak için ulaşacak hastalar ve yine bu kurumlarda hizmet verecek doktorlar gibi iki küçük, önemsiz ayrıntının unutulduğu projeler olarak karşımızda duruyor.

Sonuç olarak iyi yönetilmiyoruz. Yanlış sosyo-ekonomik tercihler ve bilimden nasibini almamış, günü kurtarmanın ötesinde bir vizyona sahip olmayan politikaların bizleri getirdiği nokta bugün insanların çoğunun evlerine temel gıda maddelerini dahi alamadıkları bir durum olarak karşımızda duruyor.

Peki bu durumda olmamızın tek suçlusu politikacılar mı? Bundan daha iyi bir hayatı, geniş halk kesimlerinin daha hakça bir bölüşümün paydaşları olacağı bir yaşamı yeteri kadar talep edebiliyor muyuz? Kendi haklarımızın yenmemesini isterken, başkalarının haklarına saygı konusunda gerekli özeni gösterebiliyor muyuz?

Üniversite de okuduğum yıllardı, bilardo salonu işleten mahalleden bir abimiz kafe işleten bir diğer abimizle kahvehanede otururken “benim salona tost hamburger yapmak için bir köşe hazırlıyorum. Yarına hazır olur. Sen de gel de nasıl çalınacağını bize göster.” deyiverdi. Karşısındaki de tosttan neyi çalacaksın? demeden, “olur, gelir gösteririm nasıl az malzemeyle çok ürün çıkartmayı” demişti.

Avrupa Birliği’ne girme umutlarının ülkemizde henüz sürdüğü yıllardı. Bir yandan yenin fazlar açıldı-açılmadı meseleleri medyada gündem olmayı sürdürüyor. Bir yandan da okuldaki öğretmenlerden, STK’lara kadar birçok kişi ve kurum AB’ye proje yazmak konusunda yarışıyordu. Yazar Ahmet Altan o günlerde verdiği bir röportajda “Biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak hepimiz soyuluyoruz. Böyle bir şey ancak bir şekilde mümkün olabilir; hepimiz aynı anda birbirimizi soyuyoruz. Şimdi de AB fonlarını soyuyoruz.” demişti.

Günümüzde (bence hakkıyla) en çok izlenen haber bültenini sunan Selçuk Tepeli hemen her bülten de “Unutmayın patron sizsiniz” diyor. Selçuk bey bunu biz izleyicilerinin gururlarını okşayıp, bizlere hoş görünmek için yapmıyor. Bir gerçeğe dikkatimizi çekmeye çalışıyor.

Patron olmak demek, patron koltuğuna kurulup etrafa emirler yağdırmaktan ibaret değildir. (olayın sınıfsal ve sömürü boyutunu başka bir yazıya bırakırsak) Patron olmak, doğru kararlar almak, tercihler yapmak ve yaptığı bu tercihlerin sonuçlarıyla yüzleşmektir de aynı zamanda.

Evet günün sonunda patron biziz; verdiğimiz oylarla iktidara kimin geleceğini belirliyor, yapılan her devlet harcamasını da vergilerimiz ile biz karşılıyoruz. Yaptığımız tercihler yalnızca bugünümüzü değil, çocuklarımızın geleceğini de belirliyor. Siyasi tercihlerimizi bu sorumluluğun gerektirdiği bilinçle yapabiliyor muyuz sorusuna gönül rahatlığıyla evet yanıtını vermek kolay değil.

Nasıl yaşıyorsak öyle yönetiliyoruz sanki. Ve bu düzen geniş halk kitlelerinin yararına işlemiyor. Siyasetin kullandığı hamaset dili ve aydınların dahi kapıldığı komplo teorileri ortalığı bir yalan bulutu içerisinde bırakmaya, her şeyi bulanıklaştırmaya devam ediyor. Oysa içeride vatan-millet nutukları atanlar dışarıda ne isteseler vermeye devam ediyor.

Mevcut manzarada sadece iktidar değişimine değil, gerçekleşmesi uzun yıllar alacak bir zihin devrimine ihtiyaç var. Millet İttifakının seçim galibiyeti bunun ancak ilk adımı olabilir.