Çocukluğumuzun tek kanallı siyah-beyaz televizyonlarında Pazar günlerinin alışılmış zevkiydi kovboy filmi izlemek. Her biri erkek güzeli aktörlerce canlandırılan ana karakterler kanun kaçakları, kötü adamlar ya da gerçekleri ters yüz etmekle pek mahir Amerikan film endüstrisinin propagandasına uygun olarak “acımasız” kızıl derilerle amansız mücadelelere girişir, her birine ağızlarının payını verirlerdi. Filmler genellikle nice vurdu kırdı ve çatışmadan sonra ana kahramanın atının sırtında batmakta olan güneşe doğru ilerlemesi ile mutlu sonla nihayete ermiş olurdu.
Bir başka sona doğru yaklaştığımızı umut ediyor, gün be gün bu sonun yaklaşmakta olduğunun yeni bir göstergesine şahitlik ederek umutlanıyoruz; 20. Yılına ulaşan Ak Parti iktidarı artık son demlerini yaşıyor. 2017 yılında “istikrar getirecek”, “koalisyon hükümetlerine bir daha dönülmeyecek” gibi vaatlerle geçilen Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi 5. senesinde tel tel dökülmeye başladı. Koalisyonları tu kaka ilan eden iktidar sahipleri seçimlerde meclis çoğunluğunu elde edemeyince, ilkeleri, nedenleri meçhul, mutabakat metni falan hak getire tarzda ittifaklara giderek koltukları koruma yoluna gitti. İktidar sahiplerinin ve onları savunmakla mahir gazeteci-hukukçu-akademisyen zevatın, tek parti, tek lider, tek iktidarla ulaşılacağını iddia ettikleri istikrar, huzur ve kalkınmanın Kaf Dağının ardına çekildiğini görmek için beş sene yetti de arttı bile. Her gün ortalığa saçılan yolsuzluk iddiaları, eski suç örgütü lideri ve cemaatçi bir gazetecinin video ve sosyal medya paylaşımlarından da öğrendiğimiz kirli ilişkiler ağının da bizlere açıkça gösterdiği gibi ortada yekpare bir iktidar yapılanması yok. Bunun yerine herkesin kendi etkin olduğu alanı tahkim edip, oranın rantını yediği ve hatta iktidarın parçası diğer çıkar klikleri ile amansız rekabet ve mücadelelere giriştiği bir bölünmüşlük söz konusu. Tarımdan, bilim-eğitimden ve istihdama dönüşecek sanayi desteklemelerinden esirgenen kamu kaynaklarının betona gömülmesinin getirdiği ekonomik kriz de bunlara eklenince bu düzeni sürdürmek zaman geçtikçe imkansıza doğru gidiyor.
Bunun karşısında da altılı masada altı partinin bir araya gelmesinden oluşan Millet İttifakı ciddi bir iktidar namzedi olarak duruyor. Birbirinden farklı siyasi geleneklerden gelen bu altı parti geçtiğimiz şubat ayından bu yana halkın önüne ortak bir program ve adayla çıkmak üzere hazırlıklarını sürdürüyor. İktidar medyasının son günlerde şahit olduğumuz üzere, akla hayale gelmez boyutlardaki yolsuzluk iddiaların görmezden gelerek, altılı masa için her gün dağıldı, dağılıyor, dağılır mı diye bıkıp usanmadan tartışmasına rağmen belirlenen bir takvime uygun olarak yola devam ediyor.
Üçüncü bir ittifak olarak HDP’nin çağrısı ile yine altı partinin (ve Yeşil-Sol Parti gibi HDP birleşeni olan birçok partinin daha) katılımı ile bir girişim daha söz konusu. Solun müzmin hastalığı bölünmüşlüğün ötesine geçen bir çabayı da içeren bu girişimin, temsil etme potansiyeli olan %10 ve üzeri oyla seçimlerde belirleyici olacağı aşikâr. Toplumun oyuna talip olunurken bile bir yandan ötelenen, en ezilmiş kesimini de temsil edilen bu partiler son süreçte Millet İttifakı ile yakınlık-mesafe dengesini kurmada takdire şayan bir özen gösterdiler. Söz konusu partilerin sözcüleri kutuplaşmadan beslenen iktidarı göndermek için muhalif kesimlerin bir arada olmaları gerektiğini haklı olarak dile getirmekten geri durmazken, ittifakın ortağı olmayı bir arada hareket etmenin yegâne yolu olarak dayatmaktan da geri durdular. Bu ülkenin en yakıcı iki sorunu, Kürtlerin ve diğer etnik-inanç mensuplarının eşit haklara kavuşması ve vatandaşları arasındaki sınıfsal eşitsizliğin azaltılması ise geleceğini umduğumuz yeni iktidarın ilk ödevleri de bu sorunlara gerçekçi çözümler üretmek olmalıdır.
Millet İttifakının seçimden başarıyla çıktıkları takdirde vatandaşa en belirgin vaadi ülkenin yönetim sistemini Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e dönüştürmek. Tarafsız cumhurbaşkanını da içeren, meclise tekrar yetki ve işlerlik kazandıracak, bakanları ise birer atanmış memur olmanın ötesinde olağan rollerine geri döndürecek düzenlemeler üzerinde çalışılmakta.
Yukarıda özetlenmeye çalıştığımız genel memleket ahvalinde Erdoğan torbadan üç kulaklı, iki burunlu bir tavşan çıkartmadığı sürece milletten bir kez daha yetki alması zor görünüyor.
2022’nin Kasım’ı ya da 2023’ün Haziran’ında artık pek kimseyi şaşırtmayacak bir ihtimal haline gelmiş iktidar değişikliği gerçekleşirse bir anlamda yazının başında kovboy filmlerden örneklediğim gibi mutlu sona ulaşmış olacağız. Siz bakmayın Millet İttifakına o veya bu nedenle dudak büküp, “yok birbirlerinden farkları” havası estirenlere; bunca kutuplaştırma siyasetinin, yasaklamaların, ötekileştirmelerin, hayat tarzı dayatmalarının yorduğu ülkemiz için alınmış taze bir nefes olacaktır bu değişim ki, aklı başında kimse bunu küçümseyemez.
Elbette bilimle, ekonomi ve siyaset bilimi ile bağını tümden koparmış her şeyi şahsım bilir keyfiliğinin ülke semalarını terk etmesi başlı başına bir ferahlama sağlayacaktır. Lakin, bu mutlu sonun devamında Millet İttifakı geçmiş yirmi yılın yıkıntısını kucağında bulacak. Yeni iktidar sahipleri bu birikmiş sorunları çözerken geniş toplum kesimleri ile mutabakat ve konsensus arayacaklar mı, kendi aralarında bir uyumu yakalayıp sürdürebilecekler mi ve daha da önemlisi söz edilen “güçlendirilmiş” sistem siyasi parti üyelerini de parti genel merkezlerine karşı da güçlendirecek mi sorularına henüz net yanıtlar verilmiş değil.
12 Eylül’ün sapkın zihniyetinin parti liderlerine hediyesi olan Siyasi Partiler Yasası liderlere mutlak karar alıcı olma, listeleri dilediği gibi belirleme, parti içi muhalefeti boğma olanakları veriyor. Parti tabanı ve tavanı arasındaki bu güç dengesizliği ise belirli periyotlarda siyaseti olağan mecrasından çıkararak bunalımlı zamanlar üretiyor. Tek elden yönetimin sakıncalarının A’sını, B’sini, C’sini görmüş bir ülkenin son yirmi yıldan çıkartacağı ders parti içi demokrasiyi de içeren yeni bir siyasi anlayış olmalıdır. Yoksa bizim kovboy batıya doğru çok da ilerleyemeden kendisini yeni krizlerin içinde bulacaktır.