Malumunuz milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçimleri geride kaldı. Kalem/klavye erbabı herkes meşrebince bir seçim değerlendirmesi yapıyor. Merhum babamın lakabı kabak olsa da at kuyruğu saçlarımızdan da cesaret alarak biz de karalayalım bir şeyler değil mi?
Bir kere göz, izan ve adalet duygusu sahibi olan herkesin teslim edeceği üzere bu seçimler adil bir ortamda, eşitlikçi bir rekabetle yapılmadı. Bir yanda tüm devlet imkanlarını tepe tepe, devletin valilerini Demokrat Parti dönemine rahmet okutacak kadar il başkanı gibi, her görüşten vatandaştan kesilen vergilerle hayat bulan TRT ekranlarını, parti yayın organı gibi kullanan bir cumhurbaşkanı, bir yanda ise her şeyi kendi kaynaklar ya da üyelerinin çabaları ile yapan diğer partiler vardı.
Diğer medya kanallarında da anlaşılmaz bir hava estirmeyi başardılar. Öyle ki “haber” kanallarda hemen her akşam yayına çıkan yandaş medya temsilcileri aylarca üç temel yalanı temcit pilavı gibi tekrarlayıp durdular; Milet İttifakı içerisinde sorunlar var, ha dağıldı, ha dağılacaklar. Bunlar gelirse ülkeyi eski koalisyon dönemleri gibi yönetecekler, oysaki şimdi istikrar var ve Altılı Masa’nın altında yedinci ortak olarak HDP var.
İttifak onların iddia ettiği gibi dağılmadı. Sendeledi, dağıla yazdı ancak dağılmadı. HDP Millet İttifakının bir parçası değildi, olabilirdi, olmalıydı ancak çekingen siyasi eğilimler ağır bastı ve olamadı. Millet İttifakı ortakları iktidarın bilinçli bir şekilde köpürttüğü terör ve bölünme korkusunu aşabilecek bir ortak yaşam hayali kurup toplumu bu hayale ortak edemedi.
Gelelim koalisyonsuz, istikrar dolu dikensiz gül bahçesi olduğu iddia edilen günümüz iktidar düzlemine; Cumhuriyet tarihinde iç çekişmelerin bu kadar ayyuka çıktığı, devletin bakanlarının kameralar önünde birbirlerine omuz attığı, içişleri bakanından gizlenerek uyuşturucu baskınları yapıldığı, iktidar mensubu siyasilerin bürokratlara hâkim olabildikleri ölçüde birbirleri ile güç savaşlarına giriştikleri başka bir dönem hatırlamıyorum. Bunları yandaş denen gazetecilerin dile getirmemesi doğaldı lakin ilginç olan şu ki muhalif görünen gazeteciler de bu iddiaların çoğunu görmezden geldiler. Bir kez daha Erdoğan’ın istediklerinin konuşulduğu, işine gelmeyenlerinse yok sayıldığı bir seçim süreci yaşadık.
Koalisyonlar dönemlerini bitireceği iddiasıyla ve (mühürsüz oy pusularının da geçerli sayıldığı) oldukça şaibeli bir referandumla geçilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi gereği olarak siyasi partiler seçimlere ittifaklar halinde girdiler. İki büyük ittifaktan Cumhur İttifakı’nın adayı Recep Tayyip Erdoğan alışıldığı üzere kampanyasını kutuplaştırma ve gerginlik üzerine kurdu. Yine kavgada söylenmeyecek sözler ve tanımlamalar havada uçuştu. Özetle Hüda-Par da dahil olmak üzere Cumhur İttifakı birleşenleri dışında kalan hiç kimse yerli ve milli değildi. Kökleri dışarıda olmakla birlikte, aynı zamanda LGBTİ sevicilerdi ve heteroseksüel yavrularımızın akıllarını çelip (nasıl olacaksa) LGBTİ bireyler olmalarını amaçlıyorlardı. Yaşanan ekonomik krizin alası Avrupa, Amerika’da da vardı vs.
Karşıdaki diğer büyük ittifak ise küçüklü büyüklü altı partiden oluşan Millet İttifakıydı. Sürecin başından itibaren ittifak ortakları tarafından, iktidara gelmeleri durumunda ülkeyi nasıl yönetecekleri konusunda önce mutabık kalınan konuların teker teker belirleneceği, adayın belirlenmesininse daha sonraya bırakılacağı söylendi. Ne hikmetse bu teknik sayılabilecek işi de kamuoyunun gözleri önünde ve genel başkanlar düzeyinde yapmayı tercih ettiler. Aylarca parti binalarına yanaşan araçlarından inen genel başkanları, ya da toplantı sonunda binadan ayrılan genel başkanları izledik durduk televizyon haberlerinde. Bu süreci bu şekilde yürütmenin kamuoyunda herhangi bir heyecan ve umut dalgası yaratmayacağını, böylesi hantal bir sürecin seçmende “bunlar ne yapıyor, toplanıp toplanıp dağılıyor” diye algılanacağını hiç mi söyleyen olmadı bilemiyorum. Sonunda Altılı Masa Mutabakat metninden bugün ne kaldı akılda? Böylesi uzun ve sıkıcı bir metin yazma süreci yerine kısa ve anlaşılır mesajlarla halkın karşısına çıkılıp, umut ve heyecan yaratılmaya çalışılmalı değil miydi? Bu arada da bir yandan alttan alta İyi Parti lideri Meral Akşener ve kurmayları “seçilecek aday” söylemi ile Kemal Kılıçdaroğlu’nun olası adaylığının önünü kesmeye çalıştılar. Bununla da yetinmeyip Meral Akşener Mart ayının başında zehir zemberek bir açıklama ile Altılı Masa’dan kalktığını açıkladı. Bu öfkeyle kalkış, sadece dışarıdan değil kendi parti örgütünden de büyük tepki alınca üç gün sonra aynı masaya geri dönmek durumunda kaldıysa da gemi hasar almış oldu bir kere.
Kılıçdaroğlu doğru aday mıydı ya da ondan daha doğru bir aday var mıydı? Seçim günü akşamına kadar aday olmak Kılıçdaroğlu’nun hem hakkı hem de ödevidir diye düşünüp konuşmuş biri olarak bunun şu anda bunun tersi bir şey yazmamın bir manası yok. Lakin var olan bir sosyolojimizin hilafına oldu sanki bu adaylık. Şimdi lütfen ana-babalarınızın, teyze-amcalarınızın dost meclislerinde anlattıkları anılarını bir hatırlayın, kızılcık sobası ile sıra dayağına çeken hocalar, korkusundan koca bir bölüğün tir tir titrediği komutanlar, bahçesine kaçan topu kesmeden asla bırakmayan aksi komşu teyzeler. Ben daha mülayimliği ile övülen bir meslek erbabı ya da komşu anısı dinlediğimi hatırlamıyorum. Bizim milletimiz kudretli (olmasa da öyleymiş gibi yapan) şöyle kerli-ferli insan evladı sever. O tür insanlara yanlamaya meyleder. Ekranda ona buna “eyy…” diye başlayan meydan okuyan cümleler kuran birilerini gördüğünde hoşuna gider. Bu demeçler Avrupa, Amerika’daki muhataplara ulaşıyor mu ki diye merak etmediği gibi bu çıkışları yapan liderin bunlara uygun aksiyon alıp almadığına dair de fikri takip yapmak aklına gelmez. Bu sebeple de içerde bol keseden söylenen “ey”li cümlelerle, dışarıda verilen tavizler arasındaki doğru orantıyı görmez, göremez.
Yukarıda özetlemeye çalıştığım etkenler nedeniyle Cumhur İttifakı adayı Recep Tayyip Erdoğan yarışı baştan sona dükkânın sahibi rahatlığında götürdü. Yerel seçimlerde İmralı’dan mektup getirtip okutturan kendisi değilmiş gibi Millet İttifakını HDP ve PKK ile ortak olmakla suçladı. Muhalefet bloğu aylarca bu iddialara çözüm sürecindeki kimi yanlış uygulamaları (yer yer milliyetçi bir söyleve de düşerek) eleştirmek dışında, sosyolojik gerçekliklere de temas eden bir yerden cevaplar veremedi, savunma pozisyonundan çıkamadı ve bunun sahadaki olumsuz etkisi büyük oldu. Oysa ki biraz cesur bir yaklaşımla örneğin “bizler HDP’ye oy vermiş ve verme potansiyelinde olan 6 Milyon yurttaşımızın oyuna da talibiz. Onların sorunlarını da çözebileceğimizi vaat ediyoruz. Aracılarla değil halkımızla iş birliği yapacağız” denebilirdi.
AKP kurulduğunda yerleşik nizamın uygulamalarına bir eleştiri görüntüsü veriyordu. Lakin Avrupa Birliği umutları sönümlenip, (hadi düşman demeyelim de uğraşılması gereken diyelim) kendilerine lütfedilenden daha fazla hak ve imkan talep eden kesimlerin aynı olduğu ortaya çıkınca eskiyle müttefik olmayı seçtiler. Seçimleri almanın tek meşruiyet vesilesi sayıldığı bir oyun bu ve Erdoğan bu oyunu iyi oynuyor.