İsmail DUYGULU

İsmail DUYGULU

ofisavukatlik@gmail.com

İçindeki vicdanı ayaklandır

Kendimize

Bir yolculuktayız. Bunca emek, bunca acı, bunca kayıplar, üstün kamu yararı, büyük insanlık için. Düşüncenin maddi temellerinden hareketle, bireyin, insanların, toplumun, toplumların çeşitliliği kadar, farklı empatileri içinde barındıran bir toplum tasavvuru oluşturabilmeliyiz. Eski toplum yerine, yeni bir toplum kuracağız.[1] Bu yolda başkalarına gitmeden önce, kendi vicdanımızı sorgulamalıyız. İnsan kendisinde bulamadığını, toplumda bulamayacak, sürekli bir hayal kırıklığı yaşayacaktır. Bu da kendi içinde çelişkiye neden olacak, şizofrenik bir ruh halini doğuracaktır. Çünkü her toplum, kendi benzeri bireylerin toplamından ibarettir.

Zihin açıklığı

Maddi bir organ olarak beynimizde ürettiğimiz düşüncelerimiz ile dilimize yansıyan sözlerimiz birbiri ile çelişkili ise ve hatta sözlerimiz ile yaptıklarımız, yaşam biçimimiz uyumsuz ise, bizi kimse dinlemez. Fırsat elimizde olsa neler yapabileceğimizi sesli düşündüğümüzde insan kendisinden ürküyor. Bu nedenle kişi kendisinden başlamalı ve dönüşerek, toplumu dönüştürme süreci işlemelidir. Ancak bu bireyin vicdanı ile sınırlı bir toplumsal düzen anlamına gelmemelidir. Çünkü kişi hangi olgunluğa erişirse erişsin, kapitalizm onu mutlaka dejenere edebilir, ona bir fiyat biçebilir ve satın alabilir. Bu nedenle kişilerin vicdanına bağlı bir hayat düşlemek de doğru değildir. O halde kişiler üzerinden değil, denetlenebilir bir sistem üzerinden tasarımlar geliştirebilmeliyiz.  

Vicdan

Vicdan dini bir mesele gibi algılansa da, akılla bağlantılı bir durumdur. Türk halk inancındaki “bulunç” kavramının[2] bizi “bilinç” kavramına götürmesi gerekir. Kant’a göre bireyin ahlaki özerkliği, Rousseau’ya göre bireysel bir özelliğine vurgu yaparak, kişinin “kendisiyle bilme” ; Hegel’e göre ise bireyin toplumsal özelliğine vurgu yaparak “başkalarıyla bilme” olarak tanımladığı, “Vicdan üzerine yazmak veya bu konuyu tartışmaya çalışmak, uçsuz bucaksız bir ormana ayak basmak gibidir. Vicdan ise susuzluk anında o büyük ormanda şelalenin sesine kulak vererek yönümüzü tayin etmektir. Zira vicdan kendimizi bilmeye başladığımızdan beri ses tonunu hiç duymadığımız ama içimizde hep bize yol gösteren bir rehber, bir öğretmen konumundadır.”[3]

Türkçe’de “vicdan”, Kürtçe’de “wijdan” kelimesinin, kök olarak Arapça’dan geldiği söyleniyor[4]. Türkçe ve Kürtçe söyleyiş zaman zaman karıştırılır, “vicdan” ya da “vijdan” olarak kullanıldığı görülmektedir.  Vecd, vicdan ve vücud, Arapça v-c-d fiilinin mastarlarıdır. Buna göre vecd, sevgi muhabbet, aşk, güçlü duygu anlamlarına gelmektedir. Vicdan; duyarlılık, his, niyet anlamlarında da kullanılmaktadır. Vücud ise bulma, varlık, olma, mevcudiyet, hazır bulunma manalarına gelmektedir.[5]  Bedia Akarsu vicdanı, törel bilinç olarak değerlendirmiştir.[6]  Türkçe lügatlerde vicdan, “Kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç” olarak geçmektedir.[7]

Hangi organ?

Vicdan konusundaki görüş farklılıklarından dolayı kimine göre kalp, kimine göre beyin organının bir ürünü olarak yansıtılır. Hatta vicdan kavramı kimi yerde kalp, yürek, gönül yada vicdan olarak çevrilmektedir.[8] Kalp bir düşünme organı olmadığına göre, vicdanın akıl ve düşünme organı olan beynin ürünü olduğu söylenmelidir. Yani vicdan akıldan ayrı bir şey değildir. Akla aykırı nedenlerle de insanın karar vermesi mümkün ve muhtemel olduğundan, vicdanı kaba materyalist bir yorumla değil, insanın psikolojik, sosyolojik yanlarını da gözeterek ele almak gerekir. İnanan insan, inancı gereği, vicdani görüş ve duygularının aklen değil, kalben ilahi olarak ona yansıdığını düşünerek de sonuca gidebilir. Bireyin vicdanıyla hareket etmesi, onun daha iyiye ve doğruya yönelmesini sağlayabilir.

Dinde vicdan

Arapça bir ifade olmasına rağmen Kur’an’da ve hadis kitaplarında bu kelimeye rastlanmamakta ancak Osmanlı’nın son döneminde Batı'dan yapılan çeviri ahlak kitaplarında yer aldığı görülmüştür.[9] Demek ki vicdan batı kaynaklı olup, doğu ya da dini literatüre göre vicdanın yerini dini veriler doldurmaktadır. Vicdan kelimesi Kur’an’da geçmez, Tevrat’ta ve İncil’de ise yer verilmiştir.

Tevrat’a baktığımızda, “Övgüler sunarım bana öğüt veren Rabbe, geceleri bile vicdanım uyarır beni” (Zebur, 16: 7) ve “Doğruluğuma sarılacak, onu bırakmayacağım, yaşadığım sürece vicdanım beni suçlamayacak” (Eyüp, 27: 6) ifadelerinin yer aldığını görüyoruz.

Başlangıçta İsa inanlılarına düşman olan ve gördüğü bir rüya ile İsa’ya inanan ve İncil’in yarısına yakın kısmını yazan Pavlus vicdan düşüncesini, içimizde bulunup da sürekli konuşan ve eylemlerimizi değerlendiren ahlaki bir gösterge olarak değerlendiriyor:“Bu nedenle ben gerek Tanrı gerek insanlar önünde vicdanımı temiz tutmaya her zaman özen gösteriyorum” (Resuller İşleri, 24: 16), “İmana ve temiz vicdana sarıl. Bazıları temiz vicdanı bir yana itmekle iman konusunda battılar.” (Timeteosa Birinci Mektup, 1: 19), “Temiz vicdanla imanın sırrına sarılmalıdırlar” (Timeteosa Birinci Mektup, 3: 9).

Yahudilik ve Hıristiyanlıkta vicdan, Allah’ın bir armağanı olarak kabul edilmektedir.[10] Dinlerin, vicdan olgusuna yönelik öğretilerine bakıldığında, Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta vicdan, öğüt veren, uyarıcı, imana götüren, temiz olan ve yargılayıcı bir iç ses olarak benimsenmiştir. İslam’a göre de Allah inancı ile vicdan arasında önemli bir bağ vardır. İlahi dinlere göre vicdan, yaratılış itibariyle kişiye Tanrı tarafından verilen, iyiyi ve doğruyu (ahlakiliği) bulma yeteneğidir.[11]

Bir mesel

Kitabi dinlerin ana temasının “vicdan” olduğu, İbrahim peygamberden bu yana anlatılan mesellerde vurgulanır. İbrânîce’de Hagar olarak geçen Hâcer kelimesinin anlamı “kaçma, kaçış”tır[12].  Hecr kökünden gelen “Hacer” adını, “terketmek, hicret etmek; şirkten uzaklaşmak; emsalinden üstün olmak” mânalarında okuyorum. Hâcer, Tevrat’a göre Mısırlı bir câriyedir ve hikaye onunla başlar[13]. İbrahim peygamber, cariyeleri iken eşi olan Hacer ve oğlu İsmail’i öldürmek ya da bir başka rivayete göre oğlu İshak doğduktan sonra, İshak’ın annesi Sara’nın kötülüğünden korumak için, daha o tarihlerde bir yerleşim yeri olmayan Mekke’de, Beytülharâm (Mescid-i Harâm)’ın, yani Kabe’nin bulunduğu yere bırakmış ve Filistin’e geri dönmesinden sonra Hacer ile oğlunun yaşadıklarına dair dramatik hikaye[14] “vicdan” kavramının oluşumuna yol açmıştır.

Hikayeye göre İbrahim kendi vicdan sorgusunun sonunda, oğlu İsmail ile Kabe’yi inşa etmiş, daha sonra da Mekke’de yaşayanların inanç merkezi olmuştur. El-Hacerü’l-esved (Hacerülesved) [15] Arapça’da siyah taş anlamına gelir ve zamanla çeşitli saldırılar sonrasında son haline gelen bu taşın bulunduğu yer, bütün bu vicdan sorgusunun doğduğu yer olarak İslamiyete inanan Müslümanların kabesi haline dönüşmüştür. Bir babanın evlatları “İsmail ya da İshak” ı[16] kurban etme seremonisi gibi, İsa’nın çarmıha gerilmesi sırasında İsa dışındaki insanların kendi iç seslerini bastırdığı, İsa ile birlikte kendi vicdanlarını çarmıha gerdiklerine dair mesel de, “vicdan” ile ilgili anlatılardır. Bu tarzdaki meseller, anlam itibariyle, ders alınacak sözleri ifade etmektedir. Ancak vicdanı böyle yorumlamak kaderci, boşinanç olarak, metafizik yaklaşımın bir ürünüdür.

Hukukta vicdan

Vicdan kavramı, 1948’de İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde yer almakla, hukuk literatürüne de geçmiştir. Beyannamenin ilk maddesiyle, “Bütün insanlar hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşlik zihniyeti ile hareket etmelidirler.” kuralı vicdanın toplumsal yanına, 18. maddesinde yer alan “Her şahsın, fikir, vicdan ve din hürriyetine hakkı vardır; bu hak, din veya kanaat değiştirmek hürriyeti, dinini veya kanaatini tek başına veya topluca, açık olarak veya özel surette, öğretim, tatbikat, ibadet ve ayinlerle izhar etmek hürriyetini içerir.” kuralı ise kişisel yanına vurgu yapılmıştır. Bu haliyle Beyanname, vicdan hakkında küresel ahlaki bilginin merkezinde yer alan normatif  bir kural olarak ortaya çıkmaktadır.[17]

Bilinç ve vicdan

Her şeyin insan doğmadan önce belirlendiği tezinden hareket eden kaderci, boş inanç savunucularına göre bireyde özdenetim sağlayan vicdan, ilahi bir lütuf olarak, kişide doğuştan vardır. Diğer bir görüşe göre ise vicdan insanda doğuştan olmayıp çevresel, içinde bulunulan toplumsal, maddi etkilerle meydana gelir. Kişinin gördükleri, öğrendikleri, inandıkları, yaşadıkları, istek ve arzuları, ihtiyaçları üzerinden şekillenen bir vicdana sahip olacağı açıktır. Vicdan ve akıl aynı anlama gelir. Dini kimliklerden hareketle vicdanı tanımlamak yerine insan olma ortaklığında vicdanı tanımlamak ve öne çıkarmak gerekir.

17. yüzyılın en önemli düşünürlerinden John Locke'a göre[18], insan zihni doğuşta boş bir levha gibidir. Locke bu levha için Latincede boş levha anlamına gelen ‘tabula rasa’ deyimini kullanıyor. Zaman geçtikçe bu boş levha deneyimlerle, öğrenilenlerle dolar[19]. Locke, gelenek ve otoritenin her çeşidinden kurtulmak gerektiğini, insanın yaşamındaki tek yol göstericinin akıl olduğunu savunur. İnsanın, yol göstericisi olan aklını kullanıp, her türlü gelenek ve otorite baskısından kurtularak özgür düşünceyi seçmesi gerektiğini öne sürer. İnsanı ve toplumu ileri götürecek şeylerin başında özgür düşünce gelir. Tabula rasa görüşü Locke’u, her şeyin doğuştan belli olduğunu savunan kaderci filozoflardan ayırır. İnsan, her şeyi doğduktan sonra, dünyayı gözleyerek öğrenir. [20] Bedia Akarsu[21], Locke’un vicdan anlayışı ile ilgili düşüncesini şöyle aktarmaktadır: Locke, “Pratik sorulara uygulandıklarında vicdan da akıl da aynı anlama gelir.” demektedir. Ona göre akıl ne yasadır ne yasa koyucudur; sadece, yasaları bulma, tanıma ve onları yorumlama yeteneğidir. Dolayısıyla vicdanı, doğuştan olan, her türlü deneyden önce gelen bir yasa olarak gören ve bu yasanın ahlâk kavramlarımızı yöneten ve bizim hareketlerimizi düzenleyen bir otorite olduğu, böylece bir yasa koyucu ve aynı zamanda yasa ve yargıç olduğu fikrini kabul eden vicdan anlayışını reddeder. Bu bağlamda ona göre ahlaki ve vicdani değerler doğuştan insan zihninde bulunmamaktadır. Bilginin deneysel yollarla elde edilmesine paralel şekilde ahlaki değerler de sonradan kazanılır. Tüm insanların kabul ettiği evrensel bir ahlak düzeninin olmayışı da bu teze delildir. Aynı zamanda Locke, diğer vicdan öğretilerinin tersine, vicdanın ancak bir yargıç olabileceğini ama hiçbir zaman yasa ve yasa koyucu olamayacağını savunur. Vicdan yasa olarak geçen her şeyi yargılar, ona uyar ya da onu yadsır.[22]

Bir empirist olan David Hume'a[23] göre, zihnimizde doğuştan gelen bir fikir yoktur. İnsan zihninde olup bitenleri Newton'un deneysel yöntemini uygulayarak, yeni bir insan bilimi kurmayı ve geliştirmeyi öneren Hume, bizim yalnızca, kendi zihnimizde doğrudan ve aracısız olarak tecrübe ettiğimiz ideleri, duyum ve izlenimleri bilebileceğimizi, bilgide kendi zihnimizin ötesine geçemediğimizi ve bundan dolayı herhangi bir şeyin insan zihninden bağımsız olarak var olduğunu söyleyemeyeceğimizi belirtir. İnsan zihnini bilgi bakımından analiz ettiği zaman, insan zihninin tüm içeriklerinin bize duyular ve deneyler tarafından sağlanan malzemeye indirgenebileceğini görmüş olan Hume’ye göre bu malzeme ise, algılardan başka hiçbir şey değildir.

O ses

Bilinç, genel olarak, insanda farkındalığın, duygunun, algının ve bilginin merkezi olarak kabul edilen yetidir.[24] O halde vicdanlı olmak bizim için, bilinçli olmaktır. Daha adil, daha eşit bir dünya yaratma yolunda yürümeden önce, bir vicdana (bilince) sahip ve bir vicdan (bilinç) hareketi içinde olup olmadığımızı sorgulamalıyız. Kendi vicdanımızda (bilincimizde) kendimizi ikna edemezsek, başka bireyleri, insanları ikna edemeyiz. O halde önce içimizde bir vicdan hareketi başlatmalı ve bunu topluma yayan harekete dönüşmeliyiz. Ellerimizle yapamadığımızı, sözümüzle, sözümüzle yapamadığımızı vicdanımızla yapabilmeli ve o gür sesi, içimizde duyabilmeliyiz. Değilse insanlığın uyanışı bir adım daha gecikir ve yeni topluma hazırlıksız yakalanabiliriz. Bunun için her yerden, her bireyden toplumsala koşan bir vicdan hareketi başlatabilmeli ve bütün vicdanları birleştirebilmeliyiz. Vicdanların sesi, tüm ezilenlerin, ötekileştirilenlerin, yok sayılanların, mağdurların ayrımsız sesi olabilmelidir. Bunu yaratamayan insanlığın iki yüzlülüğü devam edecektir.

O halde içindeki vicdanı ayaklandır

 

[1] “Sınıfları ve sınıf uyuşmazlıkların ile birlikte eski burjuva toplumunun yerine, her insanın özgür gelişiminin insanların tümünün özgür gelişiminin koşulu olduğu yeni bir toplum kuracığız.” K. Marx ve F. Engels, Komünist Manifesto (1848), s.31 (Aktarımın yapıldığı yer: Marksist Felsefe Kılavuzu, Gelenek Dizisi, s.259); Farklı bir aktarım ve çeviri: Marx ve Engels, Komünist Manifesto, Zeplin yayınları, 2019, 1. Basım, s.64

[2] https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2015/09/01/vicdan-ve-vicdan-solculugu/

[3] Mahmut ZENGİN, Elif İÇÖZ ARSLAN; “Dini, Felsefi, Psikolojik ve Sosyolojik Boyutlarıyla Vicdan ve Vicdanın Değerler Eğitimindeki Yeri” adlı yüksek lisans tezi, https://dergipark.org.tr/en/pub/amauifd/article/379279

[4] Modern Arapça da, damir kavramı kullanılmaktadır. Damir, açığa vurulmayan içsel bilgidir.

[5] Mutçalı, Serdar (2014). Arapça-Türkçe Sözlük. İstanbul: Dağarcık. Syf.981

[6] Akarsu, Bedia (1974). Felsefe Terimleri Sözlüğü. İstanbul: İnkılap Kitabevi Yayın

[7] Türk Dil Kurumu. (2015). Türkçe Sözlük. Ankara: TDK.

[8] Tevrat, Eyup, bap 26, 6 “Salahımı sıkı tutmaktayım ve onu bırakmam; Ömrüm oldukça yüreğim beni ayıplamıyacaktır.” çevirisi, “Doğruluğuma sarılacak, onu bırakmayacağım, yaşadığım sürece vicdanım beni suçlamayacak” şeklinde de çevrilmektedir. Yine Zebur 16/1,“Bana öğüt veren Rabbi takdir ederim, evet, geceleyin gönlüm bana öğretir.” diye çeviri yapılırken, “Övgüler sunarım bana öğüt veren Rabbe, geceleri bile vicdanım uyarır beni” şeklinde de çevrilmektedir.

[9] Saltuklu, Prof. Dr. Zübeyir (2014). Vicdan . Erzurum: Fenomen Yayıncılık.

[10] Bilgiz, Musa (2007). Kur'an Açısından Vicdan ve Değeri. İstanbul: Beyan Yayınları. syf.21

[11] Mahmut ZENGİN, Elif İÇÖZ ARSLAN; “Dini, Felsefi, Psikolojik ve Sosyolojik Boyutlarıyla Vicdan ve Vicdanın Değerler Eğitimindeki Yeri” adlı yüksek lisans tezi,

[12] https://islamansiklopedisi.org.tr/hacer

[13] Kitabı Mukaddes (Tevrat-ı Şerif / Eski Ahit) Yaratılış (Tekvîn), 16

[14] https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/İbrâhîm-suresi/1785/35-41-ayet-tefsiri

Kur’anı Kerim, İbrahim suresi, 37. ayet; “Ey rabbimiz! Ben zürriyetimden bir kısmını, senin kutsal evinin (Kâbe) yanında tarıma elverişli olmayan bir vadiye yerleştirdim. Bunu yaptım ki rabbim, namazı kılsınlar. İnsanların gönüllerini onlara meylettir ve çeşitli ürünlerden onlara rızık ver ki şükretsinler.”

[15] https://islamansiklopedisi.org.tr/hacerulesved

[16] Bu konu dini kaynaklarda tartışmalıdır, İbrahim oğlu İsmail’i mi, yoksa İshak’ı mı kurban edecekti sorusunun yanıtı; Hristiyanlığa göre İshak, İslamiyete göre ise İsmail’dir.

[17] Leirvik, Dr. Oddbjorn (2013). Hoşgörü, Vicdan ve Dayanışma: Ahlak ve Din Eğitiminde Küresellleşen Kavramlar.

[18] 29 Ağustos 1632 – 28 Ekim 1704 tarihleri arasında yaşamış, İngiliz klasik liberalizm düşüncesinin  öncüsü, meşruti demokrasinin temel fikirlerini tutarlı bir şekilde toparlayabilen ilk yazardır. Düşünce özgürlüğünü, insan eylemlerini akla göre düzenlemek anlayışını en geniş ölçüde yayan ilk düşünür olduğu için Avrupa'daki aydınlanma ve Akıl Çağı'nın gerçek kurucusu olarak kabul edilir.

[19]  "İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Deneme". 29 Ocak 2014 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 7 Eylül 2013.

[20] https://www.mahfiegilmez.com/2017/02/tabula-rasa.html

[21] https://tr.wikipedia.org/wiki/Bedia_Akarsu

[22] Akarsu, Bedia (1965). Ahlak Öğretileri 2. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, syf.121

[23] Davit Hume (D. 7 Mayıs 1711 – ö. 25 Ağustos 1776) yılları arasında yaşamış, İskoç filozof, ekonomist ve tarihçidir.

[24] https://tr.wikipedia.org/wiki/Bilinç