İsmail DUYGULU

İsmail DUYGULU

ofisavukatlik@gmail.com

Mandela Kuralları

“Hapse düşünceye kadar hiç kimsenin bir ulusu gerçekten tanıyamayacağı söylenir. Bir ulus, en yüksektekine değil, en alttaki yurttaşına nasıl muamele ettiğine bakarak değerlendirilmelidir.”
Nelson MANDELA

Hem Türkiye’de hem de Dünya’da cezaevlerindeki insanların sayısı her geçen gün artıyor. Cezaevi yaşamı dış yaşam gibi sürdürülmek ve buna dair gerekli tedbirler alınmak zorunda. Cezaevlerinde yaşam koşulları gün geçtikçe ağırlaşıyor ve temel insan hakları ihlalleri yoğunlukla yaşanıyor. Sadece muhalif oldukları için, siyasi düşüncelerinden dolayı “terörist” muamelesi ile karşı karşıya kalanların yanı sıra, adli suçlular da cezaevlerinde büyük ve ciddi haksızlıklara uğruyorlar. Mahkumlar temel insan haklarından mahrum bırakılıyorlar. Ceza infazı bir eziyete dönüştüğü gibi, örneğin hasta tutuklu ve mahkumların tedavilerinin önünde büyük engeller var, buna rağmen tahliye imkanı tanınmıyor. Mahkum edilen insanların, toplumun bir parçası olmayı sürdürdüklerini, insanlık haysiyetleri nedeniyle saygı görmeleri gerektiğini unutmamalıyız. Cezalarının niteliği ne olursa olsun, öncelikle mahkumların aldıkları cezalarının kişiselleştirilmesi, durumlarına uygun olarak her aşamada gözden geçirilmesi ve topluma zararlı olma özelliklerinin ortadan kalkmasını takiben, serbest bırakılması gerçekleştirilmelidir.

Herkes cezaevinde olabilir

Yeryüzünde insan nüfusunun gün geçtikçe artması ve kentlerin denetimsiz nüfus yığılması ile büyümesinin bir sonucu da olarak, “büyük ya da küçük suçlar bir endüstri ve kendi çapında bir ekonomi”  haline geliyor.[1] Suçu ve suçluluğu ülkenin sosyo ekonomik kültürel yönü yaratıyor ise de, esas olarak suç ve suçluya bakış açımız da bunda etkili oluyor. Suç karşılığında uygulanan yaptırımlar, hapis ve adli para cezalarıdır.[2] Bu yazıdaki konumuz, hapis cezalarıdır. Hapis cezaları; ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, müebbet hapis cezası ve süreli hapis cezası olarak uygulanmaktadır[3]. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası hükümlünün hayatı boyunca devam ediyor, kanun ve Cumhurbaşkanınca çıkarılan yönetmelikte belirtilen sıkı güvenlik rejimine göre çektiriliyor.[4] Müebbet hapis cezası da, hükümlünün hayatı boyunca devam ettiriliyor.[5] Süreli hapis cezası, kanunda aksi belirtilmeyen hallerde bir aydan az, yirmi yıldan fazla uygulanamıyor.[6]

Türkiye’de cezaların infazı, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’a ve bu kanun uyarınca yayınlanan yönetmelik ve genelgelere uyarlı yapılmaktadır. Cezaevleri nüfusuna göre Türkiye, Dünya 1. liğine doğru ilerliyor. Bu gidişle cezaevi yüzü görmeyen kalmayacak. Herkes ömrü hayatında, sırayla cezaevini ziyaret edecek.[7] Bundan dolayı, en sağ ve sığ yanımız temel “insan hakları ve onun geliştirilmesi” olmalıdır. Demokrasi ve hukukun ilerisinde bir hayatı kurabilmemizin ön şartı, temel “insan hakları”nı kabul ederek içselleştirmemizden geçiyor.

Esas olan; bir insanı, herhangi bir canlıyı cezalandırmak, hesap sormak, yok etmek değil; öncelikle toplumu ve bireyi suça karşı korumak ve suçun tekrarını azaltmak, barış içinde bir toplum düzeni kurmak olmalıdır. Yanı sıra, suç ve suçluya bakışımızı sorgulayarak, insan haklarına uyarlı yeni bir pradigmayı kabul etmemiz gerekir. Bunun için “zihniyet değişikliği”ne ihtiyacımız var. Artık ceza hukuku uygulamasında cezalandırma yerine, “kazanma” ilkesini benimsemeliyiz. İnsanlar suç işlediklerinde, haklarında kurulan hükümde güdülen amaç, intikam almak değil, suç ve suçluluktan kurtulmaktır. Ceza yargılamasında güdülen amaç, mahkumların tamamen toplumdan tecrit etmek değil, aksine yeni alternatif yol ve yöntem arayışı esas olmalıdır. Bugün, korana tedbirleri bahanesi ile de olsa, uygulamadaki açık cezaevi mahkumlarının izinli sayılması, önemli bir gelişmedir.

Nöroloji bilimi alanındaki gelişmeler, bazı suçların, insanın özgür iradesi ile gerçekleşmediği, onun beyninde oluşan rahatsızlıklardan da kaynaklanmış olabileceğine ilişkin tespitleri ortaya koymaktadır. Siyasi argümanlarımıza göre de suç ve suçluluk bakışımız değişmektedir. Ülkenin siyasi iktidarının tutumu da, suç ya da suçluluk profilinin seyrini ciddi oranda etkilemektedir. İçinde yaşadığımız toplumsal sistem, ekonomik ve sosyal düzen, kültürel ve inanç olgusu, insanların suç ve suçluluğunda fazlasıyla etkide bulunuyor. O halde ekonomik ve sosyal düzen, ülkenin kuralları, yöneticilerinin bakış açısı, halkın genel eğiliminde meydana getirilebilecek değişim, suç ve suçluluğun seyrini de değiştirebilecektir. Yani bir dönem suç olarak gördüğümüz eylemlerin, bir dönem sonra suç olmadığının kabulü, bunun en açık göstergesidir.[8]

Yaşadığımız sorun sadece insanlarımızın suç işlemesi değil. Asıl korkuncu devletin suç işlemesi.

Eğer insan, durduk yere yasaları ihlal ediyor ve suç işliyor ise, bunda güdülmesi gereken amaç, suçun ve suçluluğun, bireyin hem kendisine ve hem de topluma zarar vermesini önlemek olmalıdır.

Siyasi iktidarı ele geçirenlerin, kendi muhaliflerini “suçlu” gösterip, onları yok ederek, saf dışı bıraktıkları bilinen gerçekler. Uygulamada öylesine örneklerle karşılaşıyoruz ki, yakalanmış insanların dahi yargısız infaz edildiğini, böylelikle suç işlediği iddia edilen insanlara “karşı suç” işlendiğini görüyoruz. Gözaltında kayıpların, işkence ve kötü muameleler sonucu öldürülenlerin varlığı ve bunun devletin açık bir ihlali ya da ihmali sonucu olduğuna dair tartışmamız yok. Bugün faili meçhul cinayetlerin, kayıp kişilerin faillerinin arkasında, devlet organizasyonlarının ya da bu tür güçlerin bulunduğunu biliyoruz. Yaygın olarak siyasi muhaliflerin üzerine suç atıldığı, kumpaslar kurulduğu da bir gerçeğimiz.

Hiçbir olay failsiz değil. Devletin ve o devlet yönetimi altında yaşayan yurttaşların hukuka uygun hareket etmesi gerekir. Buna önce devletin, sonra yurttaşın uyması beklenir. Hukuk kurallarına devletlerin uymadığı yerde, yurttaşların itiraz hakkı var. Sıradan yurttaşların işlediği suçlar bir bir açığa çıkarken, arkasında devletlerin olduğu, organize güçlerin suçları zaman aşımına uğratılıyor. Bu durum toplumun bilincinde yaralar açıyor. Bunun en önemli sonucu yurttaşların, yurttaşlık bağı ile bağlı olduğu devlete olan güveni sarsıyor. Devletin yurttaşının güvenini kazanmaya, devlet ve yurttaş bağını kurmaya ihtiyacı var. Aksi halde hem toplumun, hem de bireylerin isyanı haklı hale gelecektir. En demokratik taleplerin dahi gözardı edilmesinin yarattığı travmalar, Türkiye’de yaşanan toplumsal krizin en önemli nedenlerindendir.

Siyasi nitelikteki hiçbir “suç”, suç bilimi[9] açısından, gerçek bir suç olarak nitelendirilmemektedir. Günümüzde artık tartışılan siyasi suçların, “şiddet” yönüdür. Zaman zaman iktidarların “şiddetsiz sivil siyaset”i de saf dışı ettiğine tanık oluyoruz, biliyoruz.[10]

Ölüm (idam) cezasına karşılık ömür boyu hapis

Yeryüzünde, çeşitli ülkelerde ya da ülkelerin içinde yer alan çeşitli eyaletlerde ölüm (idam) cezası[11] yürürlüğünü koruyor. Avrupa Konseyi üyesi devletlerdeki son ölüm cezası infazı 1997 yılında oldu. 2013 yılından bu yana, Avrupa'da (Beyaz Rusya hariç) ölüm cezası uygulanmadı. Türkiye’de 1982 Anayasası’nın 38. maddesinde yer alan idam cezası, Türkiye’nin geçmiş tarihinde oldukça can aldı.[12] Ancak 1984'ten bu yana ölüm cezası mevzuatta bulunmasına rağmen, siyasi kararla uygulanmadı.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ek, ölüm cezasının kaldırılmasını öngören 6 nolu Protokolün kabulünün ardından, Avrupa Konseyi üyesi birçok ülke tarafından 1990'lı yıllardan itibaren, ölüm cezası yerine, ömür boyu hapis cezası uygulanmaya başladı.[13] Yaşamın temel bir hak olduğu, ölüm cezasının suçların azaltılmasındaki işlevsizliği, adli hatalar sonucu yaşanılan geri dönülemez adaletsizlik gibi insani, etik ve cezai boyutları ile insan hakları savunucularının öncülüğünde, uzun yıllar siyasi ve hukuki alanda verilen mücadelelerin sonucunda, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere, birçok ülkede  olduğu gibi, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi”[14] (AİHS)’ne[15] imza atan ve bunu iç hukuk kuralına dönüştüren ülkeler tarafından, ölüm cezası kaldırılmıştır. Zaman zaman iktidar partisi ile ortakları tarafından “idam” cezası popülizm amaçlı kullanılmakta[16] ise de, artık “idam” ile “ölüm” cezası yerine, “ömür boyu hapis” veya “ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezası” öngörülüyor.

Mandela örneği

Biz Dünya’dan örnek verelim. Siz Türkiye örneklerini de biliyorsunuz.

1955 yılında Nelson Mandela[17], Güney Afrika’da apartheid sistemine karşı mücadele sürecinde tutuklanarak hapsedildi. Yapılan yargılama sonrasında ömür boyu hapse mahkum edildi. Mandela 27 yıl berbat koşullarda hapis yattı. Mandela cezasının büyük çoğunluğunu Robben Adası'nda çekti ve daha sonra Pollsmoor Hapishanesinde tamamladı. Mandela 1990 yılında, apartheid rejiminin sonlandırılmasında önemli rol oynayan ve ülkesindeki demokratik sürecin önünü açan, Güney Afrika’nın son beyaz cumhurbaşkanı Frederik Willem de Klerk[18] tarafından şartsız olarak serbest bırakıldı. Serbest bırakıldığı zaman Mandela 71 yaşındaydı. Hapishaneden, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanlığına giden uzun özgürlük mücadelesinde, 2008 yılına kadar, ABD'nin terörist listesinde yer aldı. Hapis hayatında 27 yıl “büyük bir sabır” gösteren Mandela, Güney Afrika sınırlarını aşan özgürlük mirasına ilham kaynağı olmayı başardı. Mandela gibi, yeryüzünde, geçmişte ve bugün “terörist” muamelesi gören milyonlar hapis hayatı yaşadı. Eşitsizliğe, adaletsizliğe karşı mücadele eden insanlar, iktidarlar tarafından tasfiye edilmek istenildi. Tarih bunun örnekleriyle dolu.

Nelson Mandela Kuralları

Birleşmiş Milletler (BM)’de gözaltına alınan, hapsedilen bireylere ilişkin ilk küresel asgari standartlar dizisini teşkil eden Mahpuslara Muameleye Dair Birleşmiş Milletler Asgari Standart Kuralları taslağını, 1955 yılında başlayan çalışma ile oluşturdu. 2015 yılında, Mandela’nın vefatından iki yıl sonra, BM Genel Kurulu bu kuralların güncellenmiş bir versiyonunu[19] benimsedi[20] ve Mandela’nın anısına yeniden düzenledi. Bu yeni belgeye “Nelson Mandela Kuralları” adını verdi. Buna daha çok, Mandela’nın hayat hikayesinin yer aldığı “Özgürlüğe Giden Uzun Yol” kitabı ilham vermiş olmalıdır. 122 kuraldan oluşan Mandela Kuralları arasında, mahkumların egzersiz, sağlık hizmetleri ve aile ziyaretlerine erişimine kadar düzenlemeler bulunuyor. Ancak yine de aradan uzunca bir zaman geçti ve insanlık değerleri oldukça değişti. Mandela Kuralları dahi geride kaldı.

Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz.[21] Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz.[22] Kanunun sözüne göre, “Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz.”[23] Bu yasak savaş hali ya da olağanüstü hal dönemlerinde dahi ortadan kaldırılamaz.[24] Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin düzenli bir yaşam sürdürmeleri sağlanmalıdır. Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddi ve manevi koşullar altında çektirilmelidir. Hükümlülerin, Anayasada yer alan diğer hakları, infazın temel amaçları saklı kalmak üzere, -ancak- İnfaz Kanunu’nda öngörülen kurallar uyarınca kısıtlanabilir. Hükümlünün yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüğünü korumak üzere her türlü koruyucu tedbirin alınması zorunlu olduğu gibi, mahkuma tanınmış haklarının dokunulmazlığını sağlamak üzere, hukuka uygunluk ilkeleri esas alınmalıdır.[25] Mandela Kuralları kapsamında mahpusun zihinsel rahatsızlığının sonucu olan herhangi bir eylemine yaptırım uygulanmamalı[26], derhal bir sağlık kuruluşunda tedavisi yapılmalı; disiplin yaptırımları, hiçbir koşulda işkence ya da zalimane, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezalandırma niteliğine dönüşmemelidir.[27]  Disiplin uygulamalarının da adil olması, mahkumun kendini yeterli şekilde savunma, hukuki yardım alma ve ispat hakkı olmalıdır.[28] Mahkumlar yeterli hukuki yardımdan yararlanamamaktadır. Özellikle çıplak arama[29], mutad bir uygulama olarak gündemdedir. Türkiye’de 12 Eylül cezaevi uygulamaları halen devam ettirilmektedir. Bunlara dair herhangi bir kayıt tutulmamakta, mahkumların verdikleri dilekçeleri ya da mektupları karşılığında bir alındı kağıdı dahi verilmemektedir.[30] İnfaz koruma memurları ile cezaevi yönetiminin suç niteliğindeki bu eylem ve davranışlarına karşı devlet aklının gerekli tedbiri almadığı, soruşturmadığı bilinmektedir. Oysa bu uygulama hem işkence ve kötü muamele[31] ve hem de özel hayata saygı gibi temel insan haklarına aykırıdır.[32] Hapis cezasının, kendisinde var olan zararlı etkilerini mümkün olduğunca azaltacak program, usûl, araç ve zihniyet doğrultusunda olmalıdır. İyileştirme araçları hükümlünün sağlık ve kişiliğine olan saygısını koruma usul ve esasına göre uygulanmalıdır.[33] Bunlar kanunlarda yazılı ve fakat uygulamada rastlanılmayan kurallardır. Uygulamada mahkumların haklarını korumaktan ziyade, hak ihlaline karşı duran mahkumun bu direnişine müdahalenin yarattığı ek ihlallere ve bunun sonucunda da daha ağır cezalandırılmalarına dair disiplin uygulamalarına yol açılmaktadır.[34] Artık Türkiye’nin eskimiş kurallarını, asgari olarak Nelson Mandela Kuralları’na uyarlamasının zamanı çoktan geçti bile. Hiçbir mahpus, gerekçesi ne olursa olsun işkence ve diğer zalimane, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele ve cezaya maruz bırakılmamalı[35], bütün mahpuslar böylesi muamele ve cezalara karşı korunmalıdır.[36] Mahpuslar, mümkün olduğu ölçüde, evlerine veya sosyal iyileştirme yerlerine, yakın cezaevlerine yerleştirilmesi gerekirken,[37] özellikle siyasi mahkumların evlerinden çok uzak hapishanelerde tutulduğu bilinmektedir. Hapishane koşullarında herhangi bir basılı esere, kablolu yayınlara, bilgisayar ve internet imkanına izin verilmemesi, düşünce, inanç, kanaat ve ifade özgürlüğü kapsamında geride kalmış bir uygulamadır.[38]

İnsanı biyolojik değilse de medeni ölüme (ruhi imhaya) mahkûm eden, ölünceye değin infazı sürdüren müebbet hapis cezasının, aşırı, uzun süreli hapis cezası olarak uygulanmasının çağdaş infaz hukukunda yeri yoktur.[39] Türk hukukunda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası mahkumlarının koşullu salıverilmesine dair yasakçı bakış, sadece süre yönünden değil, uygulama olarak da, “umut hakkı”nın gereklerinden uzaktır. Mandela Kuralları’nda da, “umut hakkı”na dair herhangi bir düzenleme yer almamaktadır. Avrupa İşkencenin ve İnsanlık dışı veya Onur kırıcı Muamelenin veya Cezanın Önlenmesi Komitesi (AİÖK), ömür boyu hapis cezası mahkumlarının durumuna dair yayınladığı 2016 raporu,[40] mahkumların çoğu zaman uygun fiziki koşullardan, (sosyal) etkinliklerden ve insan temasından mahrum olduklarını dile getirmiş ve maruz kaldıkları özel kısıtlamaların uzun süreli hapsin zararlı etkilerini şiddetlendirdiğini belirtmiştir. İdare ve gözlem kurullarının kompozisyonu, değerlendirme sürecine dair güvencelerin yetersizliği, usulü güvencelerinin yeterince tanınmaması, değerlendirme kıstaslarının yerindeliği de ayrıca tartışılmalıdır. Ceza sorumluluğu şahsidir[41]. Kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz. [42]Ancak mahkum edilen insanların ailelerine de ceza uygulaması yapıldığı açıkça ortadadır. İktidar uygulamalarından mahkumların aileleri de nasibini almaktadır. Cezai suçlanmanın dışında, işlerinden olmakta, çeşitli ayrımcılığa tabi tutulmaktadır. Bunun klasik örneğini KHK ile işlerinden atılan insanlara dair uygulamada görmekteyiz.

Ne yapmalı?

Dünya’daki iyi yöndeki gelişmeler “yetmez ama, evet!”; temel insan hakları yönünden gelişmeler yine de umut vericidir. Türkiye’nin de bu paralelde bir zihniyet değişikliğine ihtiyacı var. Artık Nelson Mandela Kurallarına uyarlı mevzuatın oluşturulması gerektiği gibi, bu dahi aşılmalıdır. Esasen cezaevlerine ihtiyaç duymadığımız bir Dünya olmalıdır. Meseleye pedagojik ve sosyal hizmet anlayışı kapsamında bakılmasını çoktan aştık. Cezaevlerinde tutulan insan sayısına göre, yeni bir yaşam kenti inşaa edilerek, mevcut hapishane anlayışı terkedilmelidir. Cezaevindeki insanların, dışarıda yaşayan insanlardan farkı yoktur. Herkes temel insan haklarına sahip kılınmalıdır. Öyle bir durumla karşı karşıyayız ki, dışarısı da güvenli olmaktan çıkmıştır.

Mevcut durumda, daha insani iyileştirmeye gidilmelidir. Cezanın infazındaki amaç, intikam almaya hizmet eden cezalandırma değildir. Yaşlılar, çocuk ve ilk gençlik döneminde olanlar, hastalar[43] ve hamile kadınlar cezaevlerinde tutulmamalıdır. Halen cezaevlerinde hasta ya da tek başına yaşamını sürdüremeyecek, yattığı yatağından kalkıp tuvalete dahi gidemeyecek durumda bulunan, yaşamı için düzenli sağlık desteğine ihtiyacı olan hasta insanlara, çocuk, ilk genç, yaşlı, hamile mahkumlara insaf gösterilmelidir. İktidarın bilincinde oluşmayan vicdan katılığını aşmanın bir yolu olmalıdır.

Devlet bu konudaki “intikamcı” ve “taraflı” uygulamalarını gözden geçirmelidir. Her şeyden önce, cezaların infazında uygulanan intikamcı “cezalandırma” zihniyeti terkedilmelidir. Cezaevlerindeki yaşam koşulları iyileştirilmelidir.[44] Özellikle kadın, çocuk, hasta ve kaçma durumları söz konusu olmayan tutukluların naklinde, “kelepçeli nakil” uygulaması derhal terkedilmeli;[45] hasta, yaşlı, çocuk, hamile tutuklu ve hükümlülerin derhal tahliye edilmelidir.[46]

Açık cezaevinde bulunan mahkumlar için izin uygulaması yapılmakta ve izinde geçen süreler hapis cezasından sayılmaktadır. Bu iyi uygulama, diğer mahkumlar yönünden yumuşama sağlanmadığı sürece, eşitsizliğe de yol açmaktadır. Kapasite fazlalığı söz konusu iken, bu curcuna içerisinde sağlıklı bir infaz sisteminden söz etmek mümkün değildir. Bu nedenle, uluslararası gelişmelere uyarlı olarak, ülkenin hukuk ve demokrasisinde gerekli değişim kabul edilmelidir. Bu ancak siyasi bir karar ile mümkündür. Özellikle Türkiye’nin kendi iç dinamikleriyle değişim ve dönüşüm gerçekleştirebilmesi oldukça zor görünüyor.

Toplumun ve bireyin refahı için, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, derhal bir af kanunu önüne koymalı, parlamentoya bu yönde ayrımsız, şartsız bir af kanunu getirmelidir. Türkiye’nin bir “af kanunu”na ve uluslararası standartların gerisinde kalmayan “yeni bir model”e ihtiyacı var. Çünkü Mandela gibi, hapishaneden cumhurbaşkanlığına, Erdoğan gibi başbakanlığa ve oradan cumhurbaşkanlığına yürüyecek olanların ve hepimizin sağlığını ve yaşamını korumaya ihtiyacımız var.

 

[1] Murray Bookchin, Ekolojik Bir Topluma Doğru, Ayrıntı Yayınları, 1. Basım, Haziran 1996, “Türkçe Basıma Önsöz” sy.15

[2] TCK m.45

[3] TCK m.46

[4] TCK m.47

[5] TCK m.48

[6] TCK m.49/1

[7] SPACE 2021 raporuna göre, Avrupa Konseyi'ne üye 49 ülkede, 31 Ocak 2021'itibariyle, 1 milyon 414 bin 172 tutuklu ve hükümlü bulunuyor. Buna göre Rusya’dan (478 bin 714) sonra en fazla cezaevi nüfusu olan ülke Türkiye (272 bin 115). Adalet Bakanlığı verilerine göre; Türkiye’de 269 kapalı, 86 açık, 10 kadın kapalı, 7 kadın açık, 8 çocuk kapalı, 4 çocuk eğitim evi olmak üzere toplam 384 ceza infaz kurumu bulunuyor. Toplam cezaevlerinin resmi kapasitesi 271 bin 823 kişi olmasına rağmen, Mart 2022 sonu itibariyle, 314 bin 502 tutuklu ve hükümlü bulunuyor. Cezaevlerinde bulunan bu kişilerin 275 bin 965'i hükümlü, 38 bin 537'si tutuklu. Kadın ve erkek durumuna göre ise, cezaevlerinin nüfusunun 300 bin 253'ü erkeklerden, 12 bin 173'ü kadınlardan, 2 bin 76'sı ise çocuklardan oluşuyor. 2021 yılında cezaevlerinde 272 bin kişi olduğu dikkate alındığında toplam cezaevi nüfusunun Mart 2022 itibariyle 42 bin arttığı anlaşılıyor. Neredeyse kocaman bir şehir nüfusu insanımız cezaevinde bulunuyor.

[8] Zina, geçmiş dönemlerde cezai yönden suç olarak kabul edilirken, Anayasa Mahkemesinin (Genel Kurul) 1996/ 15 esas ve 23.09.1996 tarihli 1996 / 34 karar sayılı kararı ile 765 syl. TCK m. 441 cinsiyet ayrımcılığı ve eşitlik ilkesine aykırı bulunarak iptal edilmekle erkeğin zinası;  Anayasa Mahkemesinin (Genel Kurul) 1998/ 3 esas ve 23.06.1998 tarihli 1998 / 28 karar sayılı kararı ile 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun m. 440 cinsiyet ayrımcılığı ve eşitlik ilkesine aykırı bulunarak iptal edilmekle kadının zinası suç olmaktan çıkarılmış ve Anayasa Mahkemesi (Genel Kurul) 1999/ 24 esas ve 13.07.1999 tarihli 1999 / 30 karar sayılı kararı ile 442. maddesinin uygulama kabiliyeti kalmadığından iptali ve bunun da sonucu olarak 443. ve 444. maddelerinin de uygulanma olanağı kalmadığından iptaline karar verilmiştir.

[10] https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-61190354 Osman KAVALA, Mücella YAPICI, Çiğdem MATER,  Hakan ALTINAY, Mine ÖZERDEN, Can ATALAY, Tayfun KAHRAMAN, Yiğit Ali EKMEKÇİ hakkında yapılan ve cezalandırma ile sonuçlanan “Gezi davası” adı ile bilinen dava örnektir.

[13] İstatistikler 2014 yılında Avrupa Konseyi üyesi devletlerde yaklaşık toplam 27.000 ömür boyu hapis cezasına hüküm giymiş mahkumun olduğunu göstermektedir. Konuyla ilgili veriler 22 ülke örneğinde ele alındığında ömür boyu hapse mahkum olanların sayısında 2004 ile 2014 arasında yüzde 66'lık bir artış saptanmıştır.

[14] 'İnsan Hakları ve Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi (AİHS)'  

[20] 17 Aralık 2015 gün ve 70/175 sayılı Birleşmiş Milletler Genel Kurul kararının eki olarak kabul edilmiştir.

[21] Nelson Mandela Kuralları m. 43, Anayasa m. 17/3, AİHS m.3, Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 7, 10; Birleşmiş Milletler İşkenceye ve Diğer Zalimane, İnsanlıkdışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme m.1, 2.

[22] 5275 syl. Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun m.2/2,

[23] 5275 syl. Kanun m.2/2,

[24] Anayasa m.15, AİHS m.15,

[25] 5275 syl. Kanun m.6,

[26] Nelson Mandela Kuralları m. 39/3, 109,

[27] Nelson Mandela Kuralları m. 43, Anayasa m. 17/3, AİHS m.3,

[28] Nelson Mandela Kuralları m.41,

[29] Antalya S Tipi CİK’na 7/7/2021 Tarihinde Kabul İşlemleri Sırasında Bir Grup Mahpusun Görevlilerce Çıplak Arama ve Darba Maruz Bırakıldığı İddiaları Hakkında Araştırma ve Değerlendirme Raporu, Antalya Barosu İnsan Hakları Merkezi, Hapishane İzleme Çalışma Grubu, 1 Eylül 2021, Antalya, ; HDP milletvekili Ö. Faruk GERGERLİOĞLU, bu durumu TBMM kürsüsünden dile getirmiş ve CHP milletvekili Tuncan ÖZKAN da bunun bizzat kendisine uygulandığını ifade etmiştir. Nitekim, Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi İle Ceza Ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yönetmelik m.34/2’de de çıplak arama yapılmasına dair düzenleme yer almaktadır.

[30] Örneğin adliyede herhangi bir mahkemeye sunulan dilekçe ya da posta işletmesine sunulan mektup karşılığı nasıl bir belge verilmekteyse, cezaevlerinde de buna benzer bir belgelendirme yapılmalıdır.

[31] Nelson Mandela Kuralları m. 43; Anayasa m. 17/3; AİHS m.3; Birleşmiş Milletler İşkenceye ve Diğer Zalimane, İnsanlıkdışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme m.1,2; Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 4, 7, 10.

[32] Nelson Mandela Kuralları m. 51,

[33] 5275 syl. Kanun m.7/2,

[34] Bunun bir benzerini polis uygulamalarında görüyoruz. Polis müdahale etmese, örneğin bir basın açıklaması yapılacak ve kendiliğinden sona erecek. Ancak polis müdahalesi ile yeni bir olay yaratılmakta, yeni ihlaller ve gerilimler yaratılmaktadır. Sorunun kaynağı burada doğrudan polis olmaktadır.

[35] Nelson Mandela Kuralları m. 43, Anayasa m. 17/3, AİHS m.3,

[36] Nelson Mandela Kuralları m.1

[37] Nelson Mandela Kuralları m.59,

[38] Nelson Mandela Kuralları m. 63,

[39] YETKİN, Ar. Gör. Av. Erdi, Vınter ve Diğerleri v. Birleşik Krallık Davasından Günümüze İndirilemez Müebbet Hapis Cezası ve Umut Hakkı,

[41] Anayasa m.38/6,

[42] TCK m. 20/1

[43] Siyasi mahkum Aysel Tuğluk, buna örnek oluşturmaktadır.

[44] Basit bir örnek olarak, cezaevlerindeki elektrik giderlerine mahkumların katılma zorunluluğuna derhal son verilmelidir. Herhangi bir geliri olmayan mahkum, bu tür zorunluluklar nedeniyle, temel insan haklarının ihlaline katlanmak durumunda kalmaktadır. 

[45] Nelson Mandela Kuralları m. 47, 48,

[46] 5275 syl. Kanun m.7/2,