İsmail DUYGULU

İsmail DUYGULU

ofisavukatlik@gmail.com

Yeşil hareket

Yaşanmışlıklarımız, tartışmalarımız, öteden beri yazıp çizdiklerimiz arasından, söylenecek birçok sözün söylendiği, eksikliğin örgütlenme ve hayata geçirme konusunda kaldığı ifade edilebilir. Esas olan da birey olarak kendimizi ne kadar değiştirebildiğimiz ve bu değişimi yaşantımıza ne kadar yansıtabildiğimizdir.

Hümanist solculuğumuzdan hareketle, insan ve çevre ilişkisini ilk fark etmeye başladığımızda, çevreci hareketlerin içinde buluyoruz kendimizi. Zaman içinde insanın doğanın bir parçası olduğunun ayırdına vararak, “Hümanizm yetmez, ekolojik bir perspektife ihtiyaç var!” yelpazesine açılıyoruz. Çevreciliğin sağ ve sığ kaldığından hareketle, ekoloji kavramıyla ifadelendiriyoruz yaklaşımımızı.

            İnsanın tarihsel sürecini, “doğaya tahakküm süreci” olarak ifade ederken, bunun kendi bindiğimiz dalı kesmek olduğunun ayırdına vardığımızda; insanın doğaya hükmetme anlayışını sorgulamadan, bu tahakkümün tehlikelerini azaltacak bir yaklaşımla, çevre kirliliği formundan hareketle, çevreci faaliyetler yürütmüştük. “Mesele siyaseti” yapmamızın yolu buradan geçiyordu.

1985-86 yıllarında Ankara’da, Akın Atauz, Mehmet Adam, Aydan Erim Bulca’nın da içinde yer aldığı Çevre Duyarlılığı Yayma Grubu olarak, “Otopark Değil, Güvenpark!” derken de; Dalyan, İztuzu’da kaplumbağaların yuvalarının bulunduğu kıyının otel yerine çevrilmesi olayında, bir grup liberter arkadaşımız açlık grevine yatarken, bu böyle başlamıştı. Zamanla termik, nükleer santral projelerinden, enerji siyasetine, tarım siyasetine, içinde yaşadığımız kent ve kentlilik siyasetine doğru uzandıkça, siyasallaştık ve Yeşil siyasetin ilk belirtilerini yakalamaya başladık. Bergama Altın Madenine karşı direniş, Akkuyu Nükleer Santral karşıtlığı ve Karadeniz çevre eylemleri zirve eylemlerden olmuştu. Bütün Dünya’da da böyle oldu bu.

            Her ne kadar çevre, kadın, cinsel kimlik, barış ve anti nükleer hareketler Yeşil hareketin nüvelerini oluştursa da, bu hareketlerin her biri kendi özelinde ve kendi alanında hak arayışına girmekle yetindi, bütüncül bir hareket haline dönüşme evrimine geçemedi. Yaşadığımız diğer sorunlar ile çevre sorunlarına yol açan sistem eleştirisi, serbest piyasa ve mülkiyet eleştirisi ile sınırlı kalmakta; çevreciler sistem eleştirisini ihmal etmekte, yeşiller ise endüstriyel sistemi bir bütün olarak çevre sorunlarının sorumlusu olarak görmektedirler. Çevre hareketleri bir çözüm önermezken, yeşil hareket radikal dönüşümden yana tutum almaktadır. Bu yönüyle yeşil hareketi, “radikal reformist bir hareket” formunda görmek mümkün olabilir.

            Demokratik merkeziyetçilik anlayışını aşarak, “parti olmayan parti” ilkesinin bir yansıması, sokağı örgütlemek isteyen bir siyasi anlayış olarak Yeşil hareket: temsili demokrasi sistemini bütünüyle yok saymadan, doğrudan demokrasinin, en azından sokakta, forum alanlarında, kimi yerel yönetim uygulamalarında ve yerel ekoloji mücadelelerinin içinde hayat bulan bir harekettir.

            İşte tam da bu noktada, öteden beri siyasi görüşlerimizde esintisini aldığımız, temel nokta olarak gördüğümüz hümanist yaklaşımı, artık sorguluyoruz. Çünkü insan merkezci bir yaklaşım, insanın doğaya tahakküm kurmasına imkân veren bir bakışı üretiyordu. Tüm dinlerde, tüm siyasi yaklaşımlarda; doğa insan içindi ve insan onun üzerinde tahakküm kurabilirdi. İşte bu noktada bazı kırılmalar yaşadık ve kendi yürüdüğümüz yolu sorgularken, başka bir bakış açısının olduğunu fark ettik ve yeni bir yol açtık.

            Bunu daha iyi anlatabilmek için, Küresel Yeşiller Ağı’nın 2001’de Avusturalya’da yapılan toplantısındaki bir atölye çalışmasının başlığı ile ifadelendirelim: “Che’ye karşı Gandhi”. Dönüşüm sürecini en iyi ifadelendiren başlık bu olsa gerek. Çünkü şiddetsizlik, Yeşil hareketin en ayırt edici özelliklerinden biri olarak öne çıkıyor. Bu nedenle barış politikası, sivil itaatsizlik, şiddetsiz direniş yöntemleri, Yeşillerin temel siyasi eylem argümanlarındandır.

            Hümanist bakışın da bir ifadesi olan çevreci yaklaşımın tersine, doğanın içinden bakan bir yerden ortaya çıkan ekolojik bakış, insan ve doğa birliğini savunur. Çevre korumacı yaklaşımın, insan çevresinin, ülkesel, kültürel ve doğal mirasının korunmasıyla ilgilendiği bir sınır değeri vardır. Oysa ekolojik perspektif ise, siyasi ve ideolojik unsurlarıyla, çevreci yaklaşımdan tamamen ayrılmakta, esasında öteden beri gelen hümanist yaklaşımdan kopuşu ortaya koymaktadır. Hümanizmin insan topluluklarına önem veren yanına karşı, yeşil siyaset ise; insan topluluğunun doğanın diğer türleri ile doğanın içinde bir yerde bulunduğu gerçeğini öne çıkarmasının yanı sıra, insan topluluğu karşısında da bireye önem veren, bireyin özgürlüğünü öne çıkaran bir yerden yaklaşım gösterir. Yani toplumun bireyi kontrol etmesini değil, bireyin hem kendi özgülünde kalabilmesini ve hem de toplumu kontrol etmesini, öne çıkarır.

Yeşillerin temel ilkeleri olarak ekolojik bilgelik, sosyal adalet, katılımcı demokrasi, şiddet karşıtlığı, sürdürülebilirlik ve çeşitliliğe saygı öne çıkıyor. Politik eylem alanı ise demokrasi, adalet, iklim değişikliği ve enerji, biyolojik çeşitlilik, sürdürülebilirlik ilkeleri kapsamında; ekolojik kriz, insan hakları, yiyecek ve su, sürdürülebilir planlama, barış ve güvenlik konularında küresel olarak hareket etmektir.

Yeşillerin 2006’de Cenevre’de yapılan 2. Avrupa Yeşil Partisi Kongresi’nde, köklerinin birçok sosyal harekette bulunduğu öngörüsüyle, yol gösteren ilkeleri şöyledir: çevresel sorumluluk, kendi kendini yönetme, özgürlük alanını hem bireysel özerklik ve hem de katılımcı demokrasi alanında ifadelendirme, adaletin yaygınlaşması, çeşitlilik, şiddet karşıtlığı ve sürdürülebilir bir gelişmedir. Tabi bu ilkelerin her birinin ayrı ayrı açımlanması, üzerinde konuşularak daha iyi anlaşılır kılınması gerekir.

            Birey özgürlüğünden hareketle, güçlü liderlik figürü ve tek adam kültünün reddi ile her türlü seçilmiş görevlerde “rotasyon”[1] uygulanması yeşil hareketin temel ayırt edici özelliklerinden bir diğeridir. Bundan dolayı bireyler kimseye danışmadan, bir yerden izin almadan, kendi özgür düşüncelerini, bulundukları tüm ortamlarda “ifade hürriyeti” kapsamında dile getirmekte özgürdürler. Ne bir “parti komiserliği”[2] ne bir “parti hiyerarşisi”[3] ya da “bürokrasisi”[4] vardır.

Kişisel olanın politik olduğuna dair yaklaşım, Yeşillerin temel argümanlarındandır. Parti bürokrasisi yasalardan kaynaklı olmanın ötesine geçmez. Yanı sıra kadın, engelli, farklı cinsiyet tercihleri olanların ya da siyasetin içinde aktif olarak yer alamayanlar yönünden pozitif ayrımcılığın öne çıkarıldığı bir harekettir.

            Başlangıçta hümanist bakışın da etkisiyle, yeryüzünde üretilen enerji ve hammadde kaynaklarının, insanları beslemeye yetmeyeceği yaklaşımı üzerinden; kapitalist sanayi sisteminin doğayı, kent ve toplum hayatını, insan ilişkilerini yozlaştırıp yabancılaştıran etkilerine yönelik bir eleştiriyi de içinde barındıran yeşil hareket, radikal ve popüler nitelik kazansa da, henüz gündelik hayatını sürdüren insanların hayatlarında karşılık bulamamıştır. Nihayet bugün, insanı ve doğayı metalaştıran[5] kapitalist sisteme karşı bir duruşa sahip olsa da, bununla yetinmez ve geçmiş reel sosyalist sistemlere de aynı cepheden eleştiri yapagelmiştir. Çünkü hem kapitalizm[6] ve hem de reel sosyalizm[7] ideologlarının doğayı yağmalamanın ideolojik temellerini hazırladıkları açıktır.

            Yeşiller, post materyalist yaklaşımın ürünü olarak toplumun alt yapısını ekonominin belirlediği tezine karşı olarak, maddi refah artışı, ileri teknoloji ve büyüme karşıtı bir yaklaşım da gösterirler. Bu anlamda “Küçük güzeldir!” deyimini öne çıkarırlar. Marksist felsefenin salt maddeci yaklaşımı karşısında, sezgiciliği, geleneksel bilgeliği, yerli inançlarını ve Doğu felsefelerini referans alan bir doğa-insan bütünleşmesi öne çıkar. Bu manada ekonomik krize çözüm üretmek Yeşil siyasetin sorunu olmayıp, ekolojik krize karşı çözüm üretmek esas olmaktadır. Örneğin, Yatağan’da kendi üretim fabrikası olarak gördüğü bir termik santralde çalışırken, hasta olan ve bu hastalığından dolayı sistemin sağlık kuruluşlarına bağımlı yaşamak zorunda kalan bir işçinin, ekonomik krizin yarattığı ağırlığın altında kalmasına karşı çözüm yerine, aslolan onu bu şekilde yaşamaya bağımlı kılan üretim ilişkisinin sorgulanıp dönüştürülmesi olmalıdır. Çünkü temel sorun sistemin kendisidir.

            Ekonomik kaynakların tükenmeye başlaması, gezegenin yakın gelecekte üzerinde yaşanamayacak kadar kirletilmiş ve tüketilmiş olmasının yarattığı ekolojik krizde, ekonomik kaynakları daha çok tüketmeye yarayacak ekonomik imkânların yaratılması üzerinden bir çözümü değil, ekolojik krizin nedenlerinin önlenmesi üzerinden bir çözümü aramakla, sorunun daha radikal bir şekilde çözümlenebileceği ortaya konulmaktadır. Yani sorun sistem sorunu olup, sistemin daha iyi sürdürülebilmesi değildir. Oysa liberal ekonomik modelde de, reel sosyalist modelde de, farklı bir doğa yaklaşımı olmamıştır.

            Ekonomik krizin faturasını da, ekonomik krize neden olanların ödemesi gerekmektedir. Bu nedenle daha çok büyüme, daha çok kalkınma ile değil, doğanın ve insanın “şok etki” altında kalmayacağı, kaldırabileceği bir adil paylaşıma dönük politikaların üretilmesi, tüketim toplumunun sorgulanması gerekiyor.

            Yeşil hareketin diğer siyasi hareketlerden ayrılan bir başka yanı da, yerel olduğu kadar, ulusal ve hatta küresel düzeyde siyaset üretme tarzıdır. Gerçi sosyal demokrat ve sosyalist ya da komünistler de küresel düzeyde enternasyonalist girişimleri öteden beri yürütmekte iseler de, daha çok bu örgütlerin ulusal düzeyde kaldıkları, küresel hareket etmekte sınırlı kaldıkları bilinmektedir. Ancak yeşillerin küresel siyaset üretmedeki dayanışması bir ağ örgütlenmesi olup, birbirleri üzerinde hiyerarşik bir sonuç doğurmaz. Kısaca küresel dayanışma ağı, örgütlenmede kaynaklar nerede bulunacak, bir yeşil parti nasıl kurulacak, bir kampanya nasıl yürütülecek, haksızlık ve baskı ile nasıl mücadele edilecek, tüm bunlar olurken; nasıl iyimser kalınabilecek gibi soruların yanıtını dostça ve birbirine destek olarak aramaktan ibarettir.

            “Yeryüzündeki canlılık, çeşitlilik ve güzelliğin yeni kuşaklara tahrip edilmemiş ve hatta iyileştirilmiş olarak aktarılmasından sorumlu olduğumuzu, insan üretim ve tüketiminin ne pahasına olursa olsun ekonomik büyüme dogmasına dayalı olduğunu; doğal kaynakları yeryüzünün taşıma kapasitesini göz önüne almadan, çevrede çok büyük bir bozulmaya ve türlerin ortadan kalmasına neden olduklarını, adaletsizliğin, ırkçılığın, yoksulluğun, cahilliğin, rüşvetin, suç ve şiddetin, savaşların yaygın insan acılarına neden olduğunu, gelişmiş ülkelerin, kendi ekonomik ve politik hedeflerinin peşinde koşmaları yüzünden çevrenin ve insan haysiyetinin ayaklar altına alınmasına katkıda bulunduklarını, sömürgeleştirmenin ve sömürünün, bir çok dünya ülkesini ve insanı yoksullaştırıldığını; zengin ülkelerin bu yoksullaştırılan ülkelere karşı ekolojik borç altında olduğunu, zengin ile fakir arasındaki uçurumu kapatmayı, sosyal, ekonomik, politik ve kültürel yaşamın tüm alanlarında herkes için eşit haklar üzerinden temellenen bir yurttaşlık inşa etmeyi, kadın ve erkek arasında eşitlik olmasını, insanlığın haysiyeti için kaygı duyarak, yerli halklarına ait hakların ve onların ortak insanlık mirasına katkılarının, o ülkedeki tüm azınlıklar ve dinsel ekonomik ve kültürel yaşamda baskı altında olanlarınki kadar önemli olduğunu kabul ederek, gıda, barınak, sağlık, eğitim, adil emek, konuşma özgürlüğü, temiz hava, içilebilir su ve bozulmamış doğal çevre gibi insan haklarının garanti edilmesi için rekabetin değil, işbirliğinin ön koşul olduğuna” vurgu yapan, 2001 yılında, Avusturalya’nın Canberra kentinde yapılan ilk Küresel Yeşiller Kongresi’nde kabul edilen “Küresel Yeşiller Bildirgesi” bize ışık tutuyor[8].

            İnsan topluluklarını bir arada tutmanın, yönlendirip yönetmenin argümanı olarak yüzyıllardır kullanılan siyasi ve dini argümanları ele alıp incelemediğimizde, hangi argüman üzerinden siyaset yapacağımızı ya da hangi argüman üzerinden siyaset üretmeyeceğimizi ortaya koymak üzerine bir düşünce kritiği yapacak olursak; işimizin ne kadar zor, hep bir yanımızın ne kadar eksik ve karmaşık kaldığını görüyoruz.

            Din argümanı üzerinden, inanç özgürlüğü temelinde düşündüğümüzde, insanın en temel hakları arasında yer alan inanma/inanmama, vicdan özgürlüğü, uluslararası metinlerde dahi “din ve vicdan özgürlüğü” olarak kabul edilmiştir. Yeşiller inançlar üzerinden siyaset üretmezler, ancak inanç ya da inançsızlığın özgürlüğünü savunurlar.

            İnsanların belirli milliyetlere ait olduğu tezi üzerinden üretilen siyasi argüman oldukça tutarlılık gösterse de yeşiller, millet / milliyet / ırk argümanı üzerinden de siyaset üretmezler. Ancak bu nedenle baskılanan, temel haklarından yoksun bırakılan milletlerin yanında durur. Kültürü ve diliyle bir topluluğu yok saymak en temel şiddet ise, şiddete uğrayanların yanında yer almak gerekir.

            İnsan ile doğada var olan diğer canlı ya da cansız varlıklar arasında ayrımlar yapmak ve doğanın insana sunulması gereken bir nimet olduğu üzerinden değil, tam aksine; insanın da doğanın içinde yer alan canlı bir varlık olduğu gerçeğinden hareketle, türcülük yapmak da yeşillerin uzak durduğu bir argümandır.

            Cinsiyet argümanı, doğadaki canlılar arasında önemli bir ayrımın ifadesi olarak işlev görse de, insanlar arasında tam bir eşitlik tezi üzerinden arayışlar sürüyor. Yeşiller kadın, erkek ya da farklı bir cinsiyet temelinde toplum içinde geri itilen ve ötekileştirilenler yönünden pozitif ayrımcılığı öne çıkarırlar.

            İnsan türünün renk farklılıkları üzerinden de üretilen argüman, insan toplulukları arasında yönlendirmede önemli bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Bunun gibi yurttaşlık, ülkedaşlık tanımlamaları üzerinden de üretilen argümanlar Yeşiller için yetersizlik içeriyor. Bundan dolayı Yeşiller küresel düşünüp, yerel hareket etmeyi politik eylemlerinde ana ilke olarak gözetirler.

            Sözümüz doğrudan insana değil, evrende yer alan canlı ve cansız bütün varlıkları kapsayan bir dilden, insana, insanlığın oluşturduğu dilsel, dinsel, her türlü yönelim ya da kimliği aşarak, hümanist bir bakış açısından öte ekolojik bir bakış açısına uzanan dili seçmeye çalışıyoruz. Bunda ne kadar başarılı olabildiğimiz, ne kadar hayatsal karşılık üretebildiğimiz konusunda hala tartışmalı olsa da, bir yönelişimiz var ve bu evren sadece bırakınız insanı, sadece canlılara değil, cansız varlıklara da aittir.           

 

[8] İkinci kongre 2008 yılında Brezilya – Sao Paulo‘da, üçüncü kongre 2012 yılında Senegal-Dakar’da, dördüncüsü de 2017’de İngiltere’de Liverpool’de gerçekleştirildi. Küresel Yeşiller kongresi, her beş senede bir, farklı bir federasyon bölgesinde yapılıyor. Küresel Yeşiller dört federasyondan oluşuyor: Afrika Yeşilleri Federasyonu, Asya-Pasifik Yeşilleri Federasyonu, Amerika Kıtasının Yeşil Partileri Federasyonu, Avrupa Yeşiller Partisi.