İsmail DUYGULU

İsmail DUYGULU

ofisavukatlik@gmail.com

CEZAEVİ ÜLKESİ:TÜRKİYE

“Cezaevlerimizde 314 bin 512 insanımız yaşıyor.  Bunu biliyor muydunuz?

SPACE 2021 raporuna göre, Avrupa Konseyi'ne üye 49 ülkede, 31 Ocak 2021'itibariyle, 1 milyon 414 bin 172 tutuklu ve hükümlü bulunuyor. Buna göre Rusya’dan (478 bin 714) sonra en fazla cezaevi nüfusu olan ülke Türkiye (272 bin 115).[1]

Adalet Bakanlığı verilerine göre; Türkiye’de 269 kapalı, 86 açık, 10 kadın kapalı, 7 kadın açık, 8 çocuk kapalı, 4 çocuk eğitim evi olmak üzere toplam 384 ceza infaz kurumu bulunuyor.[2]

Toplam cezaevlerinin resmi kapasitesi 271 bin 823 kişi. Mart 2022 sonu itibariyle, 314 bin 512 tutuklu ve hükümlü bulunuyor. Cezaevlerinde bulunan bu kişilerin 275 bin 965'i hükümlü, 38 bin 537'si tutuklu. Kadın ve erkek durumuna göre ise, cezaevlerinin nüfusunun 300 bin 253'ü erkeklerden, 12 bin 173'ü kadınlardan, 2 bin 76'sı ise çocuklardan oluşuyor. 2021 yılında cezaevlerinde 272 bin kişi olduğu dikkate alındığında toplam cezaevi nüfusunun Mart 2022 itibariyle 42 bin arttığı anlaşılıyor. [3]  

Neredeyse kocaman bir şehir nüfusu insanımız cezaevinde bulunuyor. Bu bilgi üzerine düşünmemiz gerekmiyor mu?

İçeri ile dışarı farkı sadece hapistir

Hapis nedir? Hapis, insanların normal dış yaşamda kendi özgür iradeleri ile sürdürdükleri faaliyetlerine son verilip, bir yere kapatılmasıdır. Bunun dışında başkaca hiçbir temel insan hakkı ihlal edilemez. Oysa Türkiye’de ve Dünya’da durum böyle mi?

Hapsedilmek demek, sanki insanın tüm haklarının iptal edildiği algısına dönüşüyor. Oysa hapsedilmek, bir insanın sadece bir yere kapatılması, yalnızlaştırılması ve fakat tüm temel insan haklarına sahip olmaya devam etmesi demektir.

Cezaevlerinde yaşayan insanlarımızın ciddi hak ihlallerine uğradıklarını, çözüm için

de iktidarın siyasi bir karar alması, yasal düzenlemeler yapılması ve genel bir af kanununun meclise getirilmesi gerektiğini dillendiriyoruz.

“Hem Türkiye’de hem de Dünya’da cezaevlerindeki insanların sayısı her geçen gün artıyor. Cezaevi yaşamı dış yaşam gibi sürdürülmek ve buna dair gerekli tedbirler alınmak zorunda.”[4]  Düşüncelerinden, muhalif olduklarından, kitap okuduklarından veya şu ya da bu gerekçeler ileri sürülerek cezaevine konulan insanların yanı sıra, adli suç işledikleri için cezaevine konulmuş tam 324 bin 512 insanımız var ve bu sayı her geçen gün artıyor.

O halde kökten bir çözüm üretmemiz gerekmiyor mu?

Karşılaştırma

Şimdi Türkiye’nin toplam nüfusuna bakalım.

Tüik verilerine göre Türkiye nüfusu 2021 yılında toplam 84.680.273 olarak açıklandı.

Türkiye Nüfus verilerine göre 42.428.101 erkek nüfus ve 42.252.172 kadın nüfus bulunuyor.[5] Bu veri Tüik tarafından 2022 yılının Şubat ayında yayınlandı.

            Adalet Bakanlığının verilerine göre Mart 2022 itibariyle cezaevlerinde kalan insanlarımızın sayısı 314 bin 512.

            Türkiye’nin nüfus verilerine göre, ceza evlerinde tutulan insan sayısından daha fazla illerimiz var. Ancak, cezaevindeki insan sayısından daha az sayıdaki illerimizin sayısına göre baktığımızda, birkaç tane şehri cezaevinde tuttuğumuz ortaya çıkmaktadır. İllerin nüfus miktarı şöyle; İstanbul 15.840.900; Ankara 5.747.325; İzmir 4.425.789;  Bursa 3.147.818; Antalya 2.619.832; Konya 2.277.017; Adana 2.263.373; Şanlıurfa 2.143.020; Gaziantep 2.130.432; Kocaeli 2.033.441; Mersin 1.891.145; Diyarbakır 1.791.145; Hatay 1.670.712; Manisa 1.456.626; Kayseri 1.434.357; Samsun 1.371.274; Balıkesir 1.250.610; Kahramanmaraş 1.171.298; Van 1.141.015; Aydın 1.134.031; Tekirdağ 1.113.400;  Sakarya 1.060.876; Denizli 1.051.056; Muğla 1.021.141; Eskişehir 898.369; Mardin 862.757; Trabzon 816.684; Malatya 808.692; Ordu 769.872; Erzurum 756.893; Afyonkarahisar 744.179; Sivas 636.121; Adıyaman 632.148; Batman 626.319; Tokat 602.567; Zonguldak 589.684; Elazığ 588.088; Kütahya 578.640; Çanakkale 557.276; Osmaniye 553.012; Şırnak 546.589; Çorum 526.282; Ağrı 524.644; Giresun 450.154; Isparta 445.678; Aksaray 429.069; Yozgat 418.500; Edirne 412.500; Muş 405.228; Düzce 400.976; Kastamonu 375.592; Uşak 373.183; Kırklareli 366.363; Niğde 363.725; Bitlis 352.277; Rize 345.662; Amasya 335.331; Siirt 331.980; Bolu 320.014.[6]

Şimdi buraya kadar olan illerimiz, ilçeleri ve köyleri ile birlikte bu nüfusa sahipler. Cezaevlerimizde ne kadar insan var; 314.512. Şimdi bu sayının altındaki illerimizi sayalım: Nevşehir 308.003; Yalova 291.001; Bingöl 283.112; Kars 281.077; Hakkari 278.218; Kırıkkale 275.968; Burdur 273.716; Karaman 258.838; Karabük 249.287; Kırşehir 242.944; Erzincan 237.351; Bilecik 228.334; Sinop 218.408; Iğdır 203.159; Bartın 201.711; Çankırı 196.515; Artvin 169.543; Gümüşhane 150.119; Kilis 145.826; Ardahan 94.932; Bayburt 85.042 ve Tunceli 83.645.[7]

Türkiye’de köyleriyle birlikte bir Nevşehir, 4 Tunceli şehri kadar insan cezaevinde tutuluyor. Bir o kadar insanımız da açık cezaevinde. Şimdilik onlar izinli sayılıyor. Denetimli Serbestlik Müdürlüklerinin denetiminde olanları saymıyor, davaları devam edenleri hiç düşünmüyoruz bile.

Böyle bir ülkenin özgür bir ülke olduğundan, insanlarının özgür olduğundan söz edebilir miyiz?

Mülteci şehirleri

Tevrat’da,[8] Musa’nın beşinci kitabı Tesniye,[9] bap 4’de,

“O zaman Musa Erdenin öte tarafından gün doğusuna doğru üç şehir ayırdı; taki, kendi komşusundan evelden nefreti olmayıp bilmiyerek onu öldüren adam oraya kaçsın; ve bu şehirlerden birine kaçarak sağ kalsın; Rubeniler için, ova memleketinde, çöldeki Betseri; Gadiler için, Gileadda Ramotu; ve Manassiler için Başanda Golanı.”[10] diye mülteci şehirleri belirtilir.

Aynı kural, Yeşu (Sefer) kitabı,[11] bap 20’de,

“İsrail oğullarına söyleyip de; Musa vasıtası ile size söylemiş olduğum sığınacak şehirleri kendinize seçin, taki, bilmiyerek yanlışlıkla bir canı vuran katil oraya kaçsın; ve sizin için kan öcünü alandan sığınacak yer olacaklar. Ve o, bu şehirlerden birine kaçacaktır, ve şehir kapısının girilecek yerine duracak ve davasını o şehrin ihtiyarlarına anlatacak; ve onu şehre, kendilerinin yanına alacaklar, ve ona yer verecekler, ve onlarla oturacak. Ve eğer kan öcünü alan onun ardını kovalarsa, o zaman adam öldüreni onun eline vermiyecekler; çünkü komşusunu bilmiyerek vurmuştur, ve ondan evelce nefret etmiyordu. Ve cemaatin önünde hüküm için duruncıya kadar, o günlerde olan büyük kahinin ölümüne kadar, o şehirde oturacak; o zaman adam öldüren dönecek, ve kendi şehrine, ve kendi evine, kaçtığı şehre gelecektir.”[12] şeklinde ifade edilmiştir.

Bunun üzerine Yahudiler Kedeş, Şekem, Kiryat-arba,[13] Betser,[14] Ramot, Golan’ı ayırdılar ve mülteci şehirleri[15] yaptılar. Yanlışlıkla cinayet işleyenler bu şehirlere kaçarak sığınsınlar diye.

Yani suç işleyenlerin yaşadıkları toplumun dışına itilmesi ile yetinilmiş. Çünkü insan toplum olmadan yaşam sürdüremez. Toplum ile birlikte olmak isteyecek, bir daha suç işlemekten geri duracaktır. Dışlanmaktan kaçınacaktır.

Mültecilik

Yeryüzü yoğun bir göç, yoğun bir mültecilikle karşı karşıya.

“Mülteci şehirleri” uygulamasının bir benzeri bugün “mülteci ülkeleri” olarak, ülkeler arasında uygulanmaktadır. İnsanlar bir ülkeden, diğer bir ülkeye giderek, mülteci statasü kazanmakta ve korunma sağlayabilmektedirler.

Bugün “mültecilik” bir kurum haline gelmiştir. Yani hayatımızın olmazsa olmazıdır.

Bir ülkenin kanunlarından kurtulmak amacıyla, bir başka ülkeye mülteci statüsünde sığınan kimseler bu imkandan yararlanmaktadır.

Sığınılan ülke, sığınma nedeninin “siyasi suç” olması ya da yaşam hakkı ihlali, işkence gibi temel insan haklarına aykırılığın oluşabileceği kuşkusunun somut olarak belirmesi halinde, sığınan kişileri, iade etmemektedir.

“Umut Hakkı” tanınmayan, ömür boyu hapis cezası alıp da, ülkesinden kaçıp, bir başka ülkeye sığınan mültecilerin, iade talepleri temel insan haklarına aykırı görüldüğü için reddedilmektedir.[16]

Savaş koşulları da, insanların, bir başka ülkeye sığınmasını haklı hale getirmekte, son zamanların üstü örtülü 3. Dünya Savaşı, yoğun bir göçe ve mülteciliğe yol açmaktadır.

Devletin kanunlarından kaçarak bir başka ülkeye sığınan mültecilere kanun uygulanmazken, kendi ülkesinde kalan ve devlet otoritesine yakalanmış olan insanlar hakkında kanunlar uygulanmakta ve cezalandırılma yapılmaktadır.

Bunun yarattığı eşitsizliği de gözetelim. Yani demem o ki, ülkenden kaçarak bir başka ülkeye sığınırsan özgürsün, yakalanırsan ölüme mahkumsun.

Ütopya[17]

Türkiye’de cezaevi nüfusunun 314 bin 512 sayısına bakınca, mademki bir şehir nüfusu kadar insanımızı cezaevine koymak durumundayız. O halde cezaevlerini kaldırmalı, yerine yeni bir model önerisi yapmalıyız. Bu düşünce kritiği, cezaevi ya da cezalandırma anlayışını çağrıştırmamalıdır. Var olan durumun iyileştirilmesi için bir önermedir.

Benim ütopyam, tüm cezaevlerini kapatılması, mahkum edilen insanların özgürlüğüne kavuşturulması, köklü bir affın devamı olarak suça neden olan olguların ortadan kaldırılmasıdır. Yani genel bir af kanunu kabul edilmeli ve bir daha insanların cezaevine girmesine gerek olmayan bir hayatı tanzim etmemiz gerekiyor. Bu mümkün müdür, sorusunun yanıtını birlikte tartışabilmeliyiz. Cezaevi olmadan toplum yaşamını sürdüremez mi? Bence sürdürebilir. Hapis cezası yerine alternatif müeyyideler getirilerek, buna uyarlı bir ülke tanzim olunabilir.

Böyle bir ülke nasıl oluşturulabilir?

Türkiye’de var olan 384 ceza infaz kurumu, her geçen gün yeni cezaevi inşaası ile birlikte düşünüldüğünde, cezaevli bir yaşamın ortaya koyduğu bütçe ile daha farklı alternatifler yaratılabilir. Düşünün 314 bin 512 insanımızı kapatıyoruz, bu insanlarımızı yaşamın hiçbir alanına katmıyor, insanlarımızın hayatlarını iptal ediyoruz. Daha sonra da bu insanlarımızın cezalarını tamamladıktan sonra, topluma yeniden katılmalarını ve normal bir yaşam sürdürmelerini bekliyoruz. Bu isabetli bir yaklaşım mı? Peki ne yapılmalıdır?

Distopya[18]

Ya bu cezaevlerini yok etmeliyiz ya da yaşanılabilir bir mülteci şehri veya adası inşaa etmeliyiz. Bu bir distopya. Çünkü her halükarda devlet otoritesinin olduğu bir tasarım ancak distopya olabilir. Yani esasında kötü bir yer tasarımıdır. Eğer geçici olarak, cezaevlerinin olmadığı bir toplum düzeni kuramıyorsak, cezaevleri yerine, bir mülteci şehri kurulabilir. Ülkedeki cezaevlerinde tutulan insan sayısının bu noktaya erişmesi, böyle bir distopya önerisini akla getiriyor.

Mülteci şehir normal diğer şehirlerden hiçbir farkı olmayan, sadece giriş ve çıkışı denetim altında tutulan, içeride ise normal yaşam kurallarının işlediği bir şehirdir. Bu kentte hiçbir şey özel mülk olmayacak, her şey ortak olacaktır. Çünkü şehrin inşasını devlet üstlenecektir.

Böyle bir yaşam biçimi bizi, doğal toplumda olduğu gibi dayanışmaya, komünalizme götürecektir. Kötü bir durumdan, iyi bir sonuç çıkabilecektir.

Buna bir manada “O şehre sürgün” diyebiliriz. Buna benzer bir uygulama Rusya’da Sibirya’ya sürgün şeklinde uygulamada görülüyor. Yani hapis cezası yerine cezaevi şehrine sürgün edilme cezası uygulanabilir.

Bu şekilde, insanların sadece sürgün edilmesi ve diğer her türlü hakkının ise normal diğer şehirlerde yaşayan insanlar gibi tanınması anlaşılmalıdır.

Bu şehirde yaşayanların da seçme ve seçilme hakları, normal günlük ve zorunlu yaşamlarını sürdürebilmek için çalışmaları düşünülebilir. Bu şehirde kurulacak kamu alanlarında herkes emeğine göre çalışacak, ihtiyacı kadar bir ücret alacaktır. Çalışamaz durumda olanlar için de sosyal hizmet ve sigorta güvenliği sağlanacaktır.

Bu şekilde cezaevlerinde yaşanılan insan hakları ihlallerine bir nebze son verebilir miyiz?

Şartsız ve ayrımsız af gerekir

Türkiye’de ilk "genel af" kanununun çıkarıldığı 7 Ocak 1922'den bu yana, hemen hemen her 2 yılda bir af konusunda bir kanun çıkarılmak zorunda kalındı. Son zamanlarda çıkarılan infaz düzenlemeleri, salgın nedeniyle açık cezaevlerinde bulunan mahkumların izinli sayılması yoluyla gerçekleştirilen örtülü af da, soruna köklü çözüm üretemedi. Gelinen aşamada, 314 bin 512 insanımız cezaevinde tutuluyor.

Sosyal medya hesaplarına baktığımda, genel af[19] talebi dillendiriliyor. Bu talebin ne kadar haklı olduğunu sorgulamaya dahi gerek görmüyorum. Çünkü Dünya ülkeleri arasında 2. sırada olacak sayıda insanımızın cezaevinde yaşıyor olması üzerine düşünmemiz gerekir. Böyle bir uygulamaya geçilebilmesi için önce genel bir af yasası çıkarılmalı ve şartsız olarak uygulanmalıdır. Kamuoyunda bu yönde de ciddi bir beklenti bulunmaktadır.

Anayasa’da af sözcüğü 76., 87. ve 169. maddelerde geçmektedir. Genel ve özel af ilânına karar vermek Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin görev ve yetkileri arasında sayılmış ve meclisin beşte üç çoğunluğunun kararı öngörülmüştür.[20] Özel olarak orman suçları için genel ve özel af çıkarılamayacağı, ormanları yakmak, ormanı yok etmek veya daraltmak amacıyla işlenen suçların genel ve özel af kapsamına alınamayacağı anayasal bir kural olarak düzenlenmiştir.[21]

Affın kanuni yansıması, Türk Ceza Kanunu 65. maddede yer almıştır. Buna göre, genel af halinde kamu davasının düşeceği, hükmolunan cezaların bütün neticeleri ile birlikte ortadan kalkacağı, özel af ile hapis cezasının infaz kurumunda çektirilmesine son verilebileceği, kısaltılabileceği, adli para cezasına çevrilebileceği, ancak cezaya bağlı olan veya hükümde belirtilen hak yoksunluklarının özel affa rağmen etkisini devam ettireceği düzenlenmiştir. Dava veya cezanın düşmesine dair de, genel af, özel af halinde müsadere olunan şeylerin veya ödenen adli para cezasının geri alınmasını getirmeyeceği gibi, kamu davasının düşmesi, malların geri alınması ve uğranılan zararın tazmini için açılan şahsi hak davasını etkilemeyeceği ifade olunmuştur.[22] Genel af kanununun kabul edilmesi halinde; soruşturma aşamasındaki suçlara dair dava açılmaz, davası açılmış olanlardan henüz kesinleşmeyenler hakkında düşme kararı verilir, hükmü kesinleşmiş olanların cezaları infaz edilmez, infaz edilmekte olanlar da derhal salıverilir. Adli sicil kayıtları da silinir.

Kabul edilen af kanunlarına yönelik eleştiri, aftan sonra cezaevlerinin yeniden dolmuş olmasıdır. Bundaki sorumluluk insanların değil, devletindir. Sosyal sözleşmede bir uyumsuzluk var ise, kendi insanı ile sürekli çatışma halinde ise devlet, bu çatışmanın nedenlerini bulmalı ve giderecek önlemleri almalıdır.

Şimdiye kadar yapılan düzenlemelerde “terör” ya da “cinsel” suç adı altında cezalandırılan insanlara yönelik ayrımcılık yapılması doğru olmamıştır. Eğer devlet, insanlarıyla barışık bir toplumsal sözleşme oluşturamıyorsa, kuralları bunca ihlal eden insan varsa, oturup düşünmesi gerekir. Yani bu soruna çözüm üretmesi gereken devletin kendisidir.

Bu nedenle Türkiye’nin ihtiyacı, ayrımsız bir genel af kanunu çıkarmak ve devamında yeni bir toplumsal sözleşmeye imza atmaktır.

Suç ve suçlunun olmadığı bir toplum tasarımı

Her şeyden önce suç ve suçlu kavramlarının çok iyi değerlendirilip, kavramın anlamında uzlaşabilmeliyiz. Çünkü insanların temel hak ve özgürlüğü kapsamında kalan bir çok nedene dayalı olarak suç üretilebiliyor. Örneğin düşüncesinden, inancından, siyasi tercihlerinden dolayı insanların suçlu muamelesi ile karşı karşıya kaldığı, evlerinde bulunan kitapların dahi suç delili olarak sayıldığı biliniyor. Herhangi bir siyasi parti, dernek, dergi, gazete gibi faaliyet alanları suç ve suçun unsuru olarak görülebiliyor. Kitap okumak bir insanın en temel insan hakkı iken, evinde yapılan aramada elde edilen kitaplar suç ve suçun delili gibi gösterilip, öyle algılanıyor.

O halde önce devletin bu konuda kendisine çeki düzen vermesi gerekmektedir. Sorunun kaynağı tek tek bireyler olmaktan ziyade, devlet ve onun otoritesini kullanan güçlerdedir.  

Gerisini tartışacağız. Nasıl bir toplum tasarımı istiyorsak, öyle yol alacağız.

 

[1] https://tr.euronews.com/2022/04/05/2021-y-ll-k-ceza-istatistikleri-raporu-avrupa-da-en-fazla-mahkum-rusya-ve-turkiye-de-bulun

[2] https://cte.adalet.gov.tr/Home/SayfaDetay/cik-genel-bilgi

[3] https://t24.com.tr/haber/cezaevlerindeki-kisi-sayisi-kapasiteyi-asti-314-bin-tutuklu-ya-da-hukumlu-var,1026648

[4] Mandela Kuralları yazısından.

[10] Tesniye, bap 4:41-43,

[12] Yeşu, 20:1-9

[13] Enes, Şeyma Nur, Halil Şehri’nde İsrail’in Kurduğu Yerleşim Birimleri ve Şehri Yahudileştirme Çabaları, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2019, (Köyü ilk kuran kişiden hareketle “Arba’nın kasabası”; dört köy anlamı yönüyle “Hevron, Martum, Beit Aynun ve Kubbet İbrahim” isimli dört farklı köyün birleşmesiyle oluşan bir federe şehir topluluğudur. Şehir “Hebron”, “Hevron”, “Habra”, “İbrahim’in köyü”, “İbrahim Meşhedi”, “Cebabire Köyü”, “Memra” gibi isimlerle de anılmış, Hristiyan Haçlılar ise şehri, “Saint Abram Debrone” veya “St. Abrahams (Aziz İbrahim)” olarak isimlendirmişlerdi. İslamiyet sonrasında Halil (el-Halil) şehri adı verilen şehir Arapça’da sevgisinde halel

olmayan kimse, dost, yakın arkadaş anlamlarına gelmektedir. Hz. İbrahim’in “Halîlullâh” (Allah’ın dostu) sıfatından şehre bu ismin verildiği anlaşılmaktadır. Hebron (Hevron) ismi de İbranice’de dostluk, arkadaşlık ve birlik gibi benzer anlamlara gelmektedir. Halîl şehri Gazze’den sonra en çok Filistinli’nin yaşadığı, nüfus itibariyle Batı Şerîa’nın en büyük şehri olarak, işgal altındaki Batı Şeria bölgesinin güneyinde bulunmaktadır.)

[14] “Güçlü” demektir. Musa’nın buyruğuyla Erden ırmağının doğusunda, Ruben kuşağına verilen bölgede sığınma kenti olarak ayrıldı (Tesniye4:43, Yeşu 20:7)

[15] Tevrat, Yeşu, 20/7

[16] Umut Hakkı yazısından,

[20] Anayasa m. 87,

[21] Anayasa m. 169/3,

[22] 5237 syl. TCK m. 74