Cömert MİRZA

Cömert MİRZA

comermirza@yesilgunebakan.net

Alman Solu’nun Sonbaharı

Marxizmin doğum yeri ve dünyaya yayıldığı ülke Almanya’da, 26 Eylül günü yapılan genel ve iki eyaletteki seçimlerde Die Linke (Sol Parti) otuz iki yıllık kuruluş tarihinin en kötü sonucunu aldı. Doğu Almanya’nın çözülme günlerinde ülkenin kırk yıllık yönetimini tekelinde tutan SED (Sosyalist Birlik Partisi) yerine 1989 yılında kurulan Demokratik Sosyalizm Partisi (PDS), 2007 senesinde kendisine katılan bazı sol gruplardan ötürü adını Die Linke olarak değiştirmiş, bununla yetinmeyerek sıkça parti eş başkanlarını da değiştirmişti. Önce karizmatik liderlerden ve PDS kurucularından Gregor Gysi, daha sonra Sosyal Demokrat Parti’nin ekonomi bakanı iken ayrılıp, Sol Parti’ye katılan ve kısa bir müddet parti başkanlığında bulunan Oskar Lafonten, onun yerine gelen Gesine Lötzch ve diğerleri..

.

 Yaklaşık bir yıl önce eş başkanlığa seçilen ve seçmen gözünde herhangi bir kariyeri bulunmayan Janine Wissler (bu seçimde partinin başbakan adayı olmuştu) ve Susane Hennig-Welsow’un partiye taze kan getirecek iddaları ters bir sonuç verdi. Partinin otuz yıllık kaleleri olan Doğu Eyaletlerinde, beş yıl önce başlayan oy kaybı, son seçimde büyük oranda aşırı sağcı AFD’ye (Almanya İçin Alternatif) gitti. Ve Parti, Federal Parlementoya girmesi için gereken yüzde beş oyun altında, % 4,9 kaldı. Almanya’daki seçim sisteminin getirdiği Direk Aday Sistemi nedeniyle kazandığı üç milletvekili ile, Gregor Gysi, Gesine Lötzch  Berlinden, Sören Pellman Leipzigden seçilmeleri sayesinde,  parti meclise 49 milletvekili gönderebildi. Oysa, seçim öncesinde Federal Parlemento-Bundestag’da 79 milletvekiline sahipti.

Alman Solu’nu parlementoda temsil eden Sol Parti neden bu kadar başarısız oldu? Değişik rivayetler mevcut. Parti ileri gelenlerinden ve Parlemento Grup Başkanlığı görevini yapan Dietmar Bartsch, ‘Doğu Almanya politikasını yeniden tasarlayıp, daha da öne çıkartmalıyız. Ve Gysi gibi karizmatik liderlerin parti yönetiminde olmayışı diğer bir neden’ derken, ikinci Eşbaşkan Susanne Hennig-Welsow, ‘Parti kendini yeniden bulmalı’ çıkışını yaptı. Aynı mevkide bulunan Janine Wissler, ‘Sorunlar daha derin irdelenmeli’ deyip, tartışmaların başlamasına start verdi.

Yukarıda dile getirilenler buzdağının görünen zirvesi. Parti içi tartışmalar yeni hükümetin kurulması ve Sol Parti’nin Berlin Eyalet Hükümeti’nde yer alması sorunu çözülünce başlayacak. 1989 yılından itibaren bir Doğu Almanya Partisi olarak ortaya çıkan PDS/Sol Parti bir türlü Batı Eyaletleri’e kök salamadı. Yeni sistemle bir tür barışamayan Doğulu seçmenin sığınağı oldu. DDR (Demokratik Almanya Cumhuriyeti) mentalitesi ile yetişmiş yaşlı kesimin kemik oyları, her seçimde, ölümler nedeniyle ile biraz azalırken, savunulan ‘sosyal adaletsizlik, ücretlerde eşitsizlik giderilsin, sloganları önemini gittikçe yitirdi. Sistem eşek değil ya!. Bu sürede, Doğuda varolan sorunların sivri uçlarını törpüledi. Ve 2015 senesinde Almanya’ya birden getirilen bir milyonluk Suriyeli göçü karşısında Federal Hükümet’in tutumunu destekleyen Sol Parti, haala kendini eski DDR’de varolan ‘Alman yaşamından (yani çok az yabancının olduğu zamanlar) kurtaramamış, sosyal, ekonomik, psikolojik olarak rahatlayamamış Doğulu kendisine sahip çıkacak birini aradı ve ırkçı AFD ona gel dedi. Sol Parti’nin kariyer sahibi, önde gelen yöneticilerinden Sarah Wagenknecht, ‘Durun, hemen hükümetin politikasını desteklemeyin, bu hızlı göç politikası birlikte birçok sorun da getirecek’ deyince topa tutuldu, ırkçılıkla suçlanıp bir toplantıda yüzüne pasta atılıp, şeytanlaştırıldı. Bunun üzerine Sarah ve partiyi Saarland Eyaleti’nde (Batı Almanya’nın Fransa sınırında bulunan Eyaleti) parlementoya sokmayı başaran eşi Oskar Lafonten’le ‘Ayağa kalk’ adlı muhalif grubu kurdu. Yani, parti içinde kalıp, hatalı çıkışlarına eleştiri getiren, gerektiğnde tek başına eylemler düzenleyen bir hareket. Yanlışı, doğrusu ile bu hareket eleştirilip, desteklenebilir ve karşı çıkılabilinir. Ancak, parti içinde sorunları dile getirenlerin izole edilmesi eski bir metod olarak değerlendiren ve tepki gösteren üyeler ve bir kısım seçmende karşılığını buldu.

İkinci bir neden de: Sol Parti’de varolan kadro eksikliği. Yani toplumda konuşmaları, olaylara yaklaşımı ve partinin birliğini sağlayan karizmatik liderlerin eksikliği ve kullanılan dil, metod. Mesela Gregor Gysi, seçimler nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, o herzaman seçim bölgesinde en yüksek oyu alır. Mesela Oskar Lafonten, aday olduğu yerde kazanır. Mesela Sarah Wagenknecht, Gesine Lötzch...Bu tür insanların örgütte öne çıkmayışları seçmen üzerinde bir güvensizlik yaratıyor.

Üçüncüsü: Partinin savunduğu en önemli konu olan sosyal adaletsizlik, Nato’dan çıkılmalı dışarıya asker gönderilmemeli, çatışşmalı bölgelere silah verilmemeli. Hepsi de prensip olarak doğru ancak yeniden formatlanması gereken konular. Seçim öncesinde yapılan anketlerde Batılı ve Doğulu seçmenler için başta gelen konu: Sosyal Adaletsizlik. Örneğin: Berlin Eyaleti’nde yapılan, Yüksek kiralara karşı, büyük ev şirketleri satın alınıp, sosyal konut olsun’ referandumunu oylayanların sayısı seçimlere katılan 2 milyonun tam yüzde 56’nın oyları ile kabul edildi. Top yeni kurulacak Eyalet Hükümeti’nde. Bu işi organize eden ve arkasında duran Sol Parti. Oysa, aynı Berlin seçimlerinde partinin aldığı oy aranı yüzde 14. Buyrun, buradan yakın.

Nato’dan çıkış meselesi ise tam dinazorluk bir istem. Almanların büyük çoğunluğu Rusya ve Çin’i iki büyük silahlı, tehlikeli güç olarak görüp, Nato’ya da bunları dengeleyen bir oluşum diyor. Sovyetler Birliği döneminden kalan politika ile bugünü değerlendirmek, ‘haala eski tas, eski hamam ben bu hamamda yıkanamam’ der seçmen. Bunun yanısıra insan haklarını, özgürlüğü savunan bir parti, Rusya ve Çin’i ne insan hakları ne de siyasi yasaklar, baskılar nedeni ile eleştirmemesi de cabası.

En önemli nedenlerden bir tanesi de, Sarah Wagenknecht’in değindiği gibi, ‘Biz parti olarak çok konuşuyoruz, seçmenin bizden ne istediğini duymak bile istemiyoruz.’ Doğru söze ne denir!

Sonuç olarak: Sol Parti toplumla, özellikle eski kaleleri olan Doğu Eyaletleri ile zamana uygun politikalar üretip, toplumun anlayacağı dille konuşup, dinlemez ve sadece seçim zamanları değil, hergün insanlarla birlikte olmazsa, Alman Solu’nun Sonbaharı korkarım karakışa evrilir.